Kanaat tükenmez bir hazinedir
İsraf, hırsı intaç eder. Hırs üç neticeyi verir:
Birincisi: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise sa’ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekvâ ettirir, tembelliğe atar. Ve meşru, helâl, az malıHâşiye-1 terk edip, gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder.
Hırsın İkinci Neticesi: Haybet ve hasârettir. Maksudunu kaçırmak ve istiskale mâruz kalıp teshilât ve muavenetten mahrum kalmak, hattâ “El-harîsu hâibun hâsirun” yani, “Hırs, hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir” olan darb-ı mesele mâsadak olur.
Hırs ve kanaatin tesiratı, zîhayat âleminde gayet geniş bir düsturla cereyan ediyor. Ezcümle, rızka muhtaç ağaçların fıtrî kanaatleri, onların rızkını onlara koşturduğu gibi, hayvânâtın hırsla meşakkat ve noksaniyet içinde rızka koşmaları, hırsın büyük zararını ve kanaatin azîm menfaatini gösterir.
Hem zayıf umum yavruların lisan-ı halleriyle kanaatleri, süt gibi lâtif bir gıdanın, ummadığı bir yerden onlara akması ve canavarların hırsla noksan ve mülevves rızıklarına saldırması, dâvâmızı parlak bir surette ispat ediyor.
Hem semiz balıkların vaziyet-i kanaatkârânesi, mükemmel rızıklarına medar olması ve tilki ve maymun gibi zekî hayvanların hırsla rızıkları peşinde dolaşmakla beraber kâfi derecede bulmamalarından cılız ve zayıf kalmaları, yine hırs ne derece sebeb-i meşakkat ve kanaat ne derece medar-ı rahat olduğunu gösterir.
Hem Yahudi milleti hırs ile, ribâ ile, hile dolabı ile rızıklarını zilletli ve sefaletli, gayr-ı meşru ve ancak yaşayacak kadar rızıklarını bulması ve sahrânişinlerin, yani bedevîlerin, kanaatkârâne vaziyetleri, izzetle yaşaması ve kâfi rızkı bulması, yine mezkûr dâvâmızı kat’î ispat eder.
Hem çok âlimlerinHaşiye— 2 ve ediplerinHaşiye-3 zekâvetlerinin verdiği bir hırs sebebiyle fakr-ı hâle düşmeleri ve çok aptal ve iktidarsızların, fıtrî kanaatkârâne vaziyetleriyle zenginleşmeleri kat’î bir surette ispat eder ki, rızk-ı helâl, acz ve iftikara göre gelir, iktidar ve ihtiyar ile değil.
Belki o rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Çünkü, çocukların iktidar ve ihtiyarı geldikçe rızkı azalır, uzaklaşır, sakilleşir. “Kanaat, tükenmez bir hazinedir.” (Fethu’l-Kebîr, 2:309.) hadîsinin sırrıyla, kanaat bir define-i hüsn-ü maişet ve rahat-ı hayattır. Hırs ise, bir mâden-i hasâret ve sefalettir.
Hâşiye-1: İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder, fakir düşer.
Haşiye-2: İran’ın âdil padişahlarından Nuşirevân-ı Âdil’in veziri, akılca meşhur âlim olan Büzürcmehr’den (Büzürg-Mihr) sormuşlar: “Neden ulema, ümera kapısında görünüyor da, ümera ulema kapısında görünmüyor? Halbuki, ilim emâretin fevkindedir.” Cevaben demiş ki: “Ulemanın ilminden, ümeranın cehlindendir.” Yani, ümera, cehlinden ilmin kıymetini bilmiyorlar ki, ulemanın kapısına gidip ilmi arasınlar. Ulema ise, marifetlerinden, mallarının kıymetini dahi bildikleri için, ümera kapısında arıyorlar. İşte Büzürcmehr, ulemanın arasında fakr ve zilletlerine sebep olan zekâvetlerinin neticesi bulunan hırslarını zarif bir surette tevil ederek nâzikâne cevap vermiştir. (Hüsrev)
Hâşiye-3: Bunu teyid eden bir hadise: Fransa’da ediplere, iyi dilencilik yaptıkları için dilencilik vesikası veriliyor.
Lem’alar, 19. Lem’a, 7. Nükte, s. 206
haybet: elde edemeyiş, mahrumluk.
sahrânişin: çadırda yaşayan, göçer, bedevi.
mâkûsen mütenasip: ters orantı.
müstehlik: tüketici.
müstahsil: üretici.
|
Hayat mertebeleri
Risâle-i Nur Külliyatından Birinci Mektub’un ilk konusu hayat mertebeleri hakkındadır. Burada hayat mertebeleri beş bölüme ayrılır. Bunlar sırası ile, bizim yaşadığımız hayat, Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatları, Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatları, Şehitlerin hayatı ve Kabir âlemindeki hayattır.
Mezkur eserde hayat tabakaları izah edilirken çok dikkat çekici tabir ve ifadeler yer almaktadır. Biz burada geçen bazı tabirler üzerinde durmak istiyoruz. Özellikle de ilk üç tabaka hayat tarzında izah edilen konularla ilgili. Zira bu bölümdeki sırlı ifadeler insanı üzerinde ciddî olarak düşünmeye sevk ediyor.
Birinci Mektub bir suâl ile başlıyor:
“Birinci Suâl: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise, niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?
“Elcevap: Hayattadır. Fakat merâtib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten, bazı ulema hayatında şüphe etmişler.
“Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir.”
İfadede geçen “Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir” cümlesini biraz açmak gerekiyor. Bu hayat tabakası şu an içinde yaşadığımız hayat tarzıdır. Bu hayatımız da âlem-i şehadetin şartları ile sınırlıdır. Yani hayatımızın devamı için çok şeylere muhtacız ve belli sınırlarımız var. Bunlardan en önemlisi, hiç kuşkusuz ‘mekân ve zaman’ sınırıdır. Bir başka deyişle biz bu mekân ve zaman sınırları içinde hareket etmeye mecburuz. Normal şartlarda içinde bulunduğumuz mekânı değiştirmediğimiz gibi, zamanın etkisi altından da çıkmayız. Yani bulunduğumuz zaman diliminden ne bir dakika geri, ne de bir dakika ileri gidebiliriz. Bir diğer önemli kayıt ise beşerî ihtiyaçlarımızdır. Yaşamak için havaya, suya, gıdaya, ısı ve ışığa ihtiyacımız var. Aksi takdirde hayatımız sona erer. İşte bu hayat tarzı şu an yaşadığımız durumdur.
İkinci tabaka-i hayat ise: “Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levâzımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazen, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir.”
Bu hayat tarzı âlem-i şehadet şartlarında olmasına rağmen bizim yaşadığımız hayat şartlarından farklıdır. Bir vakitte pek çok yerde bulunabilirler. Demek ki zaman ve mekân şartlarına bağlı değiller. Bir ölçüde zaman ve mekân sınırları dışına çıkabilirler. Aynı zamanda farklı mekânlarda bulunmak bunun işareti. Zira zaman ve mekân birbirine bağlı iki unsurdur. Bizler bu dünya şartlarında ancak bulunduğumuz zaman ve mekân sınırları içinde olabiliriz. Şayet bu zaman dilimi içinde mekânımızı da değiştirebilseydik, yani aynı anda farklı iki mekânda bulunabilseydik, bu durumda zamanı da değiştirmiş olacaktık. Bu ise bu günkü zaman ve mekân şartlarının dışına çıkmak anlamına gelir. Zaman ve mekân şartlarının dışına çıkılabilmesi ise zamanda ve mekânda ileri veya geri gidilebilmesine de işaret eder. Yaşadığımız dünya şartlarının dışına çıkmak aynı zamanda bize göre gayb olan diğer âlemlerin mekân ve zaman şartları içinde yaşanabileceğini de bize ihtar eder. Demek ki Hazret-i Hızır bir zaman yolcusudur. Zaman içinde seyahat edebilmektedir. İstediği anda bir çok yerde bulunabilmektedir.
Diğer bir kayıt da beşeri ihtiyaçlardır. İkinci hayat tabakasında olan Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâm beşerî ihtiyaç kayıtları ile de bağlı değiller. Hayatlarının devamı için yemek ve içmeye muhtaç değiller. Ancak ifadede geçen “beşeriyet levâzımatıyla daimî mukayyet değillerdir” tabiri biraz farklı. Bu tabir, ‘arada bir ihtiyaç duyduklarını mı gösteriyor’ sorusunu akla getirebilir. Fakat ifadenin devamındaki ‘mecbur değiller’ ifadesi ihtiyacın olmadığına işaret ediyor. Demek ki bu hayat mertebesinde yeme, içme, ışık, ısı, hava gibi temel gıda maddelerine ihtiyaç duyulmuyor. Normal beşerî haller ile muhatap olduklarında yeyip içiyorlar, ancak mecbur değiller.
Suâl: Peki bu hal sadece Hazret-i Hızır’a has bir durum mudur? Diğer insanlar da bu seviyeye çıkıyorlar mı?
Cevap: Hazret-i Hızır Aleyhisselamın hayat tarzı ve yaşantı biçimi sadece ona has bir durum değil. Cenâb-ı Hakkın bazı has kulları bu mertebeye çıkıyorlar. “Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, ‘makam-ı Hızır’ tâbir edilir. O makama gelen bir velî, Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat Bazen o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı Hızır telâkkî olunur” ifadesi buna işaret ediyor. Peki bu hayat mertebesi sadece Allah’ın velî kullarına mı hastır? Diğer insanlar da bu mertebeye çıkabilirler mi?
Evet, bu mertebe için yol açıktır. Bütün insanlar gerekli şartları yerine getirilebilirler ise bu hayat mertebesine doğru yol alabilirler. Hindistan’da Hint fakiri diye tabir edilen bazı insanların yaptıkları fiiller bunu açıkça göstermekte. Bu konuda çok örnekler var. Hatta bugün ‘Parapsikoloji’ ilmi ile uğraşanlar bu konuda bir çok çalışmalar yapmaktalar. Artık âlem-i şehadet dediğimiz bu dünya şartlarının sınırlarını zorlayarak farklı boyut ve zamanlarda hayat sürmek bir ilim dalı konusu haline gelmiş durumda.
“Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levâzımâtından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nurânî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misâlî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar.”
Birinci Mektub’da ifade edilen üçüncü hayat tarzı ise Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın hayatlarıdır. Bu hayat tarzı ise dünya cisimleriyle birlikte semada devam eden bir hayat tarzıdır. Mezkûr ifadede geçen ‘beden-i misâli’ ve ‘cesed-i necmî’ tâbirleri derin sırları ihtiva eden tabirlerdir. İnşallah bu tabirleri başka bir yazımızda ele alalım.
|