"Gerçekten" haber verir 20 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Selim GÜNDÜZALP

Hayat üç gündür



“Allahım! Bu günün bereketinden nasibimi bol eyle.

Hayırlara ulaşma yolunu kolaylaştır.

İyi amellerimin kabulünden beni mahrum bırakma.”

Hz. Peygamber Efendimiz (asm)

Şu sıralar sık sık uykularım kaçar oldu. Hamdolsun, şikâyetçi değilim. Vakit yetmiyor derdinden kurtuldum. Yapılacak o kadar iş var ki!.. En başta, güne duâyla başlamak... Ruhu arıtıyor, kalbi dinlendiriyor. Ve ardından salâvatlar. Derin bir nefes aldırıyor insana.

Rahmetin nasıl lâtif bir hava gibi yayıldığını, her şeyi kapladığını o an hissediyorsunuz. İçinize huzur doluyor. Bir başka gün doğuyor ömrünüze. Ne mutlu size.

Belki de en uzun bir gün olacak bu. Belki de bu günle beraber yeniden doğacaksınız. Ne mutlu. Gözünüz ve gönlünüz aydın olsun. Yeniden hayata “Bismillah” ile başlamak; yüreğinizde bir beyazlık, içinizde bir hafiflik duymak ne güzel. Şimdi gözünüzü gezdirdiğiniz yerlerdesiniz. Sevinçten uçacak gibisiniz. Sanki affedilmiş, bütün günahlarınızın ağırlığından kurtulmuşsunuz. Ve bırakıyorsunuz kendinizi Ziya Osman Saba’nın mısralarına:

“Şu güzel gün, şu çocuk, yanı başındaki anne... / Sen koymuşsun, Allahım, her şeyi bu düzene! / Şu günü göstermiş, geceyi bitirmişsin, / Hasret kavuşturmuş, gözyaşı dindirmişsin, / Garip gönlümü almış, beni sevindirmişsin... / Kavuşmuş dünyasına herkes, uyumuş uykusunu. / Esen rüzgâr iletiyor / Bembeyaz bulutların kokusunu... / Bir nurdur dökülüyor doğan günden yüzüme, / Bakıyorum, şu âlem görünüyor gözüme...”

Dil kalbin elçisi, kalbi temiz olanın, dili de temiz oluyor.

Söz veriyorsunuz. Bugün kimseye üstten bakmamaya ve kalbinize bir kir, bir çamur sıçratmamaya. Bir hatayı tekrarlamamaya. Dilinizi boş sözden, kalbinizi kötü zandan korumaya. Söz veriyorsunuz arınmaya. Gözyaşlarınız şahidiniz.

Belki de akşama varamadan. Son bir gün olabilir bugün. Ne olur, ne olmaz diyorsunuz. Dikkatli yaşamaya, Allah (cc) ile olmaya söz veriyorsunuz. Korku ve keder bulutları dağılıyor. Allahım ne günlerin varmış. Ne kadar da gafletteymişim meğer deyip, hayıflanıyorsunuz...

Evet, böyle bir günden mahrum kalan, bir aydan da, bir yıldan da mahrum kalabilir. Günü yakalamak isteyen, sabah erken kalkmalı. Elde fırsat varken, uyanmalı ve o günü yakalamalı. Ha gayret... Dert çekmeyen rahatlığı bilmez. Yeşim taşı da topraktan çıkar ama, işlenmeyince mücevher olmaz. Ha gayret... Güzel bir günün, güzel bir ömrün kuyumcusu olalım. Biraz dikkat, biraz da sabırla. Az daha derin yaşayalım, az daha derin kazalım hayatı şu öyküdeki gibi. Hepsi bu...

Amerika’da altın arama çılgınlığının yaşandığı günlerdi. Kaliforniya’da altın arayan iki kardeş vardı. Ellerinde avuçlarında ne varsa satmış ve bir altın madeni satın almışlardı.

Bütün işaretler, sahip oldukları madende büyük bir altın damarının olduğu yönündeydi. Ancak, ne kadar kazdılarsa da bir türlü altına ulaşamadılar. Sonunda sabırları da, paraları gibi bitti ve madeni birkaç yüz dolara bir başkasına sattılar.

Madeni satın alan adam ilk iş olarak kendisine bir maden mühendisi tuttu ve araziyi inceletti.

Mühendis yaptığı araştırmalar sonucunda, iki kardeşin kazı yaptığı yerde kazı yapmaya devam etmenin en akıllıca fikir olduğunu söyledi.

