Ezelî ve ebedî bir hayatın sahibi olan Cenâb-ı Hakkın, sübûtî sıfatları içinde sayılan sonsuz bir ilmi vardır.
O ilim sıfatı, sâir sıfatlar gibi Allah’ın zâtındandır. Ondan ayrı olması düşünülemez. Nasıl ki, güneşin zâtı olup, ışığı bulunmamak mümkün değilse,umum mevcudâtı intizam ile îcat eden zâtın ilmi olmaması binler derece daha mümkün değildir.
Kur’an- ı Kerimde “O, kalplerden geçen en gizli sırları bilir.” “Gerçek bilgi ancak, Allah katındadır.” “Gaybı, Allah’tan başkası bilemez.” “O, her şeyi hakkıyla bilir”mealindeki nice âyetler, Allah’ın sonsuz, her şeye nüfuz eden ve her şeyi kuşatan bir ilme sahip olduğunu bildirir. Hiçbir şey ondan gizlenemez. Her şey daire-i nazarındadır ve her şeye nüfuzu vardır. Sonradan yaratılmış olan güneşin ışık ve ışınları her yere nüfuz ederse ve röntgen şuâlarından hiçbir şey gizlenemezse, elbette Allah’ın zâtından olan ve her şeyi kuşatan sonsuz ilminin nurundan hiç bir şey hâriç kalamaz ve saklanamaz.
İlâhî ilmin varlığına ve her şeyi kuşattığına had ve hesaba gelmez deliller vardır. Bunun böyle olduğuna her varlıktan şahitler getiren Bediüzzaman, o ilm-i muhitin vücudunu cerh edilmez delillerle ispat etmiştir. Ezcümle: bütün mevcudatta görünen umum hikmetler o ilme işâret eder. Zira, gayeler, maksatlar ve faydaları takip ederek iş görmek ancak ilim ile olur. Kör tesadüf ve cansız sebeplerin işi olamaz. Meselâ, insanın diline hem konuşma, hem yediklerini yutma, hem de on binden fazla farklı tatları tanıma vazifelerini ve gayelerini yüklemek yalnız muhit bir ilmin işi olabilir.
Keza, bütün mevcudattaki süslü ve ziynetli yapılışlar yine o ilme işâret eder. Kuşların, balıkların, sinek ve kelebeklerin, meyve ve çiçeklerin, hususan her insana has güzelliklerin verilmesi, o nihayetsiz ilmi gösterir. Lütuf ve ihsanla iş gören, elbette yaptıklarını bilir ve bilerek yapar.
Keza, ölçülü ve intizamlı bir keyfiyette yaratılan umum mevcudat bir ilm-i muhite işâret eder. Çünkü, intizam ile, ölçü ile iş görmek ilim ile olabilir. Meselâ, bir terziye gidildiği zaman hemen elbiseyi yapmaz. Önce, ilmine dayanarak çeşitli ölçüleri alır ve birkaç provadan sonra elbiseyi ortaya çıkarır. Terzilik ilminden habersiz bir insanın dikeceği elbise, istenilen sonucu vermez.
Keza, bütün canlılara, her birisine münasip bir tarzda ve uygun vakitte, hem de ummadığı bir yerden rızkını vermek, yine Allah’ın her şeyi kuşatan ilmine şahitlik eder. Çünkü, rızkı veren, rızka muhtaç olanları bilecek ve ihtiyacını idrak edecek ki, rızkını versin. Bilmeyen bunu nasıl verir? Meselâ, yeni doğmuş bir yavruyu yaratan ve onun muhtaç olduğu rızkın ne olduğunu bilen bir zât ancak anasını bir süt fabrikası gibi yaparak o yavruya hizmetkâr edebilir ve münasip bir vakitte rızkını gönderebilir.
Keza, bütün canlıların bilinmezlik içinde belli bir kanuna bağlı olan ecelleri ve ölümleri yine o ilm-i muhiti gösterir. Çekirdeklerin içindeki şifrelerin muhafazası ve taze bir hayata dönüştürülmesi de Allah’ın ilminin her şeye taallûkuna işâret eder.
Keza, bütün mevcudatı içine alan ve lütuf ve ihsanlarda bulunan geniş rahmet dahi o ilmi gösterir. Çünkü, yer yüzündeki nebatata yağmur ile yardım eden bir zât, elbette onların ihtiyacını görür, yağmurun onlara lüzumunu derk eder, sonra gönderir.
Keza, eşyanın tam bir kolaylık ve çabuklukla yapılması yine Allah’ın her şeyi kapsayan ilmini gösterir. Çünkü, ne kadar çok bilinirse, o kadar çabuk ve kolay yapılır. Nispeti ilim ile orantılıdır.
Elbette, böyle her şeyi kuşatan bir ilim sahibi, insanların da yaptıkları bütün amelleri görür ve insanların neye lâyık ve müstehak olduklarını bilir ve hem bu dünyada, hem de özellikle öbür âlemde ona göre muamele edecektir.
Not: Bayramınızı tebrik eder, alem-i islâma hayırlar getirmesini Cenab-ı Haktan niyaz ederim. S.C.
01.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|