Türkiye’de garip şeyler oluyor. Başbakan merhum Adnan Menderes ve iki bakanının 17 Eylül’deki idamlarının 47. yıl dönümünde, başta 27 Mayıs olmak üzere darbelerin ders kitaplarında övüldüğünün ortaya çıkması, garip bir “rastlantı”!
Özellikle ilköğretim 8. sınıf “İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitabında 1960 kanlı darbesinin, “1950’nin ikinci yarısında yaşanan sıkıntılar ve basının baskı altına alınması üzerine yapıldığı” iddiası, Türkiye’nin demokrasi ayıbına yenilerini ekliyor.
Dahası, “Adnan Menderes 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi ile iktidardan indirilmiştir” deniliyor; fakat peşinden Menderes ve arkadaşlarının uyduruk Yassıada Mahkemelerinde bin türlü hakaretlere ve bühtanlara mâruz bırakılıp haksız yere asılmaları cinâyetinden tek kelime bahsedilmiyor.
Ders kitaplarında demokrasiyi katleden darbelere övgüyle kalınmıyor. Bizzat dayatıcıların “postmodern darbe” olarak niteledikleri 28 Şubat için, “bir takım irticaî hareketler için hükümet uyarılmıştır” denilmesi, demokrasi ve inançlara yapılan dayatmaların sıradan bir siyasî süreç gibi gösterilmesi, skandalın vahâmetini ortaya koyuyor.
Darbelerin bozulan siyasî ve sosyal gidişatı düzeltmek ve anarşiyi önlemek için yapıldığı düzmecesi tekrarlanıyor; milletin seçtiği siyasetçiler kötüleniyor, tarih saptırılıyor.
Kısacası, “irtica ile mücadele” bahanesiyle binlerce vatandaşı fişleyen “Batı Çalışma Grubu”nun yaptığı antidemokratik, hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran dayatmalarına benzer bir şekilde, “irticaî unsurların din perdesi altında her alanda Atatürk’e ve onun inkılâplarına saldırısı devam etmektedir” saptırmasında bulunuluyor. Milletin inanç ve mânevî değerlerine bağlılığı “irtica” olarak damgalanıyor.
Tıpkı 28 Şubat sürecindeki “irtica tehdidi” brifingleri ya da iktidar partisini kapatma dâvâsı “iddianâmesi” gibi, “laikliğin her türlü irticaî tehdit karşısında korunması ve kollanması” salık veriliyor…
Ne var ki bütün bunlara karşı Başbakan ve siyasî iktidar, sanki bir şey olmamış gibi AB müzâkere sürecindeki bir ülkede darbelerin medhiyesini âdeta “normal” görüp geçiştiriyor.
“Deniz Feneri” dâvâsının gazetelerde yayınlanıp mevsuk yolsuzlukların partisiyle ilişkilendirilmesi imâsı üzerine bir medya patronuyla arasındaki “ihâle görüşmeleri”ni en ince ayrıntısına kadar deşifre edip feverân eden Başbakan’dan ne yazık ki bu hususta en ufak bir “açıklama” gelmiyor. İktidar partisi sözcüleri, hiçbir “özür” beyânında bulunmuyorlar.
Bir tek Millî Eğitim Bakanı, bu skandal hakkında kanunî işlemlerin derhal başlatılacağını belirtiyor. Bunu kabul edilemez bir zihniyeti ortaya koyan son derece yanlış olarak yorumluyor. Ancak Bakan da açığa çıkan yanlıştan dönmeyi yeni eğitim yılına bırakıyor; “önümüzdeki sezon böyle bir kitap olmayacak” vadiyle kalıyor…
Görünen o ki bu hususta “görülmeyen” bâriz yanlışlığın düzeltilmesi de tıpkı “yeni anayasa” ve diğer demokratikleşme ve özgürlükler gibi yine bir başka bahara bırakılıyor…
Aslında skandalın ortaya çıkması üzerine, Tâlim ve Terbiye Kurulu Başkanının, “darbelerle ilgili kelime ve cümleler seçilirken daha hassas davranılabilirdi” yakınmasıyla “yakın tarihimiz” ünitesinin yeniden gözden geçirileceğini söylemesi, enteresan. Bu durum ister istemez ders kitaplarında “gizli eller” istifhamını verdiriyor.
Doğru; Millî Eğitim Bakanı’nın ifâdesiyle, “kendisinin bütün okul kitaplarını satır satır incelemesi mümkün değil.” Peki, Tâlim ve Terbiye için de aynı şeyi söylemek mümkün mü?
Bu bakımdan Kurul Başkanının, darbeleri öven kitapların, “artık dağıtıldığı için toplatılıp düzeltilmeyeceği” mazeretini ileri sürülmesi, pek inandırıcı gelmiyor. Daha sene başında derhal düzeltilmesi gereken bu “son derece yanlış”ın “bu yıl da böyle geçsin” diye savsaklanması, sözkonusu istifhamı daha da kuvvetlendiriyor. Bakanın, kitapları yazan öğretmenlerin içinden “bu tür antidemokratik yaklaşımlara destek verebilecek zihniyete sahip çıkanlar bulunabiliyor” cümlesi, bunun örtülü ikrarı…
Belli ki bu “kabahat”in işlenmesine bile bile göz yumulmuş. Orta çıkınca da gelecek yıla ertelenip işin içinden çıkılmaya çalışılıyor.
Peki, altı yıldır tek başına iktidarda olan AKP, nasıl olur da birer “insanlık utancı” olan darbeleri övenlere kitap yazdırır? Nasıl olur da Tâlim Terbiye’nin bünyesinde hâlâ darbeci zihniyet barındırılır; bu kabahatin işlenmesine göz göre göre göz yumulur? Nasıl olur da bir demokrasi ve hukuk cinâyeti olan darbelerin cilâlanmasına bu denli bigâne kalınır?
Milyonlarca öğrencinin demokrasiyi katleden, millet irâdesinin temsilcisi Meclisleri lağveden, meşru hükûmetleri deviren darbeleri “haklı” ve “meşru” bellemesinin vebâli düşünüldü mü? Büyük bir iddia ile ortaya attığı “yeni anayasa”dan, demokratikleşme ve özgürlüklerden cayan siyasî iktidar, kendi döneminde bastırılan ders kitaplarındaki bu skandallara neden göz yummakta? Yoksa ders kitaplarını, Millî Eğitimin dışında başka “merciler” mi hazırlamakta?..
Sonra Demokrat Parti Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun dediği gibi, darbeleri bu denli basite alarak bu denli ucuzlaştıran ve rutin bir işmiş gibi telkin edenleri cezalandırmak ve derhal bu hatayı tâmir etmek yerine, oyalanmasının anlamı nedir?
AKP iktidarda; lâkin “muktedir” değilse, çıkıp bunu açıkça söylesin. “Medya – iktidar- ihâle” üçgeninden çıkan nevzuhur tartışmalarla milleti avutmasın…
Vâhim hata derhal düzeltilmelidir. Demokrasi samimiyeti ve millete saygı bunu gerektirir…
20.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|