Büyüme hızı yavaşladı, beklentilerin altına düştü. Buna mukabil, enflasyon ve işsizlik oranlarında artış gözlemleniyor.
Darbe tasarrufunu sürdüren anayasa maddelerine dokunulamıyor. Aynı şekilde, siyasî partilerin kapatılmasını kolaylaştıran maddelerin ıslâh edilmesinden de vazgeçilmiş görünüyor. Kapatma dâvâlarının yol açtığı onca zarara, ziyana rağmen...
Başörtülülerin mağduriyetini giderme yolunda atılan adımlar sadece boşa çıkmakla kalmadı, aksine var olan kısmî serbestlikten de geriye doğru gidildi.
Üniversite sınavlarına katılan öğrenciler, bundan yirmi yıl evvelki hürriyeti, serbestiyeti, anlayışı dahi bulamadılar.
Yedi yıldır iktidar olan bir hükümetin en önemli bakanlığında hiç beklenmedik skandallar yaşanıyor. Ders kitabında yer alan darbe övgülerini düzeltme yolunda yapılan açıklamalar, üstüne üstlük bir skandal niteliği taşıyor.
Meslek lisesi mezunlarını mağdur eden katsayı haksızlığı bir türlü giderilemedi, gitti.
Ne o? Bu iktidarla buraya kadar mı? Bundan daha ileriye gidilemiyor mu?
Görünen o ki, genel anlamda ciddî bir duraklama, hatta bir tıkanma söz konusu...
Hükümet, demokrasi ve hürriyetler meselesinde olsun, iş ve eğitim sahasında olsun, bırakın ileri doğru adım atmayı, adeta geriye doğru uygunsuz adımlar atıyor.
Peki, geniş vatandaş kesiminin beklentisi bu muydu?
Yedi yıldır iktidarda bu partiye son seçimde destek veren yüzde 47 seçmen, acaba umduğunu buldu mu? Beklentilerinin karşılığını bulabildi mi?
Hiç, ama hiç zannetmiyoruz.
Bütün bunlar bir yana, siyaset–ticaret–medya ilişkilerinde özellikle son günlerde yaşanan göstermelik çatışma ve düellolardan da dişe dokunur bir netice çıkmadı.
Bilhassa Başbakan'ın önemli açıklamalar yapacağı yönünde beklentisi olanlar, adeta sukût–u hayale uğradılar.
Başbakan'ın, bir medya patronuna yöneltmiş olduğu "Sana bir hafta müsaade. Gizli kapaklı işleri açıkladın, açıkladın. Yoksa ben açıklarım" şeklindeki hamaset yüklü sözler havada kalmış görünüyor.
Çünkü, aradan bir hafta geçtikten sonra, konu yeniden açıldı, ancak kamuoyuna "dudak uçuklatan", yahut "duyanları hayrette bırakan" herhangi bir açıklama yapılmadı.
Oysa, bu konudaki beklentiler de farklıydı. Daha doğrusu, vatandaşlar çok ciddî bir beklenti içinde bırakılmıştı.
Ne var ki, Başbakan "Bu bahsi burada kapatıyorum" diyerek, açılmış görünen cerahata adeta tuz biber ekti.
Bundan sonra, bu iktidarın demokrasi, hürriyet ve şeffaflık adına hangi düğümleri çözeceği, hangi süprüntüleri temizleyeceği, hangi hukuksuzluğun üzerine kararlılıkla gideceği hususunda ciddî tereddütlerin uyandığını burada hatırlatmış olalım.
Genel kanaatin ise, "Bu iktidarla ancak bu kadar ve buraya kadar" şeklinde tezahür ettiğini de bu vesileyle eklemiş olalım.
Tarihin yorumu = Tarihin yorumu
İslâm ordusunun Anadolu zaferi
Selçuklu ve Bizans kuvvetleri arasında Isparta civarında yaşanan Miryokefalon Savaşı, 1071 Malazgirt'ten sonraki en büyük zafer niteliğini taşıyor.
Her iki devlet açısından da tarihin dönüm noktasını teşkil eden bu büyük savaş, aynı zamanda Anadolu'daki İslâmî hakimiyetin başlangıç noktasını teşkil ediyor.
Malazgirt Zaferinden sonra, Anadolu'nun doğu bölgeleri Selçukluların, dolayısıyla Müslümanların hakimiyeti altına girmişti.
17 Eylül 1176'da kazanılan Miryokefalon (Gelendost) Zaferinden sonra ise, Anadolu'nun batı bölgeleri tamamıyla Selçukluların hakimiyeti altına girmiş oldu.
Bizans kuvvetlerinin başında imparatoru Manuel I. Komnenos, Selçuklu kuvvetlerinin başında ise Sultanı II.Kılıç Arslan vardı. Bizans'ın başkenti İstanbul, Selçukluların başkenti ise Konya idi.
Uzun süren manevralardan sonra, iki tarafın kuvvetleri Gelendost yakınlarındaki bir dar geçitte yakın temasa geçtiler.
Sultan Kılıçarslan, asker sayısı ve teçhizat yönünden zayıf olan kuvvetlerini ilk etapta geri çekerek, karşı tarafı oyalamaya çalıştı. Ardından, adeta yıldırım hızıyla üzerlerine saldırdı ve binlerce Bizans askerini kılıçtan geçirdi.
Akşam saatlerine kadar devam eden çatışmalar neticesinde, Bizans ordusu perişan bir vaziyette ateşkes antlaşmasına mecbur oldu.
Dört gün sonra yapılan barış antlaşmasında ise, Bizans tarafı çok ağır bir tazminat ödemeye ve aynı zamanda Anadolu'nun batı bölgelerinden çekilmeye mecbur bırakıldı. Bu tarihten sonra Bizans'ın elinde sadece deniz kıyılarındaki kale–şehirler kaldı.
Kendi gücüyle İslâm ordusuna galebe çalamayacağını anlayan Bizans İmparatoru, çareyi Haçlı ordusunu yardıma çağırmada gördü. Üçüncü Haçlı seferi bu sûretle başlamış oldu.
17.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|