Kazıya iki kardeşin bıraktığı yerden devam eden adam, yaklaşık bir metre daha kazdıktan sonra büyük altın damarını buldu ve büyük bir servete kavuştu.

Eğer o iki kardeş, biraz daha sabırlı olsalardı, bu büyük servet onların olacaktı.

...

Yatakta geçen güne, sakın ömürdendir deme. Küçük vesveseleri, küçük kederleri boş ver. Biraz kıpırdanınca onlar hemen giderler. Bir çuval cevize, yumruk kadar taş yeter. Koz vermeyelim nefsimize. Sözüne uymayalım. Bilmediğimiz yola sapmayalım. Bilinmeyen yolun çukuru çok olur. Üste başa bulaşan çamurlar yıkanır, çıkar, ama kalbe bulaşan kirler tövbesiz çıkmaz.

İnsan bir nimeti kaybetmeden anlayamıyor. Bazen oluyor ki, bir dakikayı arıyoruz. Öyle bir zaman gelecek ki, bu günü çok arayacağız. Hayat üç gün derler, ama geçmiş ve gelecek günlerin bize bir faydası yok. Geriye sadece bir gün kalıyor. Öyle ise soralım bir hayat kaç gün? Hayat bir gündür. O da belki bu gündür.

Geçiyor hayat, bitiyor ömür. “Evet, şu güzerân-ı hayat, bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.” (Bediüzzaman)

Bin rüya, bin uyku, bir hayırlı uyanışa, bir hayırlı kalkışa değmiyor. Rüyada yiyen adam, doydum sanır, ama uyanınca anlar ki, midesi boştur ve açtır. Hayat denilen uykuda doydum sananları, gerçekten uyanacakları ahiret hayatında sahici bir açlık bekliyor. Rabbim muhafaza eylesin. Âmin.

...

Bir bakalım. Bizden öncekiler nerede? Dünya bu işte. Niceleri gelip neler istediler, sonunda bu dünyayı bırakıp gitmediler mi? Biz hiç gitmeyecek gibiyiz sanki. İnanın o gidenler de hep bizim gibiydiler. Bu oyuna bari biz bir son verelim. Elveda aldanış, elveda boş yıllar, deyip uyanalım.

Merhaba taze gün, merhaba yeni hayat, merhaba doğan gün. Annemden doğduğum gibi tertemiz gün merhaba. Hayatımın ilk gününe, belki de son gününe merhaba. Hz. Peygamber (asm), “Akıllı insan kendini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışandır” buyuruyor. İnce bir hesaba ne dersiniz?..

...

İki dost, hayat üzerine konuşuyorlardı. Biri, “Ben kendime hep şunu derim; ‘Her gününü, o gün hayattaki son gününmüş gibi yaşa’” dedi.

Diğeri, “Çok güzel. Buna bir ilâvem olacak. Karşılaştığın her insana, o insan, dünyada son gününü yaşıyormuş gibi davran” dedi.

Ders alalım bu konuşmadan. Hayalim beni Bediüzzaman Hazretlerinin Eyüp Sultan Kabristanı ve Camii’nde yaşadığı bir hatıraya götürdü. Rahmet duâsı ve şefaatçimiz olması dileğiyle. Ne diyordu hatırlayalım:

“Kalbime ihtar edildi ki:

“Bu senin etrafındaki kabristanın, yüz İstanbul, içinde vardır. Çünkü yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul’un halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîr’in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın; sen de gideceksin.

“Ben kabristandan çıkıp, bu dehşetli hayal ile Sultan Eyüp Camiinin mahfelindeki küçük bir odaya, çok defa girdiğim gibi, bu defa da girdim. Düşündüm ki, ben üç cihette misafirim. Bu menzilcikte misafir olduğum gibi, İstanbul’da da misafirim, dünyada da misafirim. Misafir, yolunu düşünmeli. Nasıl ki bu odadan çıkacağım, bir gün de İstanbul’dan da çıkacağım, diğer bir gün de dünyadan çıkacağım.

“(...) Ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, İstanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer sûretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride kat'iyyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar.” (Lem’alar, s. 295)

...

Gördüğü hayal değil hakikat olunca, her bir sözü de ruhta iz bırakıyor. Hayatı ve ölümü bu kadar ciddiye alan ve ince eleyip sık dokuyan ne bir esere, ne de bir insana rastlamadım. 1960 yılının 23 Mart’ında, yine böyle mübarek bir Ramazan ayında vefat eden Üstadımızdan Rabbim razı olsun, mekânını cennet eylesin. Şefaatçimiz olsun İnşaallah.

...

Son söz:

Benim dilimde aileme karşı bir sivrilik vardı ve bundan kurtulamıyordum. Bu durumu Resulullah’a (asm) anlattım, buyurdular ki:

“İstiğfar nerede kaldı ey Huzeyfe? Ben her gün yüz defa Allah’a istiğfar ediyorum.” (Ahmed, El Müsned, 5/396-397)

Ebû Musa da (ra) Resûlullah’ın (asm) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Ben günde yüz defa Allah’tan istiğfar diliyor ve O’na tövbe ediyorum.” (Taberani, ed-Duâ, nr. 1810)

Nesâî, Ebû Musa’dan rivayet eder:

“Bizler otururken Resulullah (asm) geldi ve buyurdu ki: Sabahladığım her günde mutlaka Allah’tan yüz defa istiğfar dilerim.” (Nesai, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle, nr. 441)

...

İmam Ahmed, Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, İbni Ömer’den (r.a) şöyle rivayet eder:

“Bizler bir tek mecliste Resulullah’ın (asm) yüz defa, ‘Allahım! Beni bağışla ve tövbemi kabul et. Muhakkak ki sen tövbeleri kabul eden ve çok merhametli olansın!’ dediğini sayardık.”

Nesâî, Ebû Hüreyre’den (r.a) şöyle rivayet eder:

“Ben, Resulûllah’tan daha fazla, ‘Allah’tan bağışlanmamı diler ve O'na tövbe ederim!’ sözünü söyleyen birini görmedim.”

İmam Ahmed, Hz. Âişe (r.anhâ) validemizden şöyle rivayet eder:

“Resulullah (asm) şöyle derdi: Allahım! Beni, iyilik yaptıkları zaman müjdelenen ve kötülük yaptıklarında da istiğfar edenlerden eyle!”

...

Bir hadis-i şerifte Resulullah (a.s.m) şöyle buyurur:

Bir kul günah işler ve, “Yâ Rabbi, bir günah işledim, sen beni mağfiret et!” der. Cenâb-ı Hak da, “Kulum, günahları bağışlayan ve ondan dolayı hesaba çeken bir Rabbi bulunduğunu bildi, ben de kulumu bağışladım!” buyurur. (Buhari, nr. 7507; Müslim, Tevbe, 29)

...

Allahım, mübarek Ramazan hürmetine, Kadir Gecesi hürmetine affeyle. Yazdıklarımızı, okuduklarımızı, söylediklerimizi ve dinlediklerimizi ihlâsla yapılmış ameller arasına dahil eyle. Hz. Peygamberimize sonsuza kadar salât-ü selâm olsun.

Hz. Aişe (r.a.) validemiz: “Yâ Resulallah! Bir gecenin Kadir Gecesi olduğunu anlarsam, o gece ne diyeyim?” diye sordu.

Hz. Peygamberimiz (asm), “Allahım! Sen affedicisin, affı seversin, günahları bağışlamayı seversin, benim günahlarımı da bağışla,” diye duâ etmesini buyurdu.

Ne demişler, her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil. Duâmızı unutmayalım. Hayat üç gündür. Ama siz hayatı bu günden ibaret bilin. Yeniden doğmaya, yeniden yaşamaya hazırlanın İnşaallah. Belki de başka bir gün hiç olmayacaktır.

Not: Rıfat Bulut Amcamızın vefatını geç öğrendik. Rabbimiz, kendisinden ve hizmetlerinden razı olsun. Ruhuna binler Fatihalarla...

20.09.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (30.08.2008) - Bir bilsen ne kadar özledik seni

  (23.08.2008) - Kalbinin sesini dinle

  (16.08.2008) - Allah der giderim

  (09.08.2008) - Bu sırrı kim çözebilir?

  (02.08.2008) - Yanan ruhlar mı, yoksa ormanlar mı?

  (26.07.2008) - Kaybolan sevgiler, şimdi neredeler?

  (19.07.2008) - SIRAYI KİM KAPACAK?

  (05.07.2008) - Gafletten uzak, Allah’a yakın ol

  (28.06.2008) - Ümitsiz hayat ölümdür

  (21.06.2008) - Var Allahım var, duâlarda bir sır var…

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır