Evet, çok şükür o kırk yılın yirmisinde ben de vardım. Ergenlik dönemi problemlerinin zirve yaptığı yıldı. Arayış, arayış ve yine arayış… Çıldırtan bir arayış, hedefsiz bir arayış. Savrulan, savuran, mutsuz bir arayış. Tam bir çile ve ıztırap hâli. Halbuki nereden bileceksiniz, o an için bir davetin geldiğini, bir çağrının önlenemez girdabına, anaforuna sürüklendiğinizi. Hepsinin üzerine tuz biber gibi gelen başarısız bir okul yılı ve canımdan öte aziz bildiğim babacığımla olan sürtüşmelerimiz.
Neye el atsam elimde kalıyor, kime sığınsam üzerime çöküyordu. En büyük destekçim, anneciğim bile artık güven bunalımı yaşıyordu bana karşı. Ben ne olacaktım, bu rüzgâr,—ne rüzgârı fırtına—bu bora, bu tipi, bu tufan nerede ve ne zaman sonlanacaktı? Hiçbir şeyin lezzet vermediği ve yüreğimdeki yangını söndürmediği ve beynimde kımıldaşan soru kurtçuklarını teskin edemediği bir koca yıldı.
Okuduğum kitabın, katıldığım toplantının haddi hesabı yoktu. Ama çare? Çare benden çok uzakta, arayış yüreğimde, ta can evimdeydi.
O günlerde, refikimiz Zaman gazetesi yayın hayatına yeni başlamıştı. Başyazarı Fehmi Koru’nun, ‘Hem Türk, hem Müslüman, hem muhafazakâr, hem batılı ve çağdaş, hem gelenekçi, hem ilerici, hem laik, hem de Atatürkçü’ bir gazete oldukları meâlinde ve fikir akımı olarak da bu çizgiyi temsil edeceklerine dair bir makalesini kesip ajandamın sayfa aralarında sakladığımı hatırlıyorum. Ben, taze bitmiş bir filiz, yeni umut bir genç, bu mu olmalıydım? Bugün bile anlamakta zorlandığım bu tanımın ve bu fikrî çizginin kalıplarına mı dolmalıydım?
Babamın kitapları yetişti imdadıma. Aslında sadece onun kitapları değil. Kaderin dantellediği bir kaneviçe sarmalamıştı yollarımı. O sene sınıfta kalmıştım. Sıra arkadaşım, Nuri Erdem oldu. Mahallemize, Zerafet Halı Sarayı açıldı, Hacınebioğlu ailesi komşum oldu. Babamın kütüphanesindeki Yavuz Bahadıroğlu serisi ise yoldaşım. Romanlardan birinin arka sayfalarındaki reklâmdan bulduğum, Yeni Asya Yayınları İzmir bürosu adresi ise rotam…
Sonrası malum, arayışa, çileye, ıztıraba, acıya, gözyaşına son veren bir büyük kavuşma. Ben Nurları ve Nurcuları tanıdıktan hemen hemen bir ay sonra Yeni Asya yeniden yayınlanmıştı 1990’da.
Şimdi geriye dönüp bakıyorum ve şükrediyorum: O kırk yılın, yarısında, yirmisinde ben de varım, çok şükür.
Kırk yıllık nurlu mazimizi, birikimimizi, haklı hizmetimizi ve şerefli dâvâmızı 21 Şubat’ta devrettik ve 22’sinde İstanbul’da, çok lâtif bir programla kutladık.
Cemiyetin içindeki yerimi, konumumu, fikir bahçeme hâkim olan düşüncelerimi, hissiyâtımı, heyecanımı, inancımı, sosyal ve siyasî hayattaki tavrımı, aile saadetimi gazeteme borçluyum. Şimdi geriye dönüp bakıyorum ve şükrediyorum: O kırk yılın yarısında, yirmisinde ben de vardım, sonsuz şükür…
12.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|