"Gerçekten" haber verir 06 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

İHMALİN BEDELİNİ GENÇLERİMİZ ÖDÜYOR

Aktütün saldırısıyla ilgili olarak medyada çıkan yorumlarda sorgulayıcı yaklaşım öne çıktı. Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi, “Kusuru olan

nPALAVRALARI BIRAKIP İTİRAF EDELİM

Akşam'daki yazısında “200 bin kişi ile bir avuç eşkıyanın-üç tane kıçı kırık PKK’lı sergerdenin hakkından gelemiyoruz. Palavraları bırakalım ve itiraf edelim. Ortada resmen bir görev hatası var” ifadelerini kullanan Halit Kakınç, “Her zamanki gibi birtakım bahanelere sığınarak başarısızlığınızı örtbas etmeyin. İstisnasız göreve gelen bütün hükümetler, her istediğinizi verdi. Geriye ne kaldı?” diye sordu.

06.10.2008


Bana normal gelmiyor

Dün aynı kanlı filmi çaresizce yeniden seyrettik. Bu kez, Aktütün Karakolu’na düzenlenen saldırıda, 1 astsubay, 6 uzman erbaş, 8 erbaş ve er şehit oldu...

İki uzman erbaş kayboldu... Altısı ağır yirmi bir askerimiz de yaralandı. Hep soruyorum, çünkü bu ürkütücü durumu garipsiyorum... Askerler ülke ve toplumun güvenliğini sağlamıyor mu? Bu amaç için de öncelikle kendi güvenliklerini sağlamaları gerekmez mi? Peki, nasıl oluyor da 16 yıldır Aktütün Karakolu sürekli baskına uğrayıp, bunca şehit veriyor?

* * *

Ayrıca... Sınır ötesi harekát... ABD ile istihbarat paylaşımı... Bölgeyi ‘BBG evi gibi izlediğimizi’ söyleyen askeri yetkililer...

Bütün bunlara rağmen askeri karakolu basmayı gözü kesen, üstelik on beş askerimizi öldürüp, yirmiyi aşkınını yaralayan, ikisini de muhtemelen alıp götüren silahlı bir grup nasıl bu kadar rahat hareket edebiliyor? Bu nasıl mümkün oluyor? Sınır ötesi derken, sınırlarımız içindeki, üstelik de defalarca baskın yemiş bir askeri karakolu nasıl savunamıyoruz, nasıl saldırıları püskürtemiyoruz? Bunları yüksek sesle sorup, tartışmalıyız. Aynı kalıp cümleler, sonunda hep gencecik insanlarımızın ölmesiyle sonuçlanıyor çünkü...

* * *

Bir başka konu... Güneydoğu’ya yollanan askerlerimizin askeri eğitimi. Fısıltı gazetesi... Yeni üniversite mezunu, kısa dönem askerlik yapanların da buradaki riskli bölgelere gönderildiğini yayıyor. Bu doğru mu?

Ortaya çıkan tabloda, bundan kaynaklanan bir eksiklik mi söz konusu? İyi ve doğru gitmeyen bir durum var... Bunun sebepleri ne?

Bunları sorgulamadan bu derin acıyı, çaresiz öfkeyi aşamayız...

* * *

Bunların da ötesinde...

Dün yaşanan acının zamanı ve zemini, bana daha büyük ve kanlı bir senaryonun parçası olmaya doğru itildiğimiz hissini veriyor.

Bunun nedenini dışarılarda değil, içerde arama eğilimdeyim.

Dünkü dehşet verici olayı Altınova’daki provakatif eylemlerden bağımsız görmüyorum.

Okuru ‘insan öldürmeye’ kışkırtan yazıları ‘fikir özgürlüğü’ sayan yargı kararlarını da...

Dağlıca Baskını ertesinde ortaya dökülen ve üzerine yeterli projektör yakılmayan iddiaları da unutmadık.

Terör görüntüsü, Türkiye’nin altındaki halıyı çekip, ülkeyi Türk- Kürt çatışmasına sürüklemek ister gibi...

Yürek yakan şehit cenazelerinin, bu kışkırtmaların yeni sahnesi olmasından ürkerim.

* * *

Her benzeri olayda, askerlerimizi şehit eden gizli ve kanlı irade inisiyatifi ele alıyor...

Çünkü şiddeti tutamaksız kılacak, kitlesel tabanını eritecek, demokratik bir çözümle ‘Kürt Sorununu’ bitirecek bir irade yok...

‘Savaştan’ nemalanan kanlı ve derin dayanışmalar, inisiyatif boşluğundan yararlanarak hepimizi kanlı bir bataklığa sürüklemeye uğraşıyor.

Hep aynı acı ve ertesinde tekrarlanan klişelerden bıktık usandık...

