"Gerçekten" haber verir 01 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Darbeler ve alçaklıklar

Ben bütün askerî darbelerin alçakça olduğuna inanırım. Toplumun kendilerine bambaşka amaçlarla emanet ettiği silahları o topluma karşı çevirip kendi çıkarları ve iktidarları için kullananlar, yaptıkları alçaklığı ve işledikleri suçu saklayabilmek için elbette kendilerine müttefikler ararlar.

O müttefiklerle birlikte darbenin zeminini hazırlarlar. Biz bugün 28 Şubat’ın gizli belgelerini yayınlıyoruz. Medyanın nasıl kullanıldığını, toplumun nasıl kandırıldığını bu belgelerle göreceksiniz. O korkunç dönemi yaşayanlar, hemen her gece televizyonlarda siyahlar giymiş, sarıklı, külahlı bir kalabalığı gördüklerini hatırlarlar.

Ertesi gün gazeteler o “siyahlıların” resimlerini yayımlardı. Kendilerine Aczmendi denilen yaklaşık yüz kişilik bir grup şehir şehir dolaşırdı.

Bütün ülkede “irtica” yayılıyormuş havası estirilirdi. Şimdi bu belgeleri okuduğunuzda, medyanın o Aczmendi grubunu askerlerin talimatıyla gösterdiğini göreceksiniz.

Talimat çok açık:

“Aczmendiler gündemde tutulacak.”

Aynı talimatın bir sonraki cümlesi de şöyle:

“Üfürükçüler de gündemde tutulacak.”

Daha geçenlerde “captagon” imal etmekten tutuklanan biri o dönemler “üfürükçü” kadrosundan gelmişti televizyonlara.

Ayinler yönetiyor, kadınlara tuhaf şeyler yapıyor ve bütün bunlar “bilinmeyen” biri tarafından kameralara kaydedilip yayınlanıyordu.

İki üfürükçü, yüz Aczmendi ve “işbirlikçi” bir medya ile biz 28 Şubat’a geldik.

Medya öylesine sefil bir haldeydi ki “andıçlarla” kendi meslektaşlarının bile hayatlarına kastetti.

Birçok gazeteci o andıç yüzünden işini kaybetti.

Akın Birdal silahlı saldırıya uğradı.

Birkaç general iktidar olacak diye insanların gelecekleri tehlikeye atıldı. Bu belgeler bize generallerin “insanları” kullanmak için sınır tanımadığını da anlatıyor. Subay eşi olan öğretmenlerin “kursları, okulları” denetlemesi de verilen talimatlar arasında. Öğretmenlik gibi bir mesleği “ajanlığa” çevirme emri veriliyor.

Ajan olmayı kabul eden bir öğretmenin ruhunun nasıl çürüyeceği, bu çürümenin onun okuttuğu genç kuşaklara nasıl yansıyacağı umurlarında bile değil. Onlar topluma bir “irtica” tablosu göstermeyi amaçlıyorlardı.

Böyle bir tabloyu da gösterdiler.

28 Şubat’ın bu toplum için hâlâ önemini korumasının en önemli nedeni, bu “irtica” oyununu oynamak isteyen general türünün varlığını bugün de sürdürmesi.

Darbe hazırladığı anlaşılan Ergenekon sanığı bir generalin “lahikalarını” da yayınladık biz.

“28 Şubat gerekirse bin yıl sürecek” diyen eski bir genelkurmay başkanının bu sözleri, o “tür” generallerin iktidara nasıl doyamadığını da ortaya koyuyor zaten.

Hiç unutmayın.

“İrticayı önlemek için” darbe yaptıklarını söyleyen bu generallerin döneminde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük banka soygunları gerçekleşti. Askerlerle anlaşanların kendi bankalarını soymalarına, halkın paralarını zimmetlerine geçirmelerine izin verildi.

“İrtica geliyor” naralarının ardında nasıl bir “soygun planı” olduğunu biz daha sonra öğrendik.

Darbeye yardım eden gazete patronlarının nasıl zengin edildiğini daha sonra gördük. “İrtica” lafıyla oluşturulan sis bombalarının dumanları ardında soygun planları vardı.

Bu ülkeyi, bu halkı silah zoruyla soydular.

