Ramazan ayı daha gelmeden, dine en muarız ve dindarları en fazla inciten gazetelerde bile bir "Ramazan furyası"dır başlar; başını alıp gider...
Son yıllarda bu furyaya televizyon kanalları dahil oldu, hatta bir adım öne geçti de denilebilir.
Ara sıra da olsa, bunların bir kısmını takip etmeye çalışıyoruz.
Ne yazık ki, bu programların yarıdan fazlasının Ramazan ayının kudsiyetiyle, mübareketiyle uzaktan yakından bir alâkası yok.
Ramazan, bir mânevî ticaret ayıdır. Bunları yaptığı ise, serapa sazlı–cazlı eğlence, şaklabanlık, İslâmın ruhuna aykırı söz ve davranışlardır.
Ayrıca, bunların temelde maddiyat ve reyting diye bir dertleri vardır ki, sundukları programlar baştan ayağa sululuk, riyâkârlık, münafıklık ve pazarlamacılık kokuyor.
Vakur şahsiyetlerin sundukları edepli programları tenzih ederiz.
Ne var ki, adına "Ramazan programları" denilenlerin ekseriyeti bırakın önünde oturup seyretmeye, bakmaya dahi değmez. Dahası, baktıkça sevaba değil, günaha giriyorsunuz.
İyisi mi, hiç seyretmeyerek, onları ademe mahkûm etmeye çalışmak.
Böylesinin daha sevap olduğuna inanıyoruz.
Evet, günahtan kaçınmak, içinde en büyük sevabı barındıran takvânın bir gereğidir.
Beyaz'ın kara günleri
Kendi kafasından uydurduğu münferit içtihatlarla büyük İslâm âlimlerine ters düşen Prof. Zekeriya Beyaz, şu sıralar en kara günlerini yaşıyor.
Dinin özüne uymayan ve milyonlarca Müslümanı rencide eden konuşmaları sebebiyle Fox tv'den kovulan Beyaz, katılmış olduğu Kanal 1'in "Teke tek" programında da, adeta kafasına balyoz gibi inen sorularla karşılaşarak büsbütün fenalaştı.
Beyaz'ı kızdıran "sevimsiz sorular", program yöneticisi Fatih Altaylı'dan çok katılımcılardan Murat Bardakçı'dan geldi.
Tarihçi Murat Bardakçı "Hocam, sizin titriniz ne? Yani, siz neyin prof'u oldunuz?"
Beyaz Hoca "Din sosyolojisi" diye cevap verince, Bardakçı şu açıklamayı yaptı:
"Hayır, siz ya İlahiyatçısınız, ya da sosyolog. Söyler misiniz, titriniz esas bunlardan hangisi?
Beyaz, "Sosyoloji" deyince, Bardakçı da Beyaz Hocayı küplere bindiren ve yerinden hop oturtup hop kaldırtan şu sözleri sarf etti:
"Hocam, buna göre siz sosyoloji profesörüsünüz. İlâhiyat ise, sizin hobiniz."
Kızgınlığından kelimeleri birbirine karıştıran Beyaz Hoca için, böylece bir kara sayfa daha açılmış oldu.
Biz de araştırdık, meğerse o gerçekten de İlâhiyat prof'u değilmiş.
Tarihin yorumu = 20 Eylül 1943
Kastamonu'dan Denizli'ye sevkiyat
Sekiz yıldır Kastamonu'da mecburi ikamete (sürgün) tabi tutulan Bediüzzaman Said Nursî, Denizli Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmek üzere Ankara'ya gönderildi.
Güvenlik kuvvetlerinin nezaretinde Ankara'ya getirtilen Bediüzzaman, doğruca vali Nevzat Tandoğan'ın makamına çıkartıldı.
Valilik makamına çıkarılma hadisesi, Tandoğan'ın keyfi isteği ile gerçekleştirildi.
Ceberrut vali Tandoğan, Kastamonu valisi Mithat Altıok'un muvaffak olamadığı bir zulmü kendi elleriyle tatbik etmek istiyordu.
Tandoğan, inat ve ısrarla, Üstad Bediüzzaman'ın başındaki sarığı alıp yerine fötr şapkayı koymaya çalıştı; ancak, böyle bir şeye o da muvaffak olamadı. Üstelik, elindeki fötr şapkayı da kendisine "Bu sarık bu başla beraber çıkar. Ben ecdadınızı temsil ediyorum. Başından bulasın Nevzat!" diye bağıran Said Nursî'ye kaptırdı.
Üstad Bediüzzaman, orada valinin elinden çekerek almış olduğu bu fötr şapkayı tâ Denizli'ye kadar götürdü. Hatta, mahkemeye bile onunla çıktı. Ancak, onu haşa ki başına koymak için değil, iskemleye otururken minder olarak kullanmak için...
Bu hadisenin görgü şahidi ve kendisinden bizzat dinlediğimiz kişi, mahkemedeki mazlumlardan İnebolu'lu İbrahim Fakazlı'dır.
Ayetü'l–Kübrâ'nın neşri
Üstad Bediüzzaman ile yüz yirmiden fazla talebesinin Denizli Mahkemesine sevk edilmelerinin zahirî sebebi, Ayetü'l–Kübrâ isimli eserin İstanbul'da gizlice tabedilmesiydi.
Pekçok fütûhata yol açan bu harikulâde eseri tenkit niyetiyle okuyanların, içinde kànuna aykırı bir tek madde bulamamaları, üstelik imanlarını kurtarmaları, devrin hükûmetini hiddete getirdi.
İşte, Kastamonu'dan Denizli'yi sevkiyatın arka planında bu şiddetli hiddetin eseri vardı.
Buna mukabil, Denizli'nin âdil hakimleri, dokuz aylık sorgulamanın ardından, maznunlar hakkında oy birliğiyle beraat kararı vererek, Ayetü'l–Kübrâ'nın mânevî fütûhatını ayrıca tescil etmiş oldular.
Zorba vali Tandoğan ise, beraat kararından tam iki sene sonra, bir cinayet hadisesini kasten örtbas ettiğinin anlaşılması üzerine bunalıma girdi ve kendi silâhıyla kafasına kurşun sıkarak intihar etti.
* * *
Garip bir tecellidir ki, Bediüzzaman Hazretlerinin Afyon Hapishanesinden tahliyesi de, yine böyle bir 20 Eylül gününe (1949) rastlamıştı.
20.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|