Çözüm üretilmediği, siyasal irade gösterilmediği için çocuklarımız ölüp duruyor...

Kendi güvenliğini korumakta sıkıntı çeken savunmanın, cesaretle çözüm üretemeyen siyasetin mağduru hep aynı: Gencecik insanlarımız...

Aktütün Karakolu’na bir yeni baskın yapılmasını, yeniden onca şehit verilmesini beklemenin, savaş lobisi dışındakiler için bir anlamı var mı?

O halde, neden topluca ‘savaş lobisini’ yok edecek bir iradeyi göstermiyoruz?

Bu kanlı vahşet karşısında bu kadar mı aciziz?

Star, 5.10.2008

Mehmet Altan

06.10.2008


Hesabı sorulmalı

BİLMEDEN kimsenin kimseyi suçlama gibi bir hakkı yok.

O nedenle 3 Ekim günü öğleden sonra Şemdinli sınırları içindeki Aktütün Jandarma Sınır Bölüğü’ne ve bölüğün güvenliğini sağlamakla görevli Bayraktepe’deki askerlerimize yapılan PKK saldırısıyla ilgili gerçekleri öğrenmek için bir süre beklemek zorundayız.

Ama elimizde insanı düşündüren bazı veriler var:

Bu beşinci saldırı imiş. Daha önce, ilki 1992’de olmak üzere 4 saldırı daha yapılmış.

Bu defa 15 yiğidimizi şehit verdik. İlk, yani 1992’dekinde verdiğimiz şehit 22 imiş.

Ve bugüne kadar aynı yerde verdiğimiz şehitlerin sayısı 44’ü bulmuş.

Bu bilgilere bakınca “İkide bir saldırıya uğrayacağı belli olan bu birliğin güvenliği için gerekli tüm önlemlerin ihmal edilmiş olmasını düşünmek bile abestir” diyorsunuz.

Peki ama aksayan nedir?

Yukarıda dediğimiz gibi “harekátın” hangi koşullar içinde sürdürüldüğünü bilemiyoruz. Ama PKK bu saldırıda gerçekten 350 kadar silahlı terörist kullandıysa bizim de onlara 1350 kadar askerle yanıt verme şansımız yok muydu?

Keza askerimizin silah gücü, kullandığı teknoloji PKK’nınkiyle kıyaslanamayacak kadar yüksek olduğuna göre, 5 saat süren çarpışmadan alabileceğimiz en iyi sonuç (henüz bilinmeyenler hariç) “23 PKK’lıyı etkisiz hale getirmek”ten ibaret mi olmalıydı?

Aslında öteden beri üstünde durduğumuz ama ilgililere bir türlü duyuramadığımız bir husus daha var:

Bu tür büyük bir olay yaşandığı zaman acaba o olay ardından “Yapılmış bir yanlış var mı? Varsa sorumlu kimdir?” sorusu soruluyor mu? Resmi bir inceleme yapılıyor, kusurlu görünen varsa bunun bedelini ödemeye mecbur ediliyor mu?

Örneğin, 1992’deki Aktütün baskınında 22 şehit verdiğimiz zaman o olay soruşturma konusu yapılmış mıydı? Yapıldıysa ne sonuca ulaşılmıştı? Bir kusur söz konusu idiyse bu yüzden yargılanan olmuş muydu?

Bu soruların yanıtlarını bilmiyoruz. Kamuoyu da bilmiyor.

Bilinmeyince “kusuru olanın üstüne gidilmiyor” diye düşünenler haksız mı oluyor?

Bu açıdan bir örnek verelim:

Mayıs 1993’te 33 askerimiz Bingöl-Elazığ arasında alçakça kurşuna dizildiği zaman yeterli güvenlik önlemi almadan o evlatlarımızı otobüse doldurup gönderen komutanlardan hesap sorulması gerektiğini yazdığımızı anımsarız. Bu yüzden başlatılan soruşturmanın yıllarca savsaklandıktan sonra göstermelik birkaç ceza ile kapatıldığının farkındayız.

Ama bir gerçek var:

Kusuru olan varsa onu ortaya çıkarmak ve hesabını sormak amacıyla soruşturma yapılmadığı zaman, bu ihmalin bedelini bir sonraki baskında şehit olan yavrularımız ödüyor.

Tekrar ediyoruz:

Kimseyi suçlamaya hakkımız olmadığının bilincindeyiz. Ama evladını askere gönderen anaların yüreğinin bir ölçüde olsun rahat edebilmesi için, evlatlarına gerektiği gibi sahip çıkmayanların da bedel ödediğini görmeleri gerektiğini savunuyoruz.

Hürriyet, 5.10.2008

Oktay Ekşi

06.10.2008


Aktütün Karakolu’nun savunulmasındaki zaaflar bilinmiyor muydu?

