Dağdaki, hatta sınır ötesindeki bölücü teröristlerin sayısını tesbit eden devlet, ne hikmetse kendi içindeki resmî sıfatlı yıkıcı teröristlerin sayısını bir türlü tesbit edemiyor. Aylardır süren Ergenekon soruşturması bir türlü bitmek bilmiyor, yeni sorgulamaların, yeni tutuklamaların ardı arkası kesilmiyor.
Dalgaların sonu gelmiyor, nedense...
Bir taraftan soruşturma devam ederken, bir yandan da yeni gözaltılarla yeni yeni dalgalara şahit oluyoruz.
Bürokrasinin kale burçlarını vuran bir dalganın sarsıntısı bitmeden, kışlanın soğuk duvarlarını sarsan yeni bir dalgayla irkilmeye başlıyoruz. O bitmeden sivil kesimi, o bitmeden medyatik şahsiyetleri vuran yeni yeni dalgalar...
Ergenekon soruşturması kapsamında şimdiye kadar göz altına alınıp sorgulananların sayısı sekseni aştı. Buna muhtemelen yeni ilâveler olacak. Durum öyle gösteriyor.
Son olarak, Esenyurt eski belediye başkanı, yeni Cumhuriyet gazetesinin sahibi Gürbüz Çapan ile "Biz kaç kişiyiz?" platformunun başını çeken Tuncay Özkan ve adamları gözaltına alındılar.
Toplam 16 kişiyi bulan bu dalganın da, yeni dalgaları tetikleyeceği anlaşılıyor.
Soruşturmanın kaçıncı dalgaya çıkacağı, tutuklu sayısının ne kadar olacağı bilinmezken, tepe noktasında başgösteren tahliyenin mahiyeti hakkında da tatminkâr bir açıklama yapılmıyor.
Bütün bunlar bir yana, emekli olsun, muvazzaf olsun, askerî cenahta sorgulanan ve tutuklanan kişiler hakkında bugüne kadar hiçbir ipucuna rastlanılmaması son derece düşündürücü ve dikkat çekicidir.
Meselâ, soruşturmadan önce bu subaylardan hiçbirinin Ergenekon örgütüyle bağlantısı tesbit edilememiş. Şayet tesbit edilmiş olsaydı, bunlar büyük ihtimalle "askeriyeden ihraç" edilmiş olacaktı. Hani, tıpkı şu "irticacı subaylar" gibi...
Evet, işte bu nokta son derece düşündürücü. Bu adamlar, örgütlenmeyi acaba çok büyük bir gizlilik içinde mi yürüttüler, yoksa, bazı ekâbirler bunlara kasten mi göz yumdu?
Bizce, meselenin can alıcı noktalarından biri de budur. Bu nokta açıklığa kavuşturulmadan, Ergenekon'un mahiyeti de tam mânâsıyla anlaşılamaz.
Tarihin yorumu = 24 Eylül 1566
Zirvedeki padişah: Sultan II. Selim
Zirveye çıkan değil de, zirvede oturan padişah, Sarı Selim olarak da bilinen Sultan II. Selim Handır.
Kànunî Sultan Süleyman'ın eşi Hürrem Sultan'dan oğlu olan II. Selim, orduların başında harbe iştirak etmeyen ilk padişahtır. Bu yüzden de, bir hayli yadırganmış ve kendinden sonra gelen sultanlara kötü örnek olduğu kabul edilmiştir.
Şehzade Selim, Zigetvar fethi esnasında (7 Eylül 1566) vefat eden babasının ölüm haberini 24 Eylül günü öğrendi. O günlerde Afyon civarında bulunuyordu.
40 gün boyunca bir devlet sırrı gibi saklanan Kànunî Sultan Süleyman'ın vefat haberi ile birlikte "saltanata dâvet" mektubunu da alan Şehzade Selim, Kütahya–Bursa güzergâhını takip ederek İstanbul'a geldi.
30 Eylül günü on birinci padişah olarak Osmanlı tahtına çıkan II. Selim, babası gibi orduların başında bulunmak yerine, vaktini Saray'da ve İstanbul'da geçirmeyi tercih etti. Bu tercihte, onun yetiştirilme tarzının etkili olduğu kuvvetle muhtemel.
Saray entrikaları
Bu dönemde yaşanan Saray entrikalarında Sultan II. Selim'in annesi Hürrem Sultanın ismi çokça zikredilir.
Kànunî'nin ikinci eşi olan Hürrem Sultan, aslen Polonya'lı bir Yahudi ailenin kızıdır. Kırım Hanlığı kanalıyla Saray'a gönderildi. Çok zeki bir hanımdı. Harem dairesinde kısa sürede sivrilerek temayüz etti. Padişahın dikkatini çekmeyi başardı ve nihayetinde onun nikâhlı eşi oldu.
Çocukları olduktan sonra, kuması Mahidevran Sultanla sürtüşmeler yaşandı. Uzun yıllar devam eden bu sürtüşmeler, nihayet entrikalı çekişmelere dönüştü.
Hatta, Kànunî'den sonra kimin, yani hangi eşinden, hangi oğlunun padişah olacağı meselesi, bu entrikaları kanlı boğuşma raddesine kadar getirdi.
Günümüz tabiriyle First Lady olan Hürrem Sultan, kızı Mihrimah Sultanı Veziriâzam Rüstem Paşaya vererek gizli bir ittifak kurdu. Maksadı, saltanata en layık olan Mahidveran Hanımın oğlu Şehzade Mustafa'yı devre dışı bırakmaktı. Ne yazık ki, İran Seferi esnasında bu maksadına kavuştu ve bir entrikaya kurban edilen Şehzade Mustafa, bizzat babasının emriyle boğduruldu.
Böylelikle, meydan Hürrem Sultanın oğlu "Sarı Selim"e kaldı.
Güven kaybı
Sarı Selim, zirve noktasında babasından devralmış olduğu Osmanlı Devletini, görünürde zirvede tutmayı başardı. Hatta, Kıbrıs'ın fethi ve Selimiye'nin inşası gibi bazı ilâvelerde de bulundu.
Ne var ki, işte tam bu esnada devlet mekanizması ve ordu düzeni içten içe erimeye, çürümeye yüz tuttu. Zira, orduların başına geçmeyen ve hiçbir harbe bilfiil iştirak etmeyen, hatta bilumum devlet işlerini sadrâzama yaptırmaya çalışan bir padişaha karşı, ciddî mânâda bir güven kaybı meydana geldi.
Bu durum da, işlerin giderek ağırlaşmasına, hantallaşmasına yol açtı.
Nitekim, Osmanlı Devletinde II. Selim'den sonraki dönemlerde duraklama emareleri çok açık şekilde kendini göstermeye başladı.
Evet, Sultan II. Selim, zirveye çıkan değil de, zirvede oturan bir padişahtı. Ancak, şunu da unutmamalı ki, zirve, aynı zamanda inişin başlangıcı demektir.
24.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|