Yüksek öğretimde arz-talep dengesizliği var
Ortaöğretimde okullaşma oranlarının halen Avrupa Yüksek Öğretim Alanında yer alan ülkelerdeki okullaşma oranlarının çok gerisinde olmasına rağmen, lise mezunlarının çok az bir kısmı için üniversiteye giriş fırsatı sunulmaktadır.
Yüksek öğretimde kapasite yetersizliği üniversiteler önünde bir yığılma oluşturmaktadır. Diğer taraftan örgün yükseköğretim programlarında mevcut kontenjanların da bir kısmının boş kalması bir çelişki oluşturmaktadır. 2007 yılında devlet üniversitelerinde toplam 6.659 ve vakıf üniversitelerinde 5.675 kontenjan boş kalmıştır. 2007 yılında ÖSS’de sınavı geçerli sayılan 1.615.360 adaydan ancak %11,98’i bir lisans programına ve %5,08’i bir ön lisans programına yerleştirilebilmiştir. Genel toplamda sınavı geçerli sayılan adayların % 38,78’i bir yüksek öğretim programına girmiş olmakla birlikte, bu oranın içinde yaklaşık % 22’lik kısmı Açık Öğretim Fakültesi ve sınavsız giriş ile öğrenci alan programlar oluşturmaktadır. Talep dikkate alındığında, üniversitelerin sağladığı arz kapasitesi oldukça düşük kalmaktadır.
Yüksek öğretim bir hak olarak değerlendirildiğinde, mevcut arz kapasitesi içinde özellikle genel lise mezunlarının yüksek öğretime geçiş oranlarının bu ölçüde düşük olması önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu öğrenciler lisede akademik bir eğitim almışlardır ve herhangi bir meslek alanında istihdam edilebilmelerini sağlayacak bir meslekî beceriye de sahip olamamışlardır. Tek seçenekleri yüksek öğretime devam etmek olan bu öğrencilerin yüksek öğretim hakkından yoksun kalmış olmaları toplumsal ve ekonomik açıdan bir açmazın oluşmasına sebep olmaktadır.
Yüksek Öğretim Programları ile Ortaöğretim
Programlarının yeterince ilişkilendirilmemesi
Mevcut uygulamada yüksek öğretim programlarının gerektirdiği yeterlikler, sözel, sayısal, yabancı dil gibi basit ve genel bir sınıflamaya indirgenmiştir. Meselâ ortaöğretimde matematik_fen alanını seçen bütün öğrenciler aynı programa göre eğitim görmektedir. Sayısal puan ile öğrenci yerleştirilen Tıp, Eczacılık, Diş Hekimliği, Mühendislik gibi alanların herhangi birini tercih edecek öğrenciler aynı matematik ve fen derslerini okumaktadırlar. Oysa bu fakültelerin birinci sınıfındaki derslerin gerektirdiği giriş yeterlikleri birbirinden farklılık göstermektedir. Mevcut uygulamada bu yeterliklere göre ayrıştırmanın ÖSS soruları ile sağlandığı varsayılmaktadır. Farklı yüksek öğretim programlarının gerektirdiği asgarî yeterlikler ortaöğretimdeki derslerin muhtevası ve düzeyleri ile ilişkilendirilmemiştir. Ayrıca, öğrencinin ortaöğretime girişte yaptığı lise/program tercihi ya da 9. sınıfın sonunda yaptığı alan tercihi, öğrenci için çok sınırlayıcı ve belirleyici olmaktadır. İnsanların hayatları süresince defalarca meslek değiştirdikleri bilgi çağında, daha lise yıllarında yapılan tercihlerin değiştirilememesi ve bu esnekliğin sağlanamaması yüksek öğretime girişte önemli bir sorun oluşturmaktadır. Ancak bu sorunun çözümü öğrencinin lisede öğrenim gördüğü alanı dikkate almadan ÖSS puanına göre bir yerleştirmede de aranmamalıdır. Özellikle Avrupa Yüksek Öğretim Alanı içindeki uygulamalar dikkate alındığında, öğrencilerin yüksek öğretime geçişlerinde alan değiştirmelerinin, ek olarak tercih ettikleri alanın gereği olan dersleri/önşart niteliğindeki öğrenimi tamamlamalarına bağlı olduğu görülmektedir.