Aktütün Karakolu’nun dört kez saldırıya uğraması ve her saldırıda şehitler vermemiz meselesi, herhalde askerlik mesleğinin mensupları tarafından tartışılmalıdır.

“Şehitlerimizin kanları yerde kalmayacak” veya “Gereken neyse hepsi yapılacak” benzeri açıklamaların, bu noktada kamuoyunu tatmin etmeyeceği artık bilinmelidir.

Bu konuda ilk akla gelen soru şudur:

- Aktütün Karakolu eğer savunulması imkânsız ve saldırılara çok açık bir mekânda ise, bundan önceki saldırılar ertesinde neden durum değerlendirmesi yapılmamıştır? Bu alanın savunulmasındaki zaafları giderecek tedbirler neden alınmamıştır?

(...)

Bir diğer cevap aranılması gereken soru da herhalde şu olmalıdır:

- İstihbarat faaliyetlerimizde bir zaaf mı var ki, bu kadar büyük kayıplara yol açan saldırılar, ancak gerçekleştikten sonra öğreniliyor? Pilotsuz uçaklarımızın gözlemleri, Irak’taki ABD kuvvetleri ile istihbarat alanındaki işbirliği, yerel istihbarat çalışmaları hiç sonuç vermiyor mu?

Biliyoruz ki bu ve bunlara benzer sorular askerlik mesleğinin profesyonelleri tarafından da seslendirilmekte.

Ve biliyoruz ki özeleştiri yapılamayan mesleklerde hatalar birbirini kovalar.

Askerlik mesleğindeki hatalar ise, can kayıpları ile sonuçlanır.

Sabah, 5.10.2008

Mehmet Barlas

06.10.2008


SORULAR

Aynı karakolun 5 kez üst üste basılması, TSK açısından bir zaafı sergilemiyor mu?

Büyük miktarda teröristle saldırı yapanlar, istihbaratı nasıl atlattı?

ABD ile ortaklaşa paylaşılan istihbarata ne oldu? Yoksa, paylaşım dönemi bitti mi?

Geçen kış PKK’ya karşı büyük başarılar elde ettiğimiz söyleniyordu, yoksa PKK o kadar da büyük bir darbe yemedi mi?

Habire profesyonel ordudan bahsediliyor, ama ortada böyle bir ordu yok. Askerlik görevini ifa eden gencecik yavrularımıza nasıl bir eğitim veriliyor?

Sivil alanda ne yapılıyor? Yine geçen kış Kürtçe yayın yapacak bir TV kurulması karara bağlanmıştı, hálá bir netice yok. Bölge PKK’nın yayın organı ROJ TV’nin kuşatması altında.

Ne zaman Kürt vatandaşlarımıza biz ulaşacağız?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, makama oturur oturmaz ilk gezisini Güneydoğu’ya yapmış, büyük vaatlerde bulunmuştu. Devlet adına verilen sözlerden hangileri tutuldu? Yoksa sivil irade sadece laf üretmeye mi yarar?

Hürriyet, 5.10.2008

Cüneyt Ülsever

06.10.2008


BASKIN TEKERRÜR EDİYOR

Dün Aktütün Karakolu basıldı haberini duyduğumda olduğum yerde kalakaldım.

Şehit sayısını öğrendiğimde bağırmamak için kendimi zor tuttum.

Öfkeme hakim olmak benim için hiç bu kadar güç olmamıştı!

Kendi kendime “nasıl olur, nasıl olur, nasıl nasıl” diyordum.

Hani, bölge BBG Evi gibiydi.

Hani, genelkurmay karargahı teknolojinin verdiği imkanlarla terörist harekatları adım adım izliyordu...

F-16’lar bir yıldır Kuzey Irak’taki teröristleri değil de sadece dağı taşı mı bombalıyor?

İşin açıkçası “oralarda neler oluyor”, bu bilgiden mahrumuz.

İhanet mi var? Aklıma bile getirmek istemiyorum.

Gaflet mi var?

Ama gaflet olmadan aynı karakol aynı metotlarla beş kere basılınca akla başka bir şey gelmiyor! Bunun makul bir açıklaması var mı?

Bence Genelkurmay bu sorunun cevabını vermeli!

Cemil Çiçek diyor ki, “Tezkere’nin görüşülmesi öncesi bu eylem manidar...”

İyi de eğer böyleyse durumun vahameti daha da artıyor demektir.

Bu durum, PKK’nın istediği zaman istediği eylemi, istediği olaya yön verebilecek biçimde ortaya koyabilme gücüne eriştiği anlamına gelmiyor mu?

Bölgeden gelen her haber oğulları oralarda askerlik yapan binlerce aileyi kaygılandırıyor.

