Makul ve anlaşılır prensip ve ilkelere sahip olan İslâmiyet, sürekli bir biçimde ölçülü ve dengeli olmamızı öngörmüş ve her türlü dengesizliği yasaklamıştır.
Her şeyin gereği ve değeri kadar önemsenmesini isteyen dinimiz uç davranışları tasvip etmemiştir. Başka bir deyimle her konuya önem sırasına göre bakılmasını ve aynı sıralamayla önemsenmesini karar altına almıştır.
Bu yüzdendir ki; farz, vacip, sünnet ve müstehap gibi sıralamaların yanı sıra mekruh, haram ve benzeri derecelemeler de öngörülmüştür. Hatta mekruh bile kendi arasında helâle veya harama yakınlık bakımından sıralamaya tabi tutulmuştur.
Buna göre, dengeli ve ölçülü olma hususu her alanda aranır. Hatta âhenk ve estetiğin gereği de budur. İdealler ile gerçekler, akıl ile ruh, haklar ile ödevler ve madde ile mânâ arasındaki denge korunmadığı takdirde ifrat ya da tefrit kaçınılmaz olur. Tutarsızlıklar her tarafı kuşatır.
Oysa asıl güzellik, uyum ve dengede saklıdır. Hangimiz—altından da olsa—bir metre uzunluğunda bir dile veya—inciden de olsa—yarımşar metrelik dişlere sahip olmak ister? Beden estetiğimizdeki bu durum gibi manevî hayatımızda da ölçü ve dengeden uzak durmamamız gerekir.
Günlük ibadetler konusunda çok titiz olan birisinin—Allah’ın şiddetle yasakladığı—kul hakkına tecavüz hususunda ihmalkâr davranması ve helâl-haram demeden pervasız davranması nasıl açıklanabilir? Çok despot bir hayat ve anlayışa sahip olmanın yanı sıra talî ve sıradan bir âdâpla kurtulacağını düşünen kimseyi anlamak gerçekten zordur. Amansız kanser hastalığına karşı bir parmağı pansuman etmeye benzeyen bu durum karşısında çok duyarlı olunması gerektiğini vurgulamak gerekir.
İşlediğimiz bir hata yüzünden ümitsizliğe kapılıp yüce Allah’ın engin rahmet ve müsamahasını unutmak yanlış olduğu gibi; laubalice bir tavır ve yaklaşım içerisinde her türlü rezaleti işleyip kulluk görev ve sorumluluğunu unutmak da son derece yanlıştır.
Normal günlük yaşantımızda bile bu ölçüye dikkat etmemiz gerektiğini hatırlamamız lâzımdır. Meselâ, herhangi bir insanı övme ya da tenkit etme konusunda son derece titiz ve dengeli olmak durumundayız. Kutsallaştırmaktan uzak durmamız gerektiği gibi yerin dibine geçirmekten de kaçınmak zorundayız. Hatta her insanın hem doğru hem de yanlış yapabileceği düşünülerek, değerlendirmelerin “insaflı” olması lüzumuna işaret edilmesi gerekir. Oysa bazen bir insana öyle yükleniriz ki, iflâh olmaz bir değerlendirmeye tabi tutarız; hatta daha sonra yaptığımız değerlendirmenin yanlışlığını fark etsek de artık ona bakacak yüzümüz kalmaz. Bazen de öyle yüceltiriz ki, daha sonra aşırılığımızın farkına vardığımızda hayıflanacak durumlara düşeriz.
İslâm anlayışında dünya ile âhiret arasında da tam bir denge söz konusudur. Ne dünya adına âhiret, ne de âhiret adına dünya terk edilemez. Dünyaperestlik söz konusu olmadığı gibi ruhbanlık da söz konusu değildir.
Yıl boyu ibadet edeceklerini, bütün geceleri ihyâ edeceklerini ve çoluk-çocuğu bir kenara bırakıp kendilerini bütünüyle Allah’a adayacaklarını belirten sahabilere, Hz. Peygamber’in (asm) müsaade etmediği, dengeli olmaları noktasında onları uyardığı ve kendi yaşantısını örnek gösterdiği bilinen bir husustur.
İslâm’ın öngördüğü, orta yoldur. Yani, aşırılık ve gevşeklikten uzak, her şeye hakkını veren ve her şeyi kendi standartları içerisinde değerlendiren bir anlayış… Bir hata yüzünden bütün güzellikleri silmek doğru olmadığı gibi, başıboş bir tavır sergilemek de yanlıştır.
Ölçülü, dengeli ve tutarlı olmamız dileğiyle…
06.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|