B
ir süre önce “kırkların hikmeti” üzerine bir yazı yazmıştım. Yazı aşağı yukarı kırk gün sonra bu köşede yayınlandı. Artık kırkların hikmetine yeni bir kırk daha eklendi. O da bilindiği gibi, Yeni Asya Gazetesi 39 yılı geride bırakarak kırk yaşına ayak bastı. Bunda tesadüf yok, tevafuk vardı.
Kırk bir kere maşaallah!
Bugün Yeni Asya ile kırk yıllık ortak geçmişimi sizinle paylaşmak istiyorum.
İlkokuldan sonra… Adana’da okuduğum yıllardı.
Ülke geneline hitap eden haftalık ‘İttihad’ Gazetesi çıkarılmıştı. İyi bir ses olmuştu. Önce İttihad gazetesiyle tanıştım. Haftalık güzel bir gazeteydi. Çıkacağı günü iple çekerdim. Elime aldığım gibi hemen bitiverirdi. Zamanla onu kendimden bir parça gibi görmeye başlamıştım. İttihad Gazetesinin günlük çıkacağını duyunca çok sevinmiştim. Ama her ne hikmetse bu gerçekleşmedi.
İttihad evimin demirbaşlarından oldu. Nereye gitsem yanımda götürdüm. Bir türlü bırakamıyordum.
İttihad Gazetesinn sıcaklığı bende hâlâ devam ediyor. Çocukların eski oyuncaklarını ara sıra çıkarıp oynadıkları gibi ben de İttihad Gazetesinin eski sayılarını çıkarıp ara sıra hasret gideriyorum. Onunla konuşuyorum, adeta dertleşiyorum.
Değişen ve gelişen dünyada Nur Talebelerinin medyada güçlü bir sese, fikirlerini neşredebilecekleri (nâşir-i efkâr) bir gazeteye şiddetle ihtiyaçları vardı. Gerçi daha önce bu alanda değişik isimlerle bazı denemeler yapılmıştı. Ancak onlar mahalli nitelikte kaldı.
Günlük gazete ihtiyacı her gün kendini daha çok hissettiriyordu. Tarih: 21 Şubat 1970. Avrupa’nın Asya’ya bağlandığı, Boğaz Köprüsünün temelinin atıldığı gün… Basının kalbi Bâbıalide bir Nur daha doğdu. Babıalinin gür sesi!.. Yeni Asya Gazetesi…
“Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şurâdır” parolasıyla çıktı. Bu parolayı o günden beri hiç bırakmadı, hep başucunda taşıdı. Çünkü o parola asrımızın imamı ve müceddidi Bediüzzaman Said Nursî’ye aitti.
39 yıl önce sıfır sermaye denilebilecek kadar az bir sermaye ile günlük bir gazetemiz Bâbıali’de çiçek açmıştı. Kısa sürede büyüdü, meyve vermeye başladı. Ülkede soğuk bir kış mevsimi yaşanırken basında sıcak bir hava esmeye başlamıştı. Asık yüzler artık gülmeye başladı.
Mütevazı bir görünüşle yayın hayatına başladı, ama dâvâsında ciddiyetini ve duruşunu bozmadı hiç. Yeni Asya ile anlaşmamız, kaynaşmamız zor olmadı. İttihad gibi ona da hemen ısınıverdim. Çıkışını, ağabeyi İttihad’dan duymuştum. İttihad’ın küçük kardeşi olarak dünyaya geldi. Bir süre sonra İttihad yayın hayatına elvedâ dedi.
Yeni Asya günlük çıkmaya başladı. Babıali’de mütevazi bir mekânda, yayınlanıyordu. Altı sayfaydı. Olsun! Buna da şükür, dedim. Artık bizim de günlük bir gazetemiz olmuştu. Merhum Zübeyir Ağabeyin deyimiyle belki, “lahana yaprağı kadar”dı. Ama her şeyiyle bizim diyebiliyorduk.
Yeni Asya doğduğunda ben lisede okuyordum. Pansiyonda kalıyordum. Ders çıkışı ilk işim Yeni Asya’yı bayiden almak oluyordu. O zaman şimdiki gibi gazeteler marketlerde değil, gazete bayilerinde satılıyordu. Gazete bayileri de her yerde bulunmuyordu. Okulumla gazete bayii arası epeyce uzaktı. Bir solukta gittiğimi hatırlarım. Gazeteyi elime alınca okumaya başlardım. Çoğunu yolda okur, bitirirdim.
Okula gelince arkadaşlarım okumak için sıraya geçerlerdi. Elden ele dolaşırdı. O gün bugündür, hiç birbirimize ne küstük, ne de darıldık! Dost kaldık, dost kalmaya da devam edeceğiz, İnşallah!
Yeni Asya elimden de, evimden de hiç eksik olmadı. O bizim bir parçamız oldu. Birlikte çok güzel günlerimiz geçti. Hatıralar gözümün önünden sinema şeridi gibi geçip gidiyor. Hangisini anlatsam acaba? Doğrusu karar vermekte zorlanıyorum.
N. Mustafa Polat, İttihad ve Yeni Asya Gazeteleri için önemli bir rükün veya direkti. O gece gündüz demeden gazetenin en güzel şekilde çıkmasına çalışırdı. Mustafa Polat, Yeni Asya Gazetesi altı ayını doldurduğu günlerde, 25 Ağustos 1970 tarihinde Zeytinburnu sahil yolunda geçirdiği bir trafik kazası sonucunda fani dünyadan bâki âleme göçüp gitti. Bir yıl sonra da nurun kumandanı Zübeyir Ağabey aramızdan geçici olarak ayrıldı. Merhum Zübeyir Ağabey gazetenin yayınlanmasını daha çok istemiş ve gayret etmişti. Allah her ikisine de rahmet eylesin! (Âmin!)
Daha sonraki yıllarda gazetemizde Mustafa Polat adına makale ve şiir yarışmaları düzenlendi. O yarışmaların makale dalında düzenlenen iki yarışmasına katıldım. Dereceye girdim. Bu vesile ile İstanbul’a gittim. Gazeteyi ve çalışanlarını ziyaret ettim. Gazete çıkarmanın ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu yakînen gördüm.
Yeni Asya bir okuldur. Bu okuldan şimdiye kadar çok kimse mezun oldu. Bazıları ise okumaya devam ediyor.
Gazetemizin bir özelliği de okuyucusuyla bütünleşmesidir. Bu konuda zaman zaman pek çok yazı yazılmıştır.
O tarihlerde gazetemiz yanında bir de yayınevi kurulmuştu. Pek çok kitap yayınlandı. O gün, roman dalında ‘Minyeli Abdullah’ bir rekor kırmıştı. Arkadan diğer kitaplar yayınlandı.
Dergilerimiz (Köprü, Can Kardeş, Bizim Aile, Genç Yaklaşım) henüz doğmamıştı. Gazetemiz az bir yazar kadrosu ile yayınlanmaya başlamıştı. Bir kişi bir çok iş yapıyordu. Ama hepsi hayatından memnundu.
Ramazan ayı gelince medyada genellikle “Müslümanlaşma!” görülürdü. Yani gazetenin bir köşesine “Ramazan” adı verilir, orada bildik şeyler yayınlanırdı. Diğer tarafları eskisi gibi kalmaya devam ederdi.
Ankara’da üniversiteli öğrencilerimizin kaldığı bir dershanemiz vardı ki, gazetenin ‘yazı işleri bürosu’ gibi çalışırdı. Dershanemizin adı semtle değil, apartman adıyla bilinirdi: “Huzur.”
“Huzur”da Ramazan Sayfasına ilk defa orijinallik getirildi. Sayfa hazırlıklarına aylar önce başlandı. Planlama yapıldı. Köşeler belirlendi. Buralara kimlerin yazı hazırlayacağı kararlaştırılırdı. Daha sonra hummalı bir çalışma başladı. Yazılarda ilim-iman bağlantısına dikkat edildi.
Bana acizâne “Bir Soru, Bir Cevap” köşesi düştü. Köşenin muhtevası daha çok ilmihal konuları idi. Her güne bir soru düşecek şekilde 30 yazı hazırladım. O yıl gazetede en çok okunan ve aranan sayfa, Ramazan sayfası oldu. Pek çok tebrik aldık. O seneki Ramazan sayfası basında geniş yankı yapmıştı. Gazetelerin ezberi değişti desek belki daha doğru olur.