Yani düşünüyorum da neredeyse tam 30 yıl oluyor PKK terörü başlayalı.

“Köküne kibrit suyu dökülecek”, “döktükleri kanda boğulacaklar”, “Hainler gereken cezaya çarptırılacaklar” vs...

Bilesiniz ki bu sözler artık milleti kesmiyor.

Şehirlerde de kavga alevlenmek üzere!

Ne yapılacaksa yapılsın artık.

İnsanlar daha şimdiden 3-5 yıl sonra askere gidecek evlatlarının akıbetinden endişe etmeye başladılar.

Galiba tarih tekerrür ederken bundan ders çıkaramıyorlar.

Bugün, 5.10.2008

Nuh Gönültaş

06.10.2008


ARTIK YETER!

Gerçekten yeter!.. Zülfiyare dokunursa dokunsun. Fincancı katırları ürkerse ürksün. Dilerlerse bu satırların yazarını ve benzer görüş serdedenleri vatan haini ilan etsinler.

Açıkça söylüyorum:

200 bin kişi ile bir avuç eşkıyanın-üç tane kıçı kırık PKK’lı sergerdenin hakkından gelemiyoruz. Türk Milleti kandırılıyor. Türk Ordusu’nun başarısızlığı, hiçbir geçerliliği ve tutarlılığı olmayan laf ebelikleri ile kamufle ediliyor.

Milletin evlatları helak oluyor. İşin kötüsü helak edilmesine göz yumuluyor.

PKK’lının elinde ağır silah yok. Hava gücünden yoksun. Piyade tüfeği ile aynı karakol noktasına beşinci baskınını veriyor.

Görev yapan eratın başında yine bir astsubay var. Üst rütbeli subaylar nerede?

Palavraları bırakalım ve itiraf edelim. Ortada resmen bir görev hatası var... Sakın ola can veren o fedakâr Mehmetçikler’i suçlamaya kalkmasınlar... Sebep erlerin eğitimsizliği değil. Eri istediğin kadar eğit. Başına subay lâzım. Ara ki bulasın. Bu iş başlayalı kaç yıl geçti, artık hatırlayamıyorum.

Dünya alay ediyor.

Örtbas etmeyin!

Yapmayın. Her zamanki gibi birtakım bahanelere sığınarak başarısızlığınızı örtbas etmeyin. İstisnasız göreve gelen bütün hükümetler, her istediğinizi verdi.

Geriye ne kaldı? Türk Silahlı Kuvvetleri’ni korumak için banka kapılarında gördüğünüz sivillerden korumalar mı tutalım?

Hain Pusu başlıklı yazımda anlatmaya çalışmıştım... Daha da kötüsü tekrarlandı. Alıştık, bu iş bu şekilde devam edecek deyip susalım mı?

Bir başka yazımda Bari şu APO’yu salıverin... Dağdaki PKK’lılara da birer Nataşa bulup everin... Çeyizlerini de bütçeden verin, top-tüfek almaktan ucuza gelir diye acı bir gönderme yapmıştım. Zekâsı kıt bir kısım zevat, tepki vermişti. Şimdi ne demek istediğimi anladılar mı?

Ne kaldı söylenmedik?

Herif silahını almış dağa çıkmış. Yalvararak mı indireceksin? Yalvaralım mı?

Subayların maaşlarını mı keselim? Yoksa Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nı Diyarbakır’da mı kuralım?

İtiraf edin!

Arkadaş... Bu ülkenin 56 yıllık bir vatandaşı olarak, bu felaketlerin sorumluları kimler, bilmek istiyorum. Sivil bir halt yerse, ipliğini dakikada pazara çıkartıyoruz. Eğer asker kesiminde bir şeyler yanlış gidiyorsa, onları da bilmek-görmek, tanımak istiyorum.

Genelkurmay Başkanı’nın komutanların görev-sorumluluk bölgelerini ayırmasını istiyorum. Bölge komutanına, her kimse, Niye doğru dürüst tedbir almadın? diye sormasını ve en ağır şekilde cezalandırmasını istiyorum.

Subayların bu bölgede ayrıca bir hizmet tazminatı aldıklarını duyuyoruz... Teknik olarak yapılması gereken yapılamadığına göre... Birliğin başında yine subay bulunmadığına göre... Karakollarda bu durum ortaya çıktığına göre... Sadece başarısızlardan değil, meslek olarak bu görevi seçmiş herkesten bu tazminatların kesilmesini istiyorum.

Baskından korumak için kurulmuş bir yer, beşinci kez baskına uğramaz. Harbedemiyorsak, bunun da geçerli nedenleri ile birlikte resmen itiraf edilmesini istiyorum.

Star, 5.10.2008

Halit Kakınç

06.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır