Yaşadığımız çağın tereddi veya bozulmasından dertlendiğinizde, bozulmanın geçmişten günümüze normal bir seyir takip ettiğini iddiâ edenler çıkacaktır. Fakat kitaplara, yazılı medyaya ve dergilere müracaat ile ilmî bir mukayeseye giriştiğinizde, her vicdan sahibinin şikâyetçi olduğu bozulmanın son zamanlarda bir yangın hâlini aldığını göreceksiniz.
Gençliklerini 1970’li yıllarında yaşayanlar, 80’li yıllardaki menfî gelişmeleri net değerlendirebilirler. Türkiye’nin demokratik yürüyüşünü durduran cuntanın üyeleri, üniversite bahçesindeki erkek-kız gayr-ı ahlâkî hallerini bir başarı olarak anlatıyorlardı. Yani birbirlerine kurşun sıkmıyorlar, muhabbet ediyorlarmış. Ülkenin idarî en üst noktasındaki bu gayr-ı ahlâkî duruş, zaman içinde şehirlerin varoşlarına kadar yansıdı. Özal’lı yıllarda, Türk milletinin dinî ve millî değerlerine düşman olanlarca başlatılan özel televizyonculuk, maalesef bu bozulmayı kırsal alanlara kadar taşıdı. Anadolu’daki köylere yol ve sudan önce elektrik direkleri dikildi ve devlet babanın cebinden her haneye birer tv hediye edildi. O meş’um günlerde, Özal’ın başbakanlığında Amerikalı prensler, “çağdaşlık” olarak tarif ettikleri bu yolda, epeyce yürümüşlerdi.
Türkiye’de ifade edilmeyen ve maalesef yaşanan bir husus var. Devlet ideolojisinin ana ilkelerinden birisinin sefahet olduğu, genellikle darbe sonralarında milletin kulağına adeta üflenir. Bilhassa kendilerini her yerde Kemalist olarak ilân eden bazı paşaların, alkolsüz, danssız ve kadınsız yapamamaları, onların hâkim oldukları dönemi tereddide zirveye çıkarıyor. Yakın zamanlara kadar—AKP iktidarına kadar—sefaheti, dinî hayatla mücadeleyi ve millî sembollerimizle şeâirimize düşmanlığı, Kemalist paşalara arkasını dayayan medya organları, bazı sivil toplum teşkilâtlarıyla bazı resmî kurumlar üstlenirdi. 28 Şubat ile başlayan süreçte, ülkenin siyasetçilerle giriştiği dış münasebetler, sefih kemalistleri düşmanlıkta geri bıraktı. Ulusal yerine uluslar arası programların, projelerin, kültürel faaliyetlerin ve enstitülerce dağıtılan paraların yardımıyla, Türkiye’nin ahlâken, ruhen ve bedenen tereddiye itilmesi daha dehşetli oldu ve oluyor. Birçok tv kanalı, radyo, gazete, dergi, internet sitesi ve çeşitli reklâm vasıtaları, Türk halkının bedenen ve ruhen bitmesi üzerinde adeta ittifak kurmuş görünüyorlar. Bu adi savaşın metod, usul, strateji ve alanlarının tesbiti geniş çalışmaların konusunu teşkil ediyor. İşin en vahim yönü, düne kadar dindar imaj ve formatlarda yayına başlayan muhafazakâr ve dindar medyanın da, bu bozulmaya yakalanmasıdır. Çoğu gayr-ı müslim olan büyük reklâm ajanslarının dümenine giren muhafazakâr basın; bazen dinî sınırlarını, ahlâkî ilkelerini ve millî menfaatlerini de göz ardı edebiliyor. Küresel ölçekte gelen bu büyük tereddi dalgasına karşı, ancak bu milleti idare edenler müdafaa edebilirler. Amerika ve AB’de bile, büyük insanî tahribata karşı milletini ve insanını koruma vazifesi, herkesten önce Başbakan, Millî Eğitim Bakanı, Sağlık Bakanı ve Aileden Sorumlu Bakanlara ait olsa gerek.
Neden?
Nikâh yolunu kapatan, evlilik dışı kadın-erkek ilişkilerini sıradanlaştıran, uyuşturucu müptelâlığını modern gösteren, geleneksel aile hayatını çağdışı ilân eden, millet olarak benimsediğimiz namus ve iffet mefhumlarının içini töre cinayetleriyle boşaltan bu küresel ahlâksızlık dalgasına, bu ülke ne kadar karşı koyabilir ki? Millete; hakkını, hukukunu, namusunu, şerefini, değerlerini, beden ve ruh sağlığını korumaya söz verenler, seçilmiş hükümetlerdir.
Mevcut hükümete kimlerin, hangi sâikle rey verdiğini herkes biliyor. Dindar, muhafazakâr, ahlâklı, millî menfaatlerine düşkün ve Türkiye’nin ezelî düşmanlarına düşman olarak milletçe bilindiklerinden, hükümete geçenlerin nezaretinde bulunan memleketimizdeki bu millî felâkete duyarsız kalmanın maddî ve manevî bedeli çok ağır olur. Bu millet, Balkan, Birinci Cihan, İstiklâl ve İkinci Cihan Harplerini yaşadığı halde böyle bir ahlâksızlık, dejenerasyon ve tereddi dalgasını yaşamamıştı. Durup dururken ülkeyi haricî cereyanların yaktığı dinsizlik, ahlâksızlık ve sefahet ateşlerine teslim etmenin mazeretini hiçbir hükümet üyesi izah edemez.
Haricî ve dahilî bazı menfaatler yüzünden hükûmet tedbir almada gecikir veya inisiyatif göstermezse, bin seneden bu yana Türk milletine Kur’ân’ın bayraktarlığını yaptıran Rabbimiz, dengeleri öyle alt-üst eder ki, siyaseti menfaatleri istikametinde takip edenler, çok büyük zararlara uğrarlar. Hem şimdiye kadar kazandıkları şeref ve namları kaybolur, hem de hükûmet yoluyla elde ettikleri menfaatleri kaybederler. Hem millet nazarında, hem Allah yanında zarara uğramış olanlardan olurlar. Bizden söylemesi...
06.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|