Varlığın doğru algılanması ve tanımlanması fiziğin temel faaliyet alanı olmalıdır. Bu fiil yerine getirilirken temel alan varlığın kendisidir. Bu alan üzerinde çalışan fizikçi, varlığı gözleyen konumdadır. Yani yön veren değil şahit olan durumdadır. Bunu yaparken geçmiş birikimlerin oluşturduğu bakış açısı bir temel oluşturur. Bu temel üzerinde oluşturulan akıl bağlantıları ile bazı varsayımlar ortaya koyar.
Bu varsayımları gözlemleri ile doğrulamaya çalışır. Bu çalışmaların sonucunda bir model ortaya çıkar. Bu model belirli bir doğruluk ve gözlemlerle doğrulanmışlık durumuna geldiğinde ‘teori’ adını alır. Teorinin yanlış olduğu ortaya konamadığı sürece doğru kabul edilir ve bu teoriden elde edilen veriler pratik alana yansıtılıp varlıkla olan bağlantılar düzeyinde kullanılır. Bu fiziğin teorik düzeydeki bilgilerinin mühendisliğin uygulama alanına geçmesi demektir.
Teorik bir bilgi uygulama alanına geçirildiğinde yanlış bir algılama ile artık yaptırımı olan ve yön veren bir konuma geçmiş gibi kabul edilir. Bu vehim varlığın bu bilgiye uygun hareket ediyor olarak algılanmasından ortaya çıkar. Oysa varlık bilgiye ve teoriye göre hareket etmez, bilgi ve teori varlığın hareket tarzından ortaya çıkar. Bu bilgi de varlığı gözleyen bilim ya da insanın gözleme kabiliyeti ve kapasitesi ile sınırlıdır. Varlık bilgiye tabi değil, bilgi varlığa tabidir.
Big Bang (Büyük Patlama) adı ile bilinen teori de bu türden bir teoridir. Bu teori aslında maddeye ezeliyet isnat eden materyalist felsefe ile varlığın bir başlangıcı ve sonu olması gerektiğini ortaya koyan kilise ile arasındaki fikri mücadelenin zemini olmuştur. Kilise ve onun etkisindeki fizikçiler, Büyük Patlama teorisinin doğrulanması yönünde ciddî gayret içinde olmuşlar, çünkü bu teorinin ispatlanması ile inançlarının doğrulanacağını, varlık âleminin de bir Yaratıcı’nın varlığına delil olacağını düşünmüşler.
Bu ikili mücadele içinde bütün semavi kaynaklar ve dinler gibi Kur’ân ve İslâm düşüncesinin de yer alacağı alan elbette başlangıcı ve sonu olan bir varlık tanımı ve bu şekilde vücuda gelmiş bir kâinat senaryosu olacaktır. Bir teklik noktasından başlamış ve kemal noktasına doğru büyüyüp genişleyen kâinat fikri Kur’ân’ın genel varlık tanımına da uygun olan ve şimdiye kadar ortaya konan şekli ile vahyin ortaya koyduğu hakikatlere zıt bir tarafı henüz ortaya konmamış bir izah tarzıdır.
Dolayısıyla böyle bir varlık modeli ve teorinin ispatlanmış olması aslında Kur’ân’ın varlığı izah tarzına uygun bir bakış açısının bilim adamları tarafından kendi faaliyet alanlarında ortaya konması anlamına gelecektir. Ancak ‘bu teori doğrulanırsa Allah var, doğrulanamazsa materyalist felsefenin dediği doğrudur’ yaklaşımı çok ölçüsüz bir yaklaşım olur. Varlığın var olması Yaratıcı’nın en aşikâr delilidir ve aslında Yaratıcı’nın varlığı bir delile de muhtaç değildir. Bu alandaki faaliyet sadece fertlerin iç dünyasındaki sorulara bir cevap ve akıl ile imanlarını teyit arayışına bir destek olacaktır.
Yoksa bütün detayları ile planlamış ve her an kontrol altında tutulan bir sistemin parçası olan insanların varlığa dair ve algılama kapasiteleri ile sınırlı gözlemlerinin eşyaya yön verebileceğini vehmetmek ancak konumunu ve durumunu algılama noktasındaki gafletten kaynaklanabilir. Yapılan her deney bir gözlem demektir ve gözlem olanı anlamaya yarar. Elde ettiği veriler ise Var Eden’in var etme tarzını anlamaktır. Var edilen konumunda olan hiçbir şey, ‘var etme’ durumuna geçemez. Çünkü ‘var eden’ olmak ve ‘var edilen’ olmak varlık tanımı açısından bakıldığında temel ve değişmez tanımlardır. Yani var eden, var edilen konumuna ya da var edilen var eden konumuna geçemez. Ancak var edilenler Var Eden’in var ediş tarzını anlayıp onun özelliklerine dair hükümler çıkarabilirler.
Varlıkla ilgili gözlemler ve deneylerde bu durumun göz ardı edilmesi sebebiyle bazan insanlar zaman ve mekân bağlantılarını kaybedebilmekte ve kendi konumları ile ilgili yersiz vehimlere kapılabilmektedir. Bu noktada bir mü’minin pozisyonu çok sağlam olmalı ve kim tarafından yapılırsa yapılsın her gözlemin Âlemlerin Rabbi’nin san'atını gözlemek ve tarzını anlamak anlamına geldiğini unutmamalıdır. Gözlemi yapandan bağımsız olarak bizzat gözlenene bakmak ve mânâ-i harfi ile yani Yaratıcı’nın eseri olarak bakmak ortaya konan her hükmün imanı kuvvetlendirmesine bir zemin hazırlayacaktır.
Bu durumda ‘sonuç şu olursa imanımızı teyit eder, bu olursa inandıklarımız şüpheli duruma düşer’ yaklaşımı ortadan kalkar. Bu bakış açısına sahip bir ferdin hayatında yaşanan her şey, gözlenen her durum ve yapılan her deney Rabbi’nin varlığı şekillendirmesindeki san'atın harikalığının farklı bir boyutuna şahit olmak anlamına gelecektir. Şartlar ve sonuçlardan bağımsız olarak her durum şahitliğine ve imanın kuvvetlenmesine vesile olacak her deneyin bütün sonuçları onda aynı olumlu neticeleri verecektir.
22.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|