Yüksek öğretim programları ile ortaöğretim programlarının yeterince ilişkilendirilmemesi sorunu yüksek öğretime giriş sorunu olmaktan çok ortaöğretimin mevcut yapılandırma biçimi ve ortaöğretim müfredatının yapısı/muhtevası ile ilişkili bir sorundur. Meselâ ortaöğretimde genel liselere ve Anadolu lisesine devam eden öğrencilerin tamamı her bir alanın kendi içinde aynı dersleri görmektedir. Matematik_fen alanını seçen öğrenciler akademik yetenekleri ve başarı düzeylerinden bağımsız olarak, aynı düzeyde ve aynı dersleri almaktadır. Meselâ matematik ya da fen bilimleri alanında başarı ve yetenek düzeyi yüksek bir öğrenci için daha ileri düzeyde matematik veya fen bilimleri eğitimi alabileceği seçenekler sunulmamaktadır. Ortaöğretimde öğrencilerin başarı ve yeteneklerini dikkate alan seçeneklerin olmaması tabiî olarak yüksek öğretime giriş sisteminde uygulanabilecek alternatif yerleştirme şemalarının oluşturulmasını engellemektedir. Bu çerçevede yüksek öğretime geçiş ve yerleştirme sorunu ortaöğretim ile bir bütünlük içinde değerlendirilmelidir.
ÖSS’nin öğrenciler ve aileler üzerinde
psiko_sosyal bir baskı oluşturması
Arz kapasitesinin yetersizliğine ek olarak, mevcut yüksek öğretim arzının niteliği; mevcut arz kapasitesi içinde birçok yüksek öğretim programının mezunlarına istihdam edilebilirliği sağlayacak temel yeterlikleri kazandıracak nitelikte olmaması, adayların sınırlı sayıda yüksek öğretim programının sınırlı sayıda kontenjanı için rekabet etmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu durum adayların bireysel ve akademik özelliklerinden/niteliklerinden bağımsız olarak, bu programlara girmek için yoğun bir baskı altına girmelerine sebep olmaktadır. Bu baskının oluşmasında, ilköğretim ve ortaöğretim kademelerinde okullar arası başarı farklılıkları/eşitsizlikleri, ilköğretim ve ortaöğretimde rehberlik ve yönlendirme hizmetlerinin yetersizliği ve ailelerin çocuklarının akademik başarıları, yetenekleri ve ilgileri konularında yeterince bilgilendirilmemiş olmaları önemli bir rol oynamaktadır.
Toplumun farklı yüksek öğretim programları ile ilgili yargı ve algıları bu baskıyı daha da arttırmaktadır. Sınav maratonu yalnızca öğrenciler için değil, aynı zamanda aileler için de bir travma etkisi oluşturmaktadır. Sınavın niteliği ve bir defada 195 dakikalık bir oturumda yapılıyor olması, başka bir ifade ile yapılacak en küçük bir hatanın ya da öğrencinin o gün için yaşayacağı sağlık problemi vb. bir olumsuzluğun telâfisinin mümkün olmaması bu travmanın etkisini ağırlaştıran bir etken olarak değerlendirilmektedir. Sınava giren adayların büyük bir çoğunluğunun; bir yüksek öğretim programına yerleşse dahi, istediği yüksek öğretim programına yerleşemeyenler dâhil olmak üzere, “kaybeden/kazanamayan” olarak görülmesi toplumsal ve psikolojik açıdan öğrenciler ve aileleri için bir çaresizlik duygusu oluşturmaktadır.
Türk Eğitim Derneği tarafından Ağustos 2008’de hazırlanan ‘Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi Sorunlar ve Çözüm Önerileri’ Raporunun tamamını www.ted.org.tr adresinden okuyabilirsiniz
Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
|
Mustafa OĞUZ
23.09.2008
|
|
Dünya barışının sırrı çocuklarda
Birbiri ardına yaşanan toplumsal olaylar, siyasî ve ekonomik gelişmeler, her gün piyasaya sürülen teknolojik ürünler, markalar, savaşlar, antlaşmalar, tabiî afetler vs. gibi etrafımızda olup biten her türlü gelişmenin ve değişimin biz insanları doğrudan etkilediği bilinen bir gerçektir. Kimse kendini bu olayların, yaşanan olumlu ya da olumsuz gelişmelerin dışında tutamaz.
Çünkü etrafımızda gelişen olaylar, aynı zamanda bizim geleceğimizi de belirleyen cinsten olaylardır. Bu bakımdan yaşananları, gelişmeleri ve hızlı dönüşümleri doğru okumak zorundayız. Büyük bir sorumlulukla çocuklarımızın da içinde yaşayacakları bir geleceği hesap ederek hareket etmek durumundayız.
