Türkiye’nin ayıbı, yalnız ders kitaplarında darbelerin övülmesi ve demokrasinin katledilmesinin “haklı” ve “meşru” gösterilmesi skandalı değil. Ders kitaplarındaki “laiklik” ve “irtica” konuları da, “darbecilik” mantığıyla yazılmış.
“İrticaî unsurların din perdesi altında her alanda Atatürk’e ve onun inkılâplarına saldırısı devam ettiği”nden başlanarak, “Atatürk ilkelerine sımsıkı bağlanarak, laikliği her türlü tehdide karşı koruma görevi”yle devam eden metinler, tam bir 28 Şubat “postmodern darbe” dönemi “irtica raporları”na benziyor.
“Millî Güvenlik Bilgisi”ndeki “Atatürkçülük”, “laiklik” ve “irtica” bahisleri, körpe zihinlere tepeden dayatmacı bir darbeci zihniyetle telkin ediliyor. Ne var ki saptırmalar bunlarla kalmıyor. “Türkçe”den “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” kitabına kadar birçok ders kitabında “Atatürk’ün görüşleri”ne atıfta bulunularak ve hatta esas alınarak inanç ve din “Kemalizm”le tanımlanıyor.
Resmî ideoloji haline getirilen “Atatürkçülüğün” ve “inkılâp kanunları”nın 12 Eylül Anayasasının dibâcesinden sonuna kadar sokuşturularak “korunması ve kollanması” gibi, ders kitaplarına sokulmuş; “yaş yasağı”yla dinlerinin temel kitabı Kur’ân-ı Kerimi öğrenmekten mahrum bırakılan öğrencilere okutuluyor…
OKUL KİTAPLARINDA İDEOLOJİ OLMAZ…
Ve buna bağlı olarak 28 Şubat sürecindeki “irtica ile mücadele” brifinglerindeki gibi demokratik sistemi tahrip eden darbelerin kaçınılmazlığıyla kalınmıyor; “irtica tehdidi” uydurmasıyla dindarlık “tehlike” ve “tehdit” olarak yaftalanıyor.
Kısacası, bölücü terörün hergün can aldığı; gün aşırı şehid haberlerinin Anadolu’nun bağrını yaktığı bir sırada hâlâ ara rejim dönemlerinde yapılan yakıştırmalarla “irtica” bahanesiyle, “laikliği koruma” perdesi altında demokrasinin tezyifi usturuplu bir biçimde ders kitaplarına konulmuş; bu ülkenin çocuklarına dikte ettiriliyor.
Gençliğin ahlâkî çöküntüsünün “imdat!” işâretleri verdiği bir vetirede, hâlâ “irtica tehdidi”den dem vurulması, doğrusu insana “pes artık!” dedirtiyor.
Gerçek şu ki Türkiye’nin temel sorunlarından biri, insan haklarının başında gelen ve demokratik bir anayasal hak olarak devletin yerine getirmesi gereken, temel eğitim hakkı çerçevesindeki din eğitimi ve öğretimi hakkıdır. Zira Anayasanın 24. maddesi, din eğitimi ve öğretimi görevini devlete yükler.
Ne var ki devletin “denetimi ve gözetimi”ne aldığı ve vatandaşlara bırakmadığı Anayasada öngörülen “din ve ahlâk eğitim ve öğretimi”ni “kişilerin kendi isteği ve küçüklerin kanunî temsilcileri”nin talebine bağlı olarak yerine getirme” yükümlülüğünü hakkıyla yerine getirmemekte, yarım yamalak bırakmakta…
Dahası, “din dersleri” kitaplarına dercedilen “Atatürk ve Din” yazılarında “dinin çağa ters düşen yorumlar ve din dışı eklemelerden kurtarılması”na girişilmekte. “Atatürkçülük öğretisi” adı altında dinle alâkası olmayan teorilerle dinî meseleler yorumlanmakta, sözde “dinin düzeltmesi”ne kalkışılmakta.
“Batılı Gözüyle Kemalizm”i tahlil eden Dr. Theo Sommer’in tesbitiyle, “devlet kurucusunun ibadet şeklinde sunulan özdeyişleri, okul kitaplarında yer alan ruhu öldüren ideoloji” enjekte edilmekte…
DİN EĞİTİMİ VE ÖĞRETİMİNİN
DOĞRU VERİLMESİ
Diğer yandan okullardaki “din dersleri”nin haftalık ders sayısı ve müfredatının yetersizliği yetmiyormuşçasına, bu sınırlı derslerde İslâmiyet dışındaki bir dizi batıl inanışın “din” diye öğretilmesi, kısıtlı “din dersleri”nin lüzumsuz malayâniyatla doldurulması, sıkıntının bir diğer yönünü teşkil ediyor.
Oysa Türkiye’nin AB demokratik kriterleri arasında taahhüd ettiği, Anayasanın 90. maddesiyle de kanun hükmündeki anayasa ve yasaların üstünde tutulan ve uyma mecburiyeti getirilen “milletler arası andlaşmalar” da da, vatandaşların dinlerini genel eğitim içinde öğrenmelerinin temel hak ve hürriyetler kapsamında bir insan hakkı olduğu açıkça belirtilir. Vatandaşların düşünce, vicdan, din, inanç ve ibadet özgürlüklerinin, dinini öğrenme ve yaşama hakkının kolaylaştırılmasını teminat altına alınır.
Buna göre devlet, Türkiye’nin AB Ulusal Programında söz verilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) Ek 1. Protokolü 2. maddesindeki, “hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz; devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” esasını yerine getirmekle mükelleftir.
Keza AİHS’nin 17. maddesi, hiçbir surette devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya geniş ölçüde sınırlandırmasına yönelik hakkını vermeyeceğini hükme bağlar.
Öğrenciler, elbette bu ülkede ve hatta dünyada yaşayan dinleri, inanışları tanıyacak; genel anlamda kültür olarak öğrenecek. Elbette kısa da olsa dinler tarihi hakkında bilgi sahibi olacaklar. Lâkin yüzde doksan dokuzu Müslüman olan milletin çocuklarının, öncelikle dinlerini dinî kaynaklardan doğru ders almaları; inanç esaslarını, dinî kültürünü, tarihini öğrenmeleri ve eğitimini almaları gerekmez mi? Siyasî iktidar, bu gereklilikten kaçınıyor. Problem burada…
22.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|