Fırtınalar fırsatlara dönüşür mü?
Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatından bir örnekle konuyu açıklamak istiyorum. Bediüzzaman’ın, Afyon Hapishanesinde Ramazan ayını nasıl değerlendirdiğini anlatan bir mektubu vardır. Mektubun bir yerinde “Bayrama kadar burada kalmamızın bizlere çok faydası ve hayrı olduğuna kanaatim var” der. “Hapiste kalmanın faydası mı olur?” demeyin. Bediüzzaman tahliye olmaları halinde “bu medrese-i Yusufiyedeki hayırlardan mahrum” kaldıkları gibi, dünya işleriyle meşgul olmaları sonucunda “sırf uhrevî olan Ramazan-ı şerifin” manevî huzuruna zarar vereceğini de belirtir. O, Medrese-i Yusufiye kabul ettiği hapishanede büyük hayırlar kazanıldığını düşünür. Dışarı çıkıldığında dünya işlerinin ağır basmasıyla ahirete ait ibadetlere zarar gelecektir. Burada çok tekrar ettiği bir prensibin altını bir kere daha çizer. O prensip de şudur: “Allah’ın, kullarını sevk ettiği ve onlar için seçtiği her şeyde hayır vardır.” Bu prensipten çıkan sonuç, hayırlı büyük sonuçların elde edilmesidir.
Hayatının önemli bir kısmının hapishanelerde geçtiğini belirten Said Nursî, kendilerini mahkûm edecek bir suç bulamadıklarını da tekrarla ifade eder. Bediüzzaman suçsuz yere hapse girmenin sonucuna itiraz etmiş, gerekli savunmalarını da yapmıştır. O savunmaların her biri birer şaheserdir. Onlar okunduğunda heyecanlanmamak elde değildir.
Yapılan bunca haksızlıklara itiraz eden Said Nursî, çok dikkat çekici bir cümlesini burada tekrar etmekten geri kalmaz: “Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem de lüzumsuz değil.”
Onun olaylar karşısında duruşu da dikkate değer: “Dünya ve zahmetleri fâni ve çabuk geçici olduğu gibi, bize gizli düşmanlarımızdan gelen zulüm ve mahkeme-i kübrâda ve kısmen de dünyada yüz derece ziyade intikamımız alınacağından, hiddet yerinde onlara teessüf ediyoruz.” Dünya hayatı geçici, zulümler de geçicidir. Zalimler elbette dünyada olmasa bile ahirette yüz derece cezalarını çekeceklerdir. Madem hakikat budur. Nur talebelerinin bu olaylar karşısında yapacağı işler nelerdir?
Nur talebelerinin yapacağı işler şöyle özetlenir: “Telâşsız ve ihtiyat içinde kemâl-i sabır ve şükürle, hakkımızda cereyan eden kaza ve kader-i İlâhî ve bizi himaye eden inâyet-i İlâhiyeye karşı teslim ve tevekkülle ve buradaki kardeşlerimizle de hâlisâne ve tesellikârâne ve samimâne ve mütesânidâne hakikî bir ülfet ve muhabbet ve sohbetle Ramazan-ı Şerifte hayrı birden bine çıkan evradlarımızla meşgul olup ilmî derslerimizle bu cüz’î, geçici sıkıntılara ehemmiyet vermemeye çalışmak büyük bir bahtiyarlıktır.” 1
Yukarıdaki cümleyi anlamaya çalışalım:
1- Her şeye rağmen telâş etmemek ve panik yapmamak.
2- Saldırgan hareketlerden kaçınmak.
3- Tedbirli hareket etmek.
4- Sabır ve şükrün verdiği olgunluğu göstermek.
5- Haklarında meydana gelen kazaya ve İlâhî kadere teslim olmak.
6- Her türlü tehlikelerden koruyan Allah’ın yardımına karşı teslim olmak.
7- Allah’a tevekkül etmek.
8- Orada bulunan Nur kardeşleriyle halis, tesellici, samimî ve dayanışma içinde olmak.
9- Gerçek dostluk, sevgi ve sohbet halkasını devam ettirmek.
10- Birbirlerine maddî ve mânevî yardımlarda bulunmak.
11- Ramazan ayında sevabı birden bine çıkan ibadetler yanında evradları (Kur’ân, Cevşen, tesbihât, vb.) okumak.
12- İlmî derslere (müzakereli Risâle-i Nur dersleri) devam etmek.
13- Bunların sonucunda küçük, geçici kabul edilen sıkıntılara önem vermemektir.
Bu maddeler daha da çoğaltılabilir. Üstadın o günkü talebelerine verdiği derslerden bir kısmı bunlardır. Onlar Üstadın sözünü tutmuşlar, bahtiyarlar sınıfına dâhil olmuşlardır. Bu sözler üzerinden 60 sene geçmiştir. Dünya aynı dünya, insanlar aynı insanlardır. Fakat engeller ve zorluklar farklıdır. Şimdi o günkü engeller belki yok. Bugünkü engellerin başında nefsin ve şeytanın tuzakları geliyor. Diğerlerini sizin anlayışınıza havale ediyorum.
Bediüzzaman fırtınalara karşı pencerelerini kapatmamış, onları fırsatlara dönüştürmüştür. Bu tip olayları Allah’ın dergâhına sevk etmek için birer kader kamçısı olarak değerlendirmiştir. Sıkıntılı anlarda okunan her kelime, yapılan her duâ ve münacat da şuurlu ve şiddetli olmaktadır. Resmî ve ruhsuz değildir. Sahâbelerin ibadetlerinin üstün gelme sırrının bu noktadan olduğunu belirten Said Nursî, onların tesbih ve zikirlerini bütün mânâsıyla “şuurlu” bir sûrette söylediklerine bağlar.2
Sahabelere ve Bediüzzaman’a yakışan şuur ve anlayışta bir Ramazan ayı geçirmeniz dileklerimle…
Dipnotlar:
1- Şuâlar, s. 436
2- Barla Lâhikası, s. 163
17.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|