On farklı ülkeden 3000 kadın üzerinde yapılan araştırmalarda her yüz kadından sadece ikisinin kendini “yeterince güzel” bulduğu neticesini sizlerle paylaşmıştık.
Medya sineması, televizyonu, reklâmı, modası kozmetiği ile adeta kadını “sanal bir kafes”e hapsediyor. Basmakalıp güzellik ölçülerini dayatarak kadınları ve geleceğin anneleri olacak genç kızları “güzellik takıntılarına” maruz bırakıyor. Aileyi ve toplumu yanlış yollara sevk ediyor.
Araştırmanın bir başka neticesi de genç kızların üzerindeki “psikolojik baskı” ile ilgili. Şöyle ki:
*Bütün dünyada 15-17 yaş arasındaki kızların % 72’si görünüşlerinden memnun olmadıkları için belirli faaliyetlerden kaçınıyor.
* Bütün dünyada kızların % 92’si fiziksel görünüşlerinin en azından bir yönünü değiştirmek istiyorlar.
* Kadınların % 51’i büyürken annelerinin keşke onlarla güzellik ve bedenlerinin imajı konularında konuşmuş olmalarını diliyor.
(Kaynak: Dove’un “Klişelerin Ötesi” Araştırması, 2005)
Öyle ki, bazen genç kızlardaki bu “güzellik takıntıları”nın sonu ölüme kadar varabiliyor.
Geçtiğimiz günlerde “zayıflama takıntısı” yüzünden yaşanan ölüm olaylarını hatırlayacaksınız. Batı ülkelerinde bu tür vak’aların sayısı yine medyadan öğrendiğimize göre çok daha fazla, ama görünen o ki, Batı özentisi hayat tarzlarını taklit bize de aynı arızaları sık sık yaşatacak!
İşte tam da bu noktada annelerin kız çocuklarını “gerçek güzellik” kavramı üzerinde bilinçlendirmeleri çok önemli. Araştırma neticelerini okurken hak verdiğim bir uzmanın yaptığı şu tesbit ne kadar da yerinde:
“Anneler! Kozmetik endüstrisi kızlarınıza ulaşmadan kızlarınıza gerçek güzelliğin ne olduğunu anlatın!”
Başörtüsü imtihanında neden zorlanıyoruz?
Yaklaşık otuz yıldır kadınların örtünmesi konusu “demokratikleşme” noktasında bu ülkenin hep sıcak gündemini oluşturdu.
Tıpkı Güneydoğu problemi, Alevilik meselesi, AB ile entegrasyon çalışmaları gibi…
12 Eylül İhtilâlinin hak ve özgürlüklere yaptığı darbelerden bir tanesi de (Her ne kadar sakallı öğretim üyeleri de etkilendilerse de) başörtüsü üzerineydi. O yıllardan bugüne İhtilâl Anayasasında zaman zaman yeni düzenlemeler yapılmaya çalışılsa da aynen masaldaki gibi “Bir arpa boyu bile ilerlenemedi”. Anayasada yeni düzenleme yapılması gerektiği konusundaki her istek sahibi adeta cezalandırıldı.
Bunun en son örneği üniversitelerdeki türban yasağı konusunda anayasada hak ve özgürlükten yana düzenleme yapılması gerektiği yönünde bir rapor hazırlayan Dr. Osman Can’ın ders verdiği üniversitede bu öğrenim yılında vazifelendirilmemesi (!)
Başörtüsü probleminde ülke olarak demokrasi imtihanını bir türlü çözemememizin tek sebebi 12 Eylül İhtilâli ve Anayasası değil şüphesiz.
Otuz yıllık süreci şöyle bir gözden geçirdiğimizde çoğu anne babanın, toplumun, kadının haklarını savunduğunu söyleyenlerin “çifte standart”larını kolayca görmek mümkün. Anne babaların büyük bir bölümünün yasağın başlarındaki dirençleri bu süreçte çözülmeye yüz tutmadı mı? (Ne güzeldir ki, bu konuda istisna teşkil edecek örnek aile modelleri mevcut ve zor da olsa buldukları alternatif yöntemlerle sayıları artıyor) Kimi hocalar, şimdilerde kullanılan tabirle “kanaat önderleri” tesettürü füruat olarak değerlendirip bir “çözülmeye” sebep olmadılar mı? Cinsiyet ayrımcılığına karşı olduklarını, kadın haklarını savunduklarını söyleyen feministler de, kadın dernekleri, kadın dergileri de olayı görmezden geldiler. Malûm medyada başörtülü kadın eğer eğitim almak istiyorsa hep “potansiyel terörist” olarak sunuldu.
Netice itibarıyla başörtüsü mücadelesinde kadın bir şekilde yalnız bırakıldı, desteklenmedi…
“Nasılsanız, öylece de idare edilirsiniz” düsturunca, kendi kafa yapımızı insan hak ve özgürlüklerinden yana değiştirmedikçe “kronik”leşmiş, “müzmin” hale gelmiş problemlerimizi çözmemiz sizce mümkün mü?
Bu konuda yapılabileceklere dair Boğaziçi Üniversitesindeki birbirinden çok farklı düşünceye sahip gençler, demokratikleşme noktasında hepimize güzel bir ders vermediler mi?
Her şeye rağmen gelecekten elbette ki ümitvârız…
05.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|