İçinde yaşadığımız dünyada çocukların ihmal edildiğini düşünüyorum. Yeterli özen gösterilmiyor onlara... Hâlâ yoksullukla, açlıkla ve savaşların ortasında hayat mücadelesi veren çocuklar bulunmaktadır. Büyüklerin savaşında en büyük yarayı çocuklar almaktadır. Yine büyüklerin ihmali yüzünden yüz binlerce çocuk, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmek durumunda kalmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalar, gösterilen gayretler hâlâ yeterli seviyede değil. Oysa hoşgörünün, barışın, sevginin, güzelliğin ve sadeliğin simgesi olan çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakabilirdik. Çocukların korunup kollanmadığı, eğitilmediği ve ihmal edildiği bir dünyada huzur ve mutluluktan bahsedilebilir mi? Çocuklarına iyi bir eğitim imkânı sunamayan toplumların gelişmesi ve büyümesi düşünülebilir mi? Benzer soruları çoğaltabilirsiniz. Ancak hepsine verilebilecek cevap belli: HAYIR! Eğer günümüzde silâha ayrılan milyarlarca dolarlık yatırımların büyük bir kısmı dünya çocuklarının geleceği, mutluluğu ve eğitimleri için harcanmış olsaydı bu sorulara vereceğimiz cevap çok daha farklı olacaktı.
Aslında çocuklar o tabiî halleriyle biz büyüklere o kadar çok şey öğretirler ki; meselâ birbirini daha evvel hiç görmemiş iki farklı ırktan ve dilden çocuğu bir araya getirdiğinizde anlaşıp, kaynaşmaları; oyun kurup oynamaya başlamaları ortalama beş dakikayı geçmez. Bu halleriyle biz büyüklere sanki “Bakın bizler din, ırk, dil ve mezhep ayrılığı yapmadan ne güzel anlaşıyoruz” demek isterler. Sanki dünyalı olmayı, insan olmayı ve hayatın anlamını bizlere anlatmak isterler. Evet, yüzlerine her baktığımızda içimize sıcacık sevgiyi sarmalayan bu değerli varlıklarımız aynen bunu ifade etmeye çalışırlar. İnanın onlar bizim hayata gülümseyen gözlerle bakmamızı istiyorlar. Savaşı değil, birbirimizi sevmemizi istiyorlar. Açlığın, yoksulluğun ve savaşların olmadığı bir dünyada oynamak, eğitim görmek ve kaynaşmak istiyorlar.
Biz büyükler, çocukları ihmal etmekle aslında insanlığı, barışı, kardeşliği, geleceği, huzuru ve hayatı baltalamış oluyoruz. İhmal edilen şey aslında çocuk değil... Onlara biraz daha yakından bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
|
Ufuk COŞKUN
23.09.2008
|
|
EĞİTİM AJANDASI
13. Ergen Günleri’ni Adnan Menderes Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı ve Gençlik Sorunları Araştırma Uygulama Merkezi birlikte düzenliyor. Toplantının temasını “Türkiye’de Gençlik: Ne biliyoruz, ne bilmiyoruz?” olarak belirlendi. Amaç, ülkemiz gençliği üzerine yapılmış araştırmaların sonuçlarını kongre süresince gözden geçirebilmek. Bu yolla şimdiye kadar edinilen bilgiler büyük oranda derlenecek ve bundan sonra yapılacak çalışmalarda öncelik verilmesi gereken konular ortaya çıkarılacak. Kongre programında gözden geçirme panellerine yoğun olarak yer ayrıldı. Bu panellerde ülkemiz gençliğine ilişkin çalışmalar altı ana başlık altında ele alınacak. Ayrıntılı bilgiyi (http://www.dalyatur.com/13ergen/) adresinde bulabilirsiniz.
Bu yıl ikincisi düzenlenecek olan İzmir Uluslararası Özel Eğitim ve Otizm Sempozyumu, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü ve Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı ile ODER’in (Otistik Çocukları Koruma ve Yönlendirme Derneği) işbirliği çerçevesinde 23 -25 Ekim 2008 tarihleri arasında Altınyunus Hotel – Çeşme’de gerçekleştirilecek. Sempozyumda, otistik özellikleri olan bireylerin teşhis, tedavi ve eğitim sürecinde yer alan yaklaşımlar, uygulamalar ve alandaki gelişmeler üzerinde durulacak. Ayrıca bu çocukların ailelerinin karşılaştığı sorunlar, sorunlara ilişkin çözüm yolları ve ailelerin eğitimdeki rolleri ile ilgili konulara yer verilecek. Sempozyumda, aileler, farklı alanlardan akademisyenler, uzmanlar, özel eğitimciler ve diğer ilgililer arasında bilgi alış verişi ve işbirliğinin sağlanması ve konunun öneminin kamuoyuna duyurularak toplumsal duyarlılığın arttırılması hedefleniyor. Daha ayrıntılı bilgi için (http://www.otizm.org/sempozyum/?page-id=10) adresini ziyaret edebilirsiniz.
Ankara Üniversitesi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü ve Çağdaş Drama Derneği İşbirliği ile Ankara’da 21-23 Kasım 2008 tarihleri arasında Uluslararası Eğitimde Drama ve Tiyatro Kongresi yapılacak. Uluslar arası Eğitimde Drama Kongresi tüm eğitim düzeylerinde (ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim) Drama’nın; Araştırma, Uygulama, Kuram, Sorunlar, Yenilikler, Yöntemler, Teknikler gibi boyutlarda tartışılacağı, bilgi ve deneyimlerin paylaşılacağı bir forum olarak planlanmaktadır. Kongreye bireysel rapor, bildiri, çalıştay ya da diğer sunu türleriyle katılabilirsiniz. Bildiri/Çalıştay başlığınızın yanı sıra, kongreye katılacağınız konunuzla ilgili 500 kelimeyi geçmeyen kısa bir özet göndermeniz gerekmektedir. İngilizce ve Türkçe sunuların yanı sıra atölye çalışmaları da yapılacaktır. Daha geniş bilgi için (http://www.dramacongress.net) adresine bakabilirsiniz.
AB Gençlik Programı çerçevesinde AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı, Gençlik Programı Genel Koordinatörlüğü tarafından 8-12 Ekim 2008 (yol dâhil) tarihleri arasında Mardin İlinde “Eylem 5,1 Gençler ve Gençlik Politikalarından Sorumlu Olanların Toplantıları” Eğitim Programı düzenlenecek. Eğitim Programına Gençlik Programı, Eylem 5.1 Projesi hazırlamak isteyen 15-30 yaş arası gençler, kâr amacı gütmeyen herhangi bir kuruluşta/Sivil Toplum Kuruluşunda görev yapmakta olan 15-30 yaş arası gençler ile herhangi bir yaş kriteri aranmaksızın bu tür kuruluşlarda çalışmakta olan gençlik çalışanları veya herhangi bir yaş kriteri aranmaksızın yerel ya da bölgesel düzeyde gençlik alanında görev yapmakta olan kamu/hükümet kuruluşlarının temsilcileri başvuruda bulunabilirler. Başvuru için (http://www.ua.gov.tr/index.cfm?action=detay&bid=13) adresine göz atabilirsiniz.
|
23.09.2008
|
|
Mazeret
Bölünürüz...
Parçalanırız...
Üniter yapımız bozulur...
Biz Türk’üz...
Doğuluyuz...
Kurnazız...
Biz başkayız...
Biz bize benzeriz...
Akla ihtiyacımız yok...
Çok biliyorsun...
Çok konuşuyorsun...
Hep sen konuşuyorsun...
Kendin yap...
Bu çok zor...
Elâlem ne der?
Dünyayı sen mi kurtaracaksın?
Haddini bil...
Burnunu sokma...
Boyundan büyük işe kalkışma...
İzin aldın mı?
Müsaade ettiler mi?
Kim yapacak bunu; sen mi? Hıh!
Danıştın mı?
Paramız yok!
Borcumuz çok!
Bunu yapmaya vaktimiz olmaz...
Sabrımız taşar...
Vakti gelmemiş...
Sabırlı ol...
Bugün git,
Yarın gel...
Karşılığı ne?
Daha çok çalış...
Özür dile...
Teşekkür et...
Tebrik et...
Büyüklerine saygı duy...
Küçüklerini koru...
Mazeretlere sığınma...
Mazeret yok!
Mazeret çok!
|
B. SAİT ÇİFTÇİ
23.09.2008
|
|
Umut, çalışkanların rüyasıdır
İNSANLARI canlandıran ümid, öldüren yeistir (Bediüzzaman). Umut, yoksulun ekmeğidir (Thales). Hastalar için hayat oldukça, umut da vardır (Cicero). Umut olmadan, umut edilen ele geçirilemez (Liesherak). Umut, genç tutkuların dadısıdır (Bickerstaff). Umut etmek, mutlu olmak demektir (Alain). Çağdaş siyasî toplum, ”insanları umutsuzluğa düşürme makinesi” dir (Albert Camus). Umutsuzluk, sersemlerin elde ettiği bir sonuçtur (Disraeli). Düz bir yolda yürüyor olsaydın, bütün ilerleme isteğine rağmen hâlâ gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur (Kafka). İnsan aklın sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye ulaşamaz (Albert Eınsteın). Söz verirken umutlarımız vardır, yaparken ise korkularımız (La Rochefoucauld). Gerçeğin dağlarına umutsuzlukla çıkılmaz (Nietzche).
|
23.09.2008
|