İzola’ya ilk defa geldiğimde, dar sokaklarında ilerlerken; Balkanlar’da, Osmanlının her taşa sinmiş olan kokusunu içime çekiyordum. Börekçilerin önünden geçerken, “Burası hem Avrupa, hem de Avrupa değil” diyordum kendi kendime. Kahveyi cezvede yapmayı Boşnaklardan, börek yapmayı ve böreğe börek demeyi Arnavutlardan, en güzel dondurmaları da Makedonlardan öğrenmiş olan bu güzel kasabaya bir daha ne zaman geleceğimi düşünüp durmuştum…
Ama öyle oldu ki, kısmet bu ya; o ilk gidişimden sonra, her sene en az bir kere yolum İzola’dan geçti. Her seferinde bu güzel sahil kasabasında insanların birlik içerisinde nasıl yaşadıklarını gördüm. Venedik’ten sadece iki saat uzaklıkta, Slovence ve İtalyancanın resmî dil olduğu bu mekânda, bana sabahları “Selâmünaleyküm” diyen manavlara “Aleykümselâm” dedim. Oraya giden her Türkü evinde hissettiren bütün Sloven halkı ve özellikle Makedon pastaneci ve dondurmacı Cemil ve Celil Ağabeylerle her sene uzun uzun sohbetler ettik Türk gruplarıyla.
Bu yıl İzola’nın tadı daha başkaydı. İzola’ya da Ramazan gelmişti. Slovenya’ya gittiğimiz ilk akşam başşehir Ljubljana’da Ljubljanica nehrinin kıyısında tren saatimizi beklerken, üç kişi yanımıza geldi. Türk olduğumuzu anladıktan sonra memleket ve lisan hasretiyle yanımıza geldiklerini söyleyen bu ağabey ve amcalar, yıllardır Slovenya’da yaşadıklarını belirttiler. Ve bize son yıllarda hemen hemen her Ramazan belli başlı şehirlerde iftar çadırı kurulduğunu ve bizi de beklediklerini söylediler. Maalesef programımız müsaade etmedi, ama bu bizi çok sevindirdi. Nüfusu 2 milyon civarında olan bu küçük Avrupa ülkesinde iftar çadırı kurulacağı insanın aklına hiç gelemezdi.
Katıldığımız program çerçevesinde Balkanlar’daki anlaşmazlık ve karışıklıkların çözümünden, tütün tüketiminin önlenmesi ve azaltılmasına, akran eğitiminden medyaya, geri dönüşüm çalışmalarından dinler arası iletişim ve hoşgörüye kadar çeşitli atölye çalışmaları vardı. Özellikle dinler arası iletişim çalışmasında Avrupa’nın farklı ülkelerinden katılımcılar hem kendi aralarında konuşup tartıştılar, hem gelen konuşmacıları dinleyip yeni bilgiler edindiler, hem de bunların sonunda çevre il ve ilçelerdeki okullara giderek, ders dahilinde konuyla ilgili oturumlar düzenlediler. Özellikle Batı Avrupalı bazı bayan katılımcılar, atölye çalışmasında öğrencilerin İslâmla ilgili farklı düşüncelerini düzeltmek ve çeşitliliğin her kesimde bulunabileceğini göstermek amacıyla, okullardaki oturumlara başörtüsüyle katılma kararı aldıklarını söylediler. Bu çalışmaların sonucunda, ben de Slovenya’da 44 bin Müslümanın yaşadığını öğrendim. Yıllardır cami yapılma taleplerinin sonuç vermemesinin birleştirici, hoşgörü ve misafirperverlik abidesi Slovenya için üzücü ve yıkıcı olduğunu da düşündüm. Fakat farklı dinlere mensup gençlerin başlattığı girişimlerle en kısa zamanda Slovenya’da, en azından başşehire bir cami yapılması için izin çıktığını öğrenince Slovenya’ya ve halkına yakışan bu karardan memnun oldum.
Bu yılki Slovenya günlüğümüz, dağlar arasında saklı kalmış göl kıyısındaki Bled’e olan yolculuğumuzla son buldu. Türkiye’den 1500 km gibi bir uzaklıkta, ülke nüfus ve yüzölçümünün Türkiye’nin kat kat altında olduğu bu ülkenin ufak bir şehri olan Bled’de, günlük yevmiyesini kazanmak için akordeon çalan ihtiyar bir amcayı dinlemeye dalmıştık. İngilizce olarak nereli olduğumuzu sorduğunda bir-iki kere farklı dilde “Türkiye” diye cevap vermemize rağmen tepki vermeyince anlamadığını düşündüm. Ama daha sonra derin bir nefes çekip "Estağfurullah, estağfurullah” diyerek yüzündeki bütün o yaşlılık izlerini, geçmişteki acıları, o anın hüznünü silen koskoca bir gülümsemeyle bize dönerek Türkçe konuştuğunu görünce şaşırdık. Bize Türk olduğunu ve yıllardır ekmek parası uğruna gurbette yaşadığını söyledi. Çaldığı şarkılara bakılacak olursa, yıllardır Türkiye’ye gelmemişti. Zira çaldığı şarkıların çoğunu güçlükle hatırlıyordum. O, adeta Refik Halid Karay’ın Gurbet Hikâyelerindeki eskici, biz de gurbet çocuğu Hasan oluvermiştik. Kendim de bir gurbet çocuğu olarak onun hislerini çok iyi anlıyordum ve kulağımızda akordeonunun sesi yankılandıkça, dünyanın ne kadar küçük olduğuna bir kere daha şaşırıyordum…
23.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|