28 Şubat generallerinin hiç biri, kendi iktidarlarında nasıl o kadar çok banka soygunu gerçekleştiğini açıklamadılar.

O konuya değinmediler bile.

“Biz postmodern darbe yaptık” diye bir de böbürlendiler.

Darbe yapmak alçakça bir iştir.

Ama daha önemlisi darbe yapmak, darbe planlamak ağır bir suçtur.

Bu generaller, bu ülkede darbecilerin asla yargılanmayacağına böylesine emin oldukları için bu kadar yüzsüzce işlere bulaşıp, böylesine utanmazca demeçler verebildiler.

Daha iki yıl önce ordu, halkın oylarıyla iktidara gelmiş hükümete “muhtıra” vererek suç işledi.

Hiçbir general yargılandı mı?

Hayır.

Generallerin, kendilerini “halkın iradesinden ve hukuktan” daha yukarda sanmalarındaki yanılgı artık oradan kaldırılmalı. Generallerin aklından bu “müdahale” fikrini çıkartıp atmalı.

Orduyu, ait olduğu yere, kışlasına geri göndermeli. Bunun için ilk bakılacak ve düzeltilecek kurum medyadır. Çünkü darbeler “medyanın” yardımıyla yapılıyor. Ortamı, bu belgelerden de göreceğiniz gibi, ordunun talimatıyla medya hazırlıyor.

“Ayışığı ve Sarıkız” operasyonlarında, cumhurbaşkanlığı seçiminde, türban meselesinde medya aynı oyunu gene oynadı.

Türkiye’nin değiştiğini fark edemediler.

Niye başarısız olduklarını hâlâ anlayamıyorlar, hâlâ aynı oyunları oynamaya çalışıyorlar.

Bu belgeleri iyi okuyun.

Ve medyaya iyi bakın.

“28 Şubat’ın bin sene sürmesini” isteyenlerin neler yaptıklarını anlayacaksınız.

Taraf, 28 Şubat 2009

Ahmet Altan

01.03.2009


28 Şubat darbesinde neredeydin?

Türkiye’de tüm darbeleri yaşadım.(...)

Darbecileri, işbirlikçileri, bitmeyen bir kinle sürüp giden yazar düşmanlığını yakından izledim.

Hepsinin gelişini ve gidişini gördüm. Hepsi de iktidarlarının hiç bitmeyeceğini sanırlardı.

* * *

28 Şubat’ı hep hatırlamakta fayda var.

O dönemdeki darbeci cuntanın ortalarda dolaşmaya meraklı bir generali, bir canlı yayında 28 Şubat’ın ‘post-modern’ darbe olduğunu söylemişti.

Gerçek bir hukuk devleti olsaydık, ‘anayasal bir suçu’ itiraf edenler çoktan yargının önüne çıkmış olurdu.

Hasan Cemal de ‘Kürtler’ adlı kitabında, Çevik Bir’in o dönemin gazete patronlarına neler söylediğini anlatır...

Hangi demokratik ülkede generallerin yazarlarla ilgili gazete yönetimlerine baskı yaptığı görüldü?

O dönemde, şimdi hepsi hayatta olan kimlerin neler yaptığı hepimizin hafızasında... Belgeleri de ortada...

Ortada olmayan sadece hukuk.

Darbecilerden korkup, yazarlara çizerlere baskı yapmanın utancı nasıl taşınır, bunu ben hiç anlayamadım.

Ne oldu, geriye büyük bir utanç kaldı.

Belki bunları bir gün daha uzun uzun anlatır, yazarız.

* * *

28 Şubat sürecinin yaşandığı günlerdi.

Askerler yüzde 72 oranında zam almışlardı. Yazının özeti şu cümlede vurgulanıyordu:

‘Türkiye’de memur olmak gibi bir talihsizlik, silahsız memur olunca ikiye katlanıyor.’

Eğitimcilerle askerlerin maaşları arasındaki farkı da buna örnek göstermiştim...

Örneğin, bir orgeneral, kıdemli bir profesörün iki mislinden fazla maaş alıyordu. Türk devleti tercihini eğitimden yana değil, savunmadan yana kullanmaktaydı...

Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri’nin yazı ile ilgili olarak gazete yönetimini arayıp ‘beni süngü ucunda cephe cephe dolaştırmakla’ tehdit ettiğini bir zaman sonra gazete yöneticilerinin ağzından öğrenecektim...

Doğrusu, dönemin şartlarını sabit sayan, gökte tutup yerde yiyen bir tuğgeneralin bu tuhaf konuşma biçimi hoşuma gitmedi.

Ertesi yıl, asker ve sivil memur maaşları açıklandığında, ‘Yeni Memur Maaşları’ başlığıyla hemen hemen aynı minvalde bir yazı daha yazdım...

Asker sivil demeden tüm memurların parasının az olduğunu, ancak bilgi çağına adım atılan bir dünyada, hükümetlerin savunmayı eğitime karşı çok daha fazla sakındığını anlatıyordum...

Bu kez, aynı general, patron katına telefon etti. Küçük bir gazete içi kriz yaşandı.

Sonra da, kamuda çalışan memur maaşlarının yayınlandığı listelerden askerlerinki çıkarıldı.

28 Şubat darbesi kökleştikten sonra, Genelkurmay, benim de aralarında bulunduğum bir grup gazeteciyi Güneydoğu’ya davet etti...

İl il gezerken, Şırnak’taki karargâha girer girmez gözümüze çarpan panoda maaşlarla ilgili eski yazımı görünce bayağı şaşırmıştım...

Türkiye’de maaş konusundaki bir tespitin, her konudan daha fazla hassasiyet yarattığını da bir kez daha anlamıştım.

Tüm maaşların yükseltilmesine ve aradaki adaletsizliğin giderilmesine yönelik akılcı bir çağrı bile büyük tepki toplayabiliyordu.

* * *

28 Şubat post-modern darbesi ‘laiklik’ elden gidiyor diye yapıldı.

Benim merak ettiğim şu: Atatürk devrimleri yerli yerine oturduysa ‘laiklik neden elden gitsin?’ Yok bu devrimler tehlikedeyse, neden hâlâ tehlikede olacak kadar sallantıda duruyor? Askerler, sürekli olarak laiklik ilkesinin tehlikede olduğunu söylüyor. Ama buna tüm toplumun sahip çıkmasını sağlayacak sosyoekonomik gelişmelere destek olmak yerine tanklardan medet umuyorlar.

‘Laiklik elden gidiyor’ kaygısı gerçek bir kaygı mı, yoksa iktidar savaşında kullanılan bir silah mı doğrusu pek ayırt edilemiyor.

Bugün 28 Şubat post-modern darbesinin yıldönümü...

Ben ‘din devletinde’ de yaşamak istemiyorum, askeri rejim altında da...

Temel hak ve özgürlüklerin evrensel hukuk kurallarıyla güvence altına alındığı doğru dürüst bir ülkede yaşamak istiyorum.

Bunun tek sağlıklı yolu Türkiye’nin ekonomik ve sosyal sorunlarının, çok daha büyük ölçüde zenginlik ve özgürlük üretecek hale gelmesi.

AB süreci de bunu sağlayabilecek bir reçete...

* * *

28 Şubat döneminin en sıcak günlerinde de, bizleri kendi darbeci mantıklarının propagandasına alet edemeyip andıçlayanların, yazarlara baskı yapmaya uğraşan darbecilerin silinip gideceklerini, bizlerin de yaptığımız işlere devam edeceğimizi biliyordum.

Aradan yıllar geçti.

Beni ‘süngü’ ile tehdit eden general, yükselemeden emekli oldu...

Bir gece bir televizyon programında 28 Şubat’ın bir ‘post-modern’ darbe olduğunu kabul ederek, işledikleri ‘anayasal suçu’ da itiraf etti...

Ve bir yana çekildi...

Ben ise Prizma’yı yazmaya devam ediyorum. Suçluları cezalandıran bir ‘hukuk’ yoksa da... Onları kenara iten bir ‘hayat’ var çünkü...

Star, 28 Şubat 2009

Mehmet Altan

01.03.2009


28 Şubat olmasaydı

Bugün 28 Şubat. Hem şubatın son günü, hem de 1997’deki postmodern darbenin yıldönümü.

Herhalde duymuşsunuzdur.

Dünya üniversitelerinden bazılarında “Olmayana ergi” yöntemi yalnızca müspet ilimlerde kullanılmaz. Sosyal bilimciler ve özellikle tarihçiler de olmayana ergi yöntemi ile olayları irdelemeye çalışırlar.(...)

- 28 Şubat post modern darbesi ile seçilmiş koalisyon hükümeti devrilmeseydi, Recep Tayyip Erdoğan hâlâ Erbakan’ın arkasındaki saflarda mı bulunurdu?

Dün Amsterdam’daki kazaya ilişkin olarak insanlar ve kader arasındaki ilişkileri konu alan bir yazı yazmıştım. O yazıda da olmayana ergi yöntemini kullanıp, şu örneği vermiştim:

- 1959’da Kıbrıs sorununu çözmek ve Kıbrıs’ın statüsünü belirleyecek antlaşmayı imzalamak için Londra’ya giderken uçağı düşen dönemin başbakanı rahmetli Adnan Menderes, bu kazadan sağ olarak kurtulmuştu... Demokrat Parti iktidarı 27 Mayıs askeri müdahalesinden önce erken seçim kararı alsaydı, ne darbe, ne Yassıada Duruşmaları, ne de idamlar olurdu.

***

29 Şubat olsaydı

Bu yazıma sayın okurlardan hem yorumlar hem de tepkiler geldi. Örneğin Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Doç. Dr. Sıtkı Göksu özetle şöyle diyordu mesajında:

- “Demokrat Parti iktidarı 27 Mayıs askeri müdahalesinden önce erken seçim kararı alsaydı, ne darbe, ne Yassıada Duruşmaları, ne de idamlar olurdu” diyemeyiz, çünkü bizce meçhul olan bir durumdur.

İnsanların kendi kaderlerini belirlemeleri konusunda ne ölçüde güce sahip oldukları konusu da, Saidi Nursi’nin “Yirmi Altıncı Söz “ündeki anlatımıyla şöyle ele alınmıştı:

- ... Denilmesin ki, “ Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir. Cüz-ü ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı yine ölecekti.” Sual: Niçin denilmesin? Elcevap: Çünkü kader onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farz etsen, o vakit kaderin adem-i taallûkunu farz ediyorsun. O vakit ölmesini neyle hükmedeceksin? Yalnız, Cebrgibi sebebe ayrı, müsebbibe ayrı birer kader tasavvur etsen; veyahut Mutezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırkai dâlleye girersin. Öyleyse, biz ehli hak deriz ki: “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.” Cebrder: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mutezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.”

Sayın okurun bu mesajından ilham alınarak “28 Şubat olmasaydı ne olurdu” sorusuna şu almaşık cevaplar verilebilir mi size göre?

Ehl-i hak: “ 28 Şubat olmasa da Tayyip Erdoğan’ın kendi liderliğinde bir parti kurup kurmayacağını söylemek mümkün değildir.”

Cebri: “28 Şubat olmasa bile kader Tayyip Erdoğan’a AK Parti’yi kurduracak ve tek başına iktidara getirecekti.”

Mutezile: “28 Şubat olmasaydı, ne AK Parti kurulur ne de Tayyip Erdoğan lider olurdu.”

“Olmayana ergi” yöntemini, isterseniz şu soruyla da 28 Şubat’a uyarlayabilirsiniz:

- Eğer postmodern darbe 28 Şubat’ta değil de 29 Şubat’ta yapılmış olsaydı, onu yalnızca şubatın 29 çektiği yıllarda, yani dört yılda bir mi hatırlardık?

Sabah, 28 Şubat 2009

Mehmet Barlas

01.03.2009


12 yıl önce bugün ve geriye kalanlar…

O malum günün, “28 Şubat”ın yıldönümü bugün. Yazıyoruz, çünkü hâlâ bir “tarih,” bir “tarihi konu” haline dönüşmedi 28 Şubat.

28 Şubat, parlamenter ve bir askeri müdahaleydi. 28 Şubat darbe değildi ama darbe kuvvetindeydi.

