Netice itibarıyla 12 Eylül ihtilâlinin bir ‘hediyesi’ olan başörtüsü yasağı konusunda söylenecek söz kalmadı demek mümkün. Yasağın sosyolojik seyrini, “Modern Türkiye’de Başörtüsü” konulu çalışmasıyla inceleyen Prof. Dr. Elisabeth Özdalga, kitabın ilk baskısının yayınlandığı 1998 yılı ile çevirisinin yapıldığı bugün gelinen nokta arasındaki farklılıkları değerlendirmiş.
Özdalga’ya göre, Türkiye’de otoriter devletten demokratik devlete geçiş sağlanmadıkça bu ‘problem’ çözülmeyecek. Özdalga başka önemli bir konuya da dikkat çekmiş: Başörtülü kadınlar birey olarak yasağa karşı mücadele ederken, hem ‘İslâmcı’ camia tarafından hem de kadın haklarını savunan feministler tarafından yalnız bırakılmışlar. (Zaman, Pazar eki, 21 Eylül 2008)
Prof. Dr. Elizabeth Özdalga’ya göre yasağın sonra ermesinin yolu şu: “Başörtüsü sorunu Türkiye’deki demokrasi mücadelesine bağlı. Burada geniş anlamda, bütün değişik grupları kapsayan bir demokratikleşmeden bahsediyorum. Böyle bir amaca ulaşmak için bütün sivil güçler, siyasî partiler başta olmak üzere, el ele vermeleri lâzım. Değişik siyasî grupların, değişik konularda farklı görüşleri olabiliyor, zaten demokrasi icabı rekabet içinde olmaları gerekiyor. Ama demokrasi ve sivilleşme konularına gelince birlikte hareket etmeleri gerekiyor.”
“Başörtüsü ‘sorunu’ çözüldüğünde paralel olarak hangi sorunlar da çözülmüş olur?” şeklindeki bir soru üzerine de Özdalga şöyle demiş: “Demokratikleşme işin asıl ve temel sorunu. Başörtüsü sorunu, Kürt sorunu, Alevilerle ilgili sorunlar bu daha geniş sürecin birer parçası. Bütün bu konuların ve sorunların birbirine bağlı olduğunu hatırlamak lâzım. Bu sorunlara bir de yeni ve sivil anayasa, AB ile entegrasyon gibi konuları da eklemek lâzım. Bu makro düzeydeki siyasî konular başörtüsü sorunundan ayrı değil. Hepsi birbirlerine bağlı.”
Prof. Dr. Özdalga’yı, yıllar önce yaptığı gerçekçi tesbitleri sebebiyle de hatırlamak lâzım. Yasağın yoğun olarak başladığı ilk yıllarda, “Bu konu Avrupa’ya yeterince anlatılamıyor. Avrupa kamuoyu (AİHM dahil) Türkiye’de yaşanan gerçek durumu bilmiyor. Bunu Avrupa’ya (hatta dünyaya) doğru şekilde anlatmak lâzım” diyor ve bu konuda çalışanlara yol göstermek istiyordu. Ne yazık ki ikazlar yeterince dikkate alınmadı ve AİHM gibi yerlerden de makul kararlar çıkmadı.
Hatta bu konuda gayret gösteren bir avukat, “Biz daha AİHM’de -meselâ- dilekçe vereceğimiz ‘oda’nın yerini bile bilmiyorduk. ‘Yasakçılar’ ise karar verecek olanlarla yıllardan beri zaten ‘kanka’ gibiydiler” itirafında bulunmuştu.
Özdalga’nın işaret ettiği noktalardan en çarpıcı olan ise, başörtüsü yasağına karşı mücadele veren öğrencilere zaman zaman ‘aileleri’nin dahi sahip çıkmadığı gerçeğidir. Tanıdığım bir veli, kendisi ‘hacı’ ve 5 vakit namaz kılan birisi olduğu halde, yasak sebebiyle okulunu terk eden kızına, “Okula giderken başını aç, çıkınca kapat. Ne olur ki? Sen filan hocadan daha iyi mi İslâmı biliyorsun!” diye baskı yaptığına bizzat şahit olmuştum! Tabiî ki kızı, ‘yasakçıların baskısı’na boyun eğmediği gibi; ‘hacı baba’sının baskısına da boyun eğmedi ve son sınıfta olmasına rağmen okulu terk etti.
Bu bakımdan, yasağa maruz kalan ve aynı zamanda hak mücadelesinde ‘yalnız’ bıraktığımız başörtülü öğrencilere özür borçluyuz...
23.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|