Risâle-i Nur, aynı zamanda hem enfüsî, dahilî cihetinde çalışmış, hem de kalb ve ruh içinde marifetullaha (Allah’ı bütün esmâ ve sıfatlarıyla tanımaya, bilmeye) geniş ve her yerde yol açmış.
Adeta Mûsâ Aleyhisselâm’ın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış... Yani, teneffüs ettiğimiz havada, içtiğimiz suda, gördüğümüz manzarada, kullandığımız eşyada Esmâ-i İlâhiyeyi okutur; direkt bizi Rabbimize ulaştırır. Yani, ilmî, aklî, kalbî, vicdânî bir seyr ü sülük (manevî gezi ve gözlem) yaptırır.
Risâle-i Nur’da hakikat mesleğiyle getirilen yeni metotla hem felsefenin hücumlarına set çekilir, hem de ferdlerin bu hâli ve kalbî ihtiyaçları karşılanır:
Gıda ve taam (yemek) hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem nefis, hem his hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl, cüz’î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler.1 Nur dairesi hakikat mesleğinde giderken, aynı zamanda tarikatlerin faydasını da temin eder.2
Çağımız astronomik rakamlarla işini yürütüyor. Risâle-i Nur “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” mesleğiyle buna paralel bir vird ve zikir ufku açar. Vird, zikir ve tesbihatı da ilimler penceresinden yaptırarak genelleştirir:
“Siracü’n-Nur’u tashih ederken, bu Ramazan’da ehemmiyetli virdlerime tam vakit bulamadığımdan müteessir oldum. Birden ihtar edildi ki: Okuduğun bu mebhaslar, bir cihetle ibadet olduğu gibi, hem ayn-ı marifetullah ve zikrullah ve huzur-u kalbi ve muhabbet-i imaniye olmasından, senin noksan bıraktığın virdlerinin yerini tam doldurur. Ben de Elhamdülillah, dedim.”3
İşte, Bediüzzaman’a şu tesbiti yaptıran bu hakikattir: “Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (ra) ve Şah-ı Nakşibend (ra) ve İmam-ı Rabbânî (ra) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidilmez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
“Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım…
“Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan malûm Sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.”4
İşte Risâle-i Nur; modern fen, sosyal ve manevî ilimleri harmanlayıp iman, İslâm esaslarını ispat edip izah etmiş; çağın şartlarına uygun yeni bir hizmet stratejisi, yeni bir irşad ve tebliğ üslûbu getirmiştir. Ve bütün seküler felsefeleri çürütmüş, ateist filozofları yerden yere vurmuştur. Aynı zamanda Kur’ân ve Sünnete dayalı muhteşem bir ruh / duygu ve nefis terbiyesi metodu geliştirmiştir. Bunun adı: Hakikat mesleğidir.
Dipnotlar: 1- Emirdağ Lâhikası, s. 59.; 2- Emirdağ Lâhikası, s. 211.; 3- Emirdağ Lâhikası, s. 211.; 4- Mektubat, s. 27.
06.10.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|