Dar akıllarına sığıştıramadıkları için bir kısım insanların inkârda kaldıkları meseleler vardır. Daha çok imanla ilgili olan bu tarz müşküllerin ispat ve îzahına ihtiyaç olur.
Kur’ân-ı Kerim’de ince ve derin mânâların anlaşılması için temsiller ve teşbihler yapılmıştır. Tâ ki, geniş halk kitleleri o hakikatleri kavrayabilsin. Meselâ, kıştan sonra baharda ölmüş dünyanın yeniden diriltilmesi, kıyamet sonrasında insanların yeniden diriltileceğine örnek gösterilmiştir. Allah’ın şefkat, rahmet ve kudret eli mânâsında “Allah’ın eli bütün ellerin üstündedir” teşbihi yapılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’in temsillerle en derin hakikatleri anlatma metodunu takip eden Bediüzzaman Hazretleri, temsil merdiveni ile en yüksek hakikatlere çıkmış, yine temsil dürbünüyle en uzak hakikatleri en yakın etmiştir.
İşte, imanî meseleler içinde aklın anlamakta zorlandığı konuların başında, kâinatın ve mevcudâtın hiçten ve yoktan yaratılması gelir. Bu zorluğun sebebi, Allah’ı gerçek anlamda tanımamak, isim ve sıfatlarıyla bilmemektir. İnsanın, kendi âcizliği ve zayıflığıyla birlikte Allah’ı kendisiyle kıyaslayıp, kendisi hiçten ve yoktan bir şey yapamadığı gibi, Allah’ın da yapamayacağını zannetmesidir.
Halbuki, Allah (cc) mutlak kudret, kuvvet, ilim ve irâde gibi sıfatları olan sonsuz bir gücün sahibidir. Eşi, ortağı, benzeri yoktur. Muinlere, vezirlere ve yardımcılara da ihtiyacı yoktur. İlmi bütün âlemleri ve her şeyi kuşatmıştır. İlminin dairesi dışında kalan hiçbir şey yoktur. Varlık âlemleri gibi yokluk âlemleri dahi ilminde mevcuttur. Zaman, mekân, zaaf, noksan ve madde gibi bütün kayıtlardan münezzeh ve berîdir. “Bir şeyi yaratmayı irâde ettiği zaman, onun işi sadece ‘Ol!’ demektir. O da hemencecik oluverir.” (Yasin Sûresi: 82) Allah’ın ilminde her şey mevcut olduğundan, adem-i mutlak denilen mutlak yokluk yoktur. Her şeyin plân ve projesi İlâhî ilminde mevcuttur. Hâricî vücudu olmayan bu ilmî varlıklar için adem-i hâricî tâbiri kullanılır. Yani, henüz görünürde olmayan, fakat ilmî vücudu hazır olan varlıklar denilir.
İşte, Allah’ın eşyayı îcadı, Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği örnekte olduğu gibi; tıpkı fotoğraf merceğine yansıyan misâlî sûretin, tam bir kolaylıkla fotoğraf kâğıdına aksettirilerek ona hâricî bir vücut verilmesi gibidir. Yahut, görünmez bir mürekkeple yazılan bir yazının, onu göstermeye mahsus ilâcın sürülmesiyle göze görünmesi gibidir. Allah (cc), kudretinin bir cilvesi olan kuvvetini, ilminde mevcut olan eşyanın plân ve projeleri üzerine, o ilmî mahiyetlere sürer, zâhirî yokluktan çıkarıp, hâricî vücuda mazhar eder. Böylece, zâhiren yok olan sanatlı şey, var olur ve göze görünür.
Ana rahmindeki bir çocuğun zerrelerini elementler âleminden muayyen kanunlarla toplayıp inşâ ve terkip eden Cenâb-ı Hak, o çocuğun şeklini, sûretini ve onu bütün insanlardan farklı kılan karakter, mizaç, huy ve sâir ahvâlini hiçten îcat edip ona verir. Bu, herkes tarafından görülebilen sâbit bir hakikattir. Bütün nebatât ve hayvanâtın da îcadı böyledir. Ya mevcuttan toplayıp inşâ etmek, ya da hiçten ve yoktan yaratıp vermek tarzındadır.
“Her şey helâk olup gidicidir. Ona bakan yüzü müstesna.” (Kasas Sûresi: 88) Bu âyete göre, kıyametle kâinat ve her şey helâk olup yokluğa gidecek. Ancak, bu yokluk, mutlak yokluk değildir. Çünkü, Allah’ın ilmi hâricinde bir şey yoktur ki oraya gidilsin. Hâricî vücudu yok olan umum varlıklar, Allah’ın ilminde mahfuz kalır. Hâricî vücudun yok olması ise, ilm-i İlâhide var olan mevcutlara bir ünvandır ki, ona adem-i hâricî denilir. İşte, kâinatın kıyametle harabından sonra yok olup, yoktan yeniden yaratılması, Allah’ın ilmindeki ilmî vücutlarından çıkıp tekrar maddî vücutlarına kavuşmasıdır. Allah (cc), yoktan var ettiği kâinatın maddesini israf etmeyecek ve âhiret âlemlerinin bir kısım inşâsında onları kullanacaktır.
NOT: Bütün okuyucularımızın gelecek Leyle-i Kadirlerini tebrik eder, bütün İslâm ve insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.
24.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|