Nurlara gerçek mânâda talebe olabilmek, elbette kolay değil. Bediüzzaman’a talebelik liyâkatini kazanmak, öyle her insana nasip olmayacak kadar değerli ve şerefli bir payedir, bir mânevî mevkidir. Her insana saadet-i dareyni sağlayacak, iki dünyada mutlu ve huzurlu kılacak olan Nur talebeliği ünvanını kazanabilmenin elbette bazı şartları, bazı kaideleri var. Bu kural ve şartları yerine getirmenin gayretinde olan her insan için Bediüzzaman’a ve Nurlara talebe olabilme yolu elbette açıktır.
Bu kaidelerden bazılarını şöylece sıralamak mümkün:
1- Her yerde ve her zaman şahsımızı değil; şahs-ı mânevîyi öne çıkarmak. Çünkü “Zaman cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevisinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir” diyor Bediüzzaman.
2- İstikametli birlik ve beraberliği sağlama yolunda azamî gayret göstermek. Birlik ve beraberliğin bozulmasına sebep olacak söz, hâl ve davranışlardan şiddetle kaçınmak. Bediüzzaman’ın; “Cemaatte vahid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür” sözünü hatırdan çıkarmamalı. Yani, cemaatte sıhhatli ve sağlam bir birlik olmazsa, kesirlerdeki toplama ve çarpma işlemi gibi, büyüdükçe küçülür.
3- Bediüzzaman’ın “Siz meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telâşsız, velveleye vermemek lâzım”, “Bundan sonra her meselemizde emir, Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var”, “‘İşlerinde onlarla istişare et’ (Âl-i İmran Sûresi: 159) emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım” sözleri ve âyet-i kerimenin emri muvacehesinde meşveret ve istişarenin yerini ve önemini akıldan çıkarmamak.
4- İnsanların teveccühlerini, hürmetlerini, ikramlarını beklememek. Çünkü bu gibi hâller, “ihlâs”ı bozar. İhlâsın olmadığı veya zedelendiği bir yerde ise, hizmetten bahsedilemez. Bu meyanda şan şeref peşinde koşmak, insanların alkışlarını, iltifatlarını arzulamak da, yine ihlâsı bozan hâllerdir. Onun için Nurlarla hizmete tâlip olan insanların rıza-i İlâhi’den başka bir gaye, başka bir maksat taşımamaları gerekir. Bu noktada Bediüzzaman’ın “Sizler biliyorsunuz ki bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz” sözünü hatırda tutmakta fayda var.
5- Tevazu ve mahviyeti esas almak. Herkese karşı mütevazi, alçakgönüllü, güleryüzlü olmanın Nur hizmetindeki yerini ve önemini akıldan çıkarmamak.
6- “Hizmet ediyorum” diye herhangi bir gurur hissettirecek hâl ve davranışlardan uzak durmak. Çünkü dine hizmeti bize ihsan ve ikram eden, Yüce Allah’tır. Dinin sahibi de O’dur. Bu meyanda “Allah bu dini çok günahkâr bir adamın eliyle de kuvvetlendirir” hadisindeki derin mânâyı düşünmeli; kendimizi o çok günahkâr insan olarak bilmeliyiz.
7- Uhuvvet ve tesanüdün, bu hizmetin vazgeçilmez esasları olduğunu bilmek ve kabullenmek. Bilme ve kabullenmenin ötesinde bu iki esasın hükümfermâ olması için azamî dikkat, azamî fekadârlık göstermek. Bu noktada; “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider” âyetindeki mesajı ve Bediüzzaman’ın “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihat gittiği vakit, manevî hayat da gider” ve “Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar” ifadelerindeki dikkat gereken mânâları devamlı göz önünde bulundurmalı.
01.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|