Belki daha da öte…

Anayasal düzenin kurumsal sınırları içinde, bu kurumlar aracılığıyla, merkez medya ve onun seferber ettiği kamuoyu desteğinde yapılması, 28 Şubat’ın darbe kuvvetini aşan bir etki yapmasına, özellikle devletin iç işleyişi açısından kalıcı izler bırakmasına yol açtı.

Bu etki ve izler arasında Batı Çalışma Grubu ve Başbakanlık Kriz Masası Yönetmeliği bulunur. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni iç güvenlik doktrinine temel oluşturan, asayiş alanını askerileştiren EMASYA protokolü ve yapılanması bulunur.

Bu etki ve izler arasında “Garnizon üniversite” düzeni, iyiden iyiye talim terbiye görevi üstlenmiş YÖK ve “militarist rektörler demeti” vardır.

Demokrasi cihazlarıyla otoriterleşmeyi ifade eden “militan demokrasi fikri”nin yeşermesi, laikçi tutumun değişim, hatta siyaset karşıtlığıyla iç içe girip para–militer özellikler taşıyan yeni ulusalcı dalgayı beslemesi de 28 Şubat’ın mirasları arasındadır. Üstelik bunların ucu 2003-2004 darbe girişimlerinden Nisan 2007 mitinglerine ve muhtırasına kadar giden, örgütlenme, seferberlik ve sivil örgüt görünümündeki darbe alt yapılarına uzanmaktadır.

Özetle “devlet sisteminin iç kıvrımlarının askerileşmesi” ve “otoriter zihniyetin yeni meşruiyet araçlarıyla alenileşmesi” olarak tanımlanabilecek bu müdahalenin etki ve tortuları hâlâ boğuştuğumuz meseleler arasında yer alıyor…

Bugün de bu mantık bir tür sürüyor. Bu mantığı savunanların bir kısmı hapishanede, ama bir kısmı hâlâ gazetelerinin, köşelerinin, partilerinin başında… Ve aktif bir şekilde fırsat buldukça 28 Şubat dilini ve araçlarını kullanıyorlar.

Bugün yaşananlar bir açıdan, “bu iz ve tortulara yönelik temizlik girişimi” ile “aynı iz ve tortuların temizliğe direnci” olarak açıklanabilir.

Ergenekon açık örnektir buna…

Çetelerin ulaştığı derinlik, siyasi cinayetlerin ortaya saçtığı kirlilik, her biri farklı koldan ve 28 Şubat mantığının ürünü olan “korku-tehdit-tehlike” üçlüsü üzerinden değişim ve siyasete gösterilen direnç yapıları olarak karşımızdadır.

Bunların kırılmasına yönelik her adım ya da bunların buharlaşmasına yol açacak her politika, en azından siyaset ve değişim umudunu ifade etmektedir.

Ancak bu işin bir de toplumsal yanı, toplumsal öyküsü var. 28 Şubat günlerine oranla asıl ve büyük fark siyasette ve toplumdadır.

28 Şubat ruhunun ihtiyaç duyduğu bu iki ana dokuda yaşanan değişimler Türkiye’yi bugün otoriterlikten çok “demokrasinin kapısı”na yakın tutuyor.

Toplumsal açıdan bakıldığında 1997’de açılan sayfa toplumun merkezi ile çevresi arasındaki mesafelerin azalmasından üreyen bir kriz dönemine işaret ediyordu. Bugün ise bu kriz önemli ölçüde geride bırakılmış ve çatışma yerine bütünleşme sayfası açılmıştır. Son yıllarda toplumun kutuplaşmaya direnmesi, temel olarak bu gelişmede yatmaktadır…

Evet, ortada ciddi bir değişim var.

Ve bu değişim 28 Şubat ve sonrasının toplumsal gerilimleri sırasında yaşanan siyasi karşılaşmalar, etkileşimler ve deneyimlerden üremiştir.

Sonuç olarak bugün laik kesim ve İslami kesim demokrasiye, özgürlüğe, haklara bakış açısından birbirine yaklaşmaktadır…

Toplumsal açıdan içimiz rahat…

Ancak dar alanda da yapılsa “saray kavgaları” tehlikelidir bu ülkede…

Yeni Şafak, 28 Şubat 2009

Ali Bayramoğlu

01.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır