aşlığın sebebi “Hangisi daha üstün?” tartışmalarına girmeksizin kadın ve erkeğin birbirini “tamamlayıcılık” özelliğine vurgu yapma gayreti. Gerçekten de son bilimsel araştırmalar bunu net bir şekilde ortaya koymuş. Sözgelimi kadın beyni ve erkek beyni aynı ilâçlara farklı tepkiler verebilecek kadar birbirinden bağımsız. New Scientist dergisinin Temmuz 2008 sayısında bu farklılıklar hayli geniş bir şekilde sıralanmış. En temel farklılık kadınlarda his ve duygusal merkezlerin daha yoğun ve karmaşık, erkeklerde ise sosyal ilişkileri ve problem çözme yöntemlerini etkileyen merkezlerin daha yoğun olması. (Deneylerde kadınların ayrıntılara karşı daha duyarlı oldukları bir kez daha ispatlanmış. Yaşadıkları problemler yüzünden üzgün olan insanların da içinde bulunduğu bir grup denek içinden kadınlar üzgün olanları hemen gruplandırabilmişler. Erkeklerin ise bir insanın üzgün olduğunu anlamaları için ağladıklarını görmeleri gerekiyormuş!)
Deney neticeleri hayli uzun ve teferruâtlı. Ama okuduğunuzda kadın ve erkek cinsinin birbirini “tamamlayıcı” mahiyette her şeyi gören ve bilen bir Zât tarafından donatıldıklarını anlayacak kadar netler.
ERKEKTE CESARET VE CÖMERTLİK
KADINDA SADAKAT VE EMNİYET
Bu iki cins farklı özelliklerle donatıldıklarındandır ki, Kur’ân-ı Kerim’de onlara bir kul olma kimliği altında aile ortamında yüklenen vazifeler de farklıdır.
Bediüzzaman Hazretleri, Hanımlar Rehberi isimli eserinde evlilik kurumu içinde “kadında sadakat ve emniyet, erkekte ise cesaret ve sahavet (cömertlik) en temel özelliktir” der. Rehber’de yer alan Tesettür Risâlesi’nin Dördüncü Hikmetinde bununla ilgili bir bölüm vardır. Çünkü kadın ailenin iç işlerinden sorumlu idareci konumunda eşinin sahip olduğu her şeyin malının, evlâdının… korunması ile vazifeli bir memurdur. O yüzden eşine sadık olmalı, güven kırıcı hallerden çekinmelidir.
Erkek ise, eşini himaye etmek yani korumak, ona merhamet etmek ve hürmet göstermekle vazifelidir. Bu vazifeleri kadın ve erkeğin fıtratı istediği gibi aynı zamanda Kur’ân ve hadislerle de belirlenmiştir.
Nisa Sûresinin 34. âyeti erkeğin bu vazifesini “Kavvam” ifadesiyle tanımlar. Şöyle der: “Erkekler kadınlar üzerinde idareci ve gözeticidirler. Çünkü Allah insanların bir kısmını diğerlerinden üstün kılmıştır ve erkekler, mallarından kadınları ve çocukları için harcarlar. Salih kadınlara gelince, onlar Allah’ın emirlerine itaat edip kocalarının hakkına riâyet ederler ve Allah onların hukukunu nasıl koruduysa onlar da kocalarının malını, namusunu ve sırlarını kocalarının gıyabında korurlar…”
İşte asrımızda yaradılış kanunlarının Kur’ân ve Hadisle de uyumlu olan bu fıtrî vazife taksimindeki kargaşa sebebiyle kadın ve erkek kimlik bunalımı yaşamakta, aile kurumu darbe almaktadır. Feminizm akımı, biraz da bu kimlik bunalımından ortaya çıkmıştır desek hata etmiş olmayız. Feminizmde kadın için anne ve nikâhlı eş olma bir yüktür. Hatta feminizmin bazı frekanslarında (Sözgelimi Marksist Feminizmde) çocuğun bakımının, eğitiminin toplumsal bir vazife olduğundan devletin üstlenmesi ve ev işlerinin ücrete tabi tutulması gerektiği savunulur. Doğum kontrol yöntemlerinin her türlüsünün yaygınlaştırılmasına çalışılır. Bugün Batı toplumlarında kilise her ne kadar kürtaj muhalefetini her fırsatta dile getirse de bebek katliâmı devam etmektedir. Hatta dünyaya getirilen bebeğin ölüme terk edilmemesi için bebek kutularının günlük hayat içinde gayet sıradan bir olay olması ibretlidir! Malûm medyada bu tarz haberler “timsah gözyaşları” misâli zaman zaman yer bulabilmektedir.
Kadının fıtratından uzaklaşıp adeta erkekleşmesi toplum hayatını işte böyle alt üst eder. Bu durumun ağır faturasını ödeyenler, mağdur olanlar yine kadınlardır. Ve güzeldir ki, günümüzde kadınları anne ve eş olma kimliğine dâvet eden Batılı feministlerin sayısı gittikçe artmaktadır. Bir çalışmamızda konu edindiğimiz Eva Herman ve Silyviane Agecinski bunlardan sadece ikisidir…
ASR-I SAADETTEN BİR TABLO
Sahabe hanımlardan Ümmü Umare, bir gün Peygamberimize (asm) şöyle der: “Ey Allahın Resûlü! Her şeyi erkekler için görüyorum. Hiçbir şekilde kadınların zikredildiğini görmüyorum.” Bu sözler üzerine Ahzab Sûresi’nin 35. âyeti iner.
Âyette kadın ve erkeğin Rableri katında ancak takvaları, yani ibadetteki dereceleriyle üstün olabildikleri çok net ifade edilmektedir: “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, Allah’ın emirlerine uymakta sebat gösteren erkekler ve kadınlar, sabreden erkekler ve kadınlar, Allah’tan korkan erkekler ve kadınlar, zekât ve sadakalarını veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, namuslarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlar için Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”
Evet, âlemlerin Yaratıcısı kadın ve erkeği birbirinin eksiklerini “tamamlayıcı” ve ancak ibadette üstün gördüğünü belirtirken ve elçisinin (asm) hayatı da önümüzde capcanlı dururken günümüzde insanlara ne oluyor ki, “Kadın mı, erkek mi üstün?” tartışmaları içinde cinsiyet ayrımcılığı yapıyorlar? Hatta bazen buna İslâmî feminizm adını da takmaktan gocunmuyorlar?
Feminizmin doğduğu Batı dünyasında fıtrata dönüş yaşanırken, bizlerin onların beğenmeyip geri döndüğü yola hevesle koşmamız neden?
21.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|