Bu arada kıdemli ağabeyimiz Ali Toker’in hakkını yememek lâzım. Ali Toker Ağabey bizi hep yazı yazmaya teşvik ederdi. “Yazın” derdi. Biz yazardık. Beğenmediklerimizi hemen yırtmak isterdik. Yazıları yırtarken elimizden alırdı:
“Siz yırtmayın, bana getirin. Gerekirse ben yırtarım!” derdi. Hazırladığımız çoğu elle yazılmış yazıları verirdik. O, kendisi veya başkasına daktilo ettirirdi. Huzurun bir de kıdemli daktilosu vardı. Gündüz herkes okulda olduğu için boş kalırdı. Ama akşam olunca erken giden kapardı.
Yazdığımız yazılar bazen uzun zaman sonra gazetemizde yayınlanırdı. O yazıları gördüğümde şaşırırdım: “Bu yazıları kim yazmış, acaba?” derdim. Çünkü bazı yazılarımı hatırlamazdım bile. Ama gazete arşivinde kaybolmazdı. Zamanı gelince yayınlanırdı.
O yıllarda dergilerimizin tohumları gazetede “Çocuk Bahçesi”, “Hanım Hanıma”, “Gençlik” , “Zemzem” ve “Elif” gibi köşeler olarak atılmıştı. Yazdığım yazılar bu köşelerde peyderpey yayınlandı. Aylarca o köşeleri doldurmaya çalıştık. Daha sonra köşelerin gerçek sahipleri ortaya çıktılar. Onların yazdığı yazılar yayınlanmaya başladı. Köşeler sayfa, sayfalar ek oldu. Bu da yetmedi. Haftalık “Can Kardeş”, aylık “Köprü” dergilerimiz neşir hayatına başladı.
Şimdi aylık “Can Kardeş”, “Bizim Aile”, “Genç Yaklaşım” ve akademik “Köprü” dergilerimiz yayın hayatına devam ediyor. Bu arada yüzlerce kitap, broşür, CD kütüphaneleri süslemektedir.
Yeni Asya okuyucusuyla ve yazarıyla bütünleşti. O, yazarlarını da yetiştirmeye başladı. Zamanla Yeni Asya bir okul oldu. 39 yıl içinde nice yazarlar yetişti. Yazarlarının söyledikleri ve yazdıkları kitap oldu, dergi oldu, CD oldu; rafları doldurdu. Yayınlar, kitap fuarlarında çiçekler açtı. Fuarlar değişik anlamlar kazanmaya başladı. İnsanlarımız artık aradıklarını kolaylıkla bulabiliyorlardı. Gizli saklı bir şey kalmadı. Yayınlar evlere ulaştı, başköşelere oturdu. Artık her yerde, her evde nurlu kitaplar okunur, dinlenir oldu. Yüzler nurlandı, evler nurlandı. Nurların girdiği evler huzurla doldu. Yeni Asya’da 40 yıllık tavizsiz istikrar çizgisi! Yeni Asya, Hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmedi. Hakkın hatırını hep önde ve yükseklerde tuttu.
Bu süre içinde Türkiye’de ve dünyada çok şeyler değişti. Çöküşler, yıkılışlar yaşandı. Ama Yeni Asya çizgisinde değişen bir şey olmadı. Kimseye boyun eğmedi, kimse de ona boyun eğdiremedi. O hep ayakta kaldı. İnşallah hep öyle olacak.
Yeni Asya’yı ilk çıktığı günden beri hep aldım, okudum. Okuyamadığım gün kendimde bir şeylerin eksik olduğunu hissettim. Şimdiye kadar hiç pişman olmadım. Haberleri eskiyebilir, ama yazıları yenidir. Günü geçse de okunur. Yeni Asya’yı okuduktan sonra başkalarının da okumasını sağlamaya çalışırım.
Ne çabuk geçti o güzelim yıllarım! Sanki göz açıp yummak gibi geldi bana. İlk çıktığı günden bu yana emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Vefat edenleri rahmetle anarken kalanlara hayırlı ömürler diliyorum.
Daha nice böyle 40. yıllara duâ ve temennîsiyle…
25.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|