Sosyal hayattaki meşguliyetlerimiz, bazen bizi o kadar çepeçevre kuşatır ki, çok âcil veya önemli işleri bile ihmal etmemiz söz konusu olabilir. Bizi teslim alan ve bir türlü sonu gelmeyen bu meşguliyetlerin kimi vakitlerde bizim sağlığımızı bile tehdit ettiği gözlemlenir.
Bu meşguliyetlerden dolayı bazen gözümüzün önündeki fakir-fukarayı “göremez” duruma düşer ve perişanlığına “seyirci” kalırız. Çoğu zaman bu ihmalin “kasıt” veya “duyarsızlık” ile ilgisi yoktur. Ancak; işler sonuçlarıyla değerlendirildiğinden, “olan” gariban fakire olmakta ve bizim iyi niyetimiz onun karnını doyurmadığı gibi herhangi bir derdine de çare olmamaktadır.
Bazen de, işimize giderken her sabah gördüğümüz boynu bükük çiçeğimizin ve bahçemizdeki ağacımızın feryatlarını duymaz hale geliriz. Bir yudum suya hasret o güzelim nesneler gözümüzün önünde kurumaya terk edilir. “Ne olursun, Allah rızası için beni buradan kaldır ve uygun bir yere bırak” diye yüzümüze bakan çöpün yalvarışlarına aldırış etmediğimiz olur.
Öyle garip durumlarla karşılaşırız ki; ne cenazesi olan “hüzünlü” komşumuzun, ne de hacdan dönen “sevinçli” dostumuzun duygularını paylaşırız. Ortak olacağımız kederin azalabileceği aklımıza gelmediği gibi, iştirak edeceğimiz sevincin katlanabileceği hususu da aklımıza gelmez. Hatta apartmanımızdaki komşularımızı “tanımama” garabetini bile yaşadığımız olur. Ortak mekânımızı kimlerle paylaştığımızı dahi bilmeyiz. Selâm, sohbet ve hâl-hatır sorma gibi unsurlar dünyamızdan silinmiş gibidir.
Bu ihmalkârlığımızı veraset yoluyla çocuklarımıza intikal ettirmemiz ise işin cabası. Meselâ, yaz tatillerinde Kur’ân ve din bilgileri öğrenmeleri için küçüklerimizi camilere göndeririz; ancak, ilgilenme ve takip etme noktalarını eksik bıraktığımızdan iyi sonuç almamız söz konusu olmaz. Belli bir aşama kaydeden çocuk, ilgisizlikten dolayı bir süre sonra öğrendiklerini unutur. Sonraki yıl, sil baştan yeniden aynı bilgileri tekrarlar ve bu faaliyet yıllarca sürer.
Kur’ân okumayı öğrenenlerimiz ise okuma konusunda ihmalkâr davranırız. Oysa, Kur’ân-ı Kerim’den her gün—üç-beş sayfa bile olsa—okuduğumuz ve anlamını kavramaya çalıştığımız takdirde durumumuz farklılaşır. Bilgimiz artar ve tazelenir. Yaptığımız diğer işlerden de haz duymaya başlarız.
Günlük meşguliyetlere feda edilmemesi gereken önemli hususlardan bir tanesi de sıla-yı rahimdir. Yani, yakın akraba ziyaretidir. Özellikle anne ve babalarımız ve diğer yakınlarımız ile—imkânlar ölçüsünde—irtibat kurulmalı, bağlılıklar tazelenmeli ve görevler yerine getirilmelidir. Vefat etmiş olsalar bile onlara karşı irtibat kurma vazifemizi ihmal etmemeliyiz. Sadaka verme, Kur’ân okuma ve duâ etme gibi iletişim araçları irtibatımızı pekâla sağlayabilir.
Kimi zaman da, meşguliyetlerimiz bizi o kadar istilâ eder ki, en yakınımızdaki çoluk-çocuğumuzla ilgilenme fırsatımız olmaz. Halbuki, bu ihmali haklı kılacak hiçbir meşrû mazeret söz konusu değildir. Çünkü, dünya-ahiret saadetimiz aile efradımızla ilgilenmeye bağlıdır. Onlara belli bir vakit tahsis etmek, sevinç, keder ve başarılarını paylaşmak hayatlarında anlamlı izler bırakır. Unutulmamalıdır ki, aile bireylerinin birbirlerine çok ihtiyaçları vardır. Çok küçük bir ilgi ve alâka bile büyük mutlulukların kapısını aralayabilir.
Günlük meşguliyetlerin kontrolsüz baskısından kurtulmamız dileğiyle…
02.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|