Allah’ın Rasûlü (asm) sahabelerle sohbet ederken:
“Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” (Buharî; Müslim) buyurdu. Bunun üzerine gökten Cebrail (as) geldi ve Rasûlullah’a: “Allahu Teâlâ: ‘Neden kullarımı ümitsizliğe sevk ettin?’ buyuruyor,” dedi.
Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü (asm) sahabelerin yanına geldi, kendilerine Allah’ın rahmetinin genişliğini anlattı ve onları ümit sahibi olmaya teşvik etti. (Taberi; İbni Kesir)
Bir meşhur hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Eğer günah işlemeseniz, Allah günah işleyen bir kavim yaratır, daha sonra kendilerini affeder.” (Tirmizî; Beyhaki)
Bir başka rivayette:
“Allah sizi dünyadan alır, yerinize günah işleyen ve O’nun da mağfiret edeceği bir kavim getirir.” (Müslim; Tirmizi)
Çünkü Allah, Gafur ve Rahîm’dir. Yani mağfiret etmek ve merhamette bulunmak O’nun yüce sıfatlarındandır. Öyleyse bu sıfatlarının tecellisi için günah işleyen kimseler gerekmektedir ki, bu sıfatlarını onların üzerinde icra etsin.
Bu mânâda İbrahim b. Edhem’in şu sözü nakledilmiştir:
Karanlık ve yağmurlu bir gecede tavaf ederken, Mültezem’de kapının yanında durdum ve Allah’a şöyle duâ ettim: “Allah’ım! Beni bütün günahlardan muhafaza et; öyle ki sana hiç isyan etmeyeyim.” Bunun üzerine Beytullah’ın içinden bana şöyle bir ses geldi: “Ey İbrahim! Sen benden ismet sıfatıyla bütün günahlardan korunmayı istiyorsun; bütün kullarım da bunu istiyor. Eğer hepsini günahtan korursam, rahmetimi kime ihsan edeceğim ve kimi affedeceğim?”
Bir hadiste, Allah Rasûlü (asm):
“Eğer hiç günah işlemeseniz; sizin için günahlardan daha kötü bir şeyden korkarım” buyurdu. Kendisine:
“Nedir bu korktuğunuz şey?” diye sorulduğunda: “Ucup (kendini ve ibadetini beğenmek)tir” buyurdu. (Beyhaki)
“Amel ediniz, amelinize sevininiz. Bununla birlikte biliniz ki, hiç kimseyi ameli kurtaramaz.” (Müslim; Ahmed b. Hanbel)
Başka bir hadiste Allah’ın Rasûlü (asm):
“Sizden birinizin ameli onu ne Cehennemden kurtarabilir, ne de Cennete koyabilir” buyurdu. Ashab:
“Sizi de mi koyamaz?” diye sorunca, Hz. Peygamber (asm):
“Evet beni de koyamaz. Ancak Allahu Teâlâ beni rahmetiyle kuşatıp ihsanı ile Cennete koyacaktır” buyurdu. (Buharî; Müslim)
Hz. Peygamber’in (asm) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Ben şefaatimi ümmetimden büyük günah işleyenler için sakladım.” (Buharî; Müslim)
Başka bir rivayette:
“Siz şefaatimin (sadece) dindar ve günahtan temiz olanlara ait olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır o, ümmetimden hata ve günahlara bulanmış kimseler içindir.” (Ahmed; Heysemi)
Allah’ın Rasûlü (asm) Muaz b. Cebel ve Ebu Musa el-Eş’arî’yi Yemen’e vali olarak tayin ederken onlara bazı tavsiyelerde bulunarak şöyle buyurmuştur:
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” (Buharî)
Mü'minin Allahu Teâlâ’nın kullarına olan cömertliğini, gizli açık sonsuz ihsanlarını bilmesi, onu Allah’tan bir şey beklemekten alıkoymaz; rahmetini ümit etmekten ve zâtına güzel zan ile yönelmekten gevşetmez. Mü’minlerin Yüce Allah’ın azametini bilmeleri onların İlâhî korkusunu kuvvetlendirip kendilerini Allah’ın rahmetinden ümit kesmeye de sevk etmez. Çünkü kendisinden çekinilen zât, aslında onların gerçek sevgilisidir. Allah’a muhabbetleri, onları Yüce Allah’a ısındırır ve kendilerine ümit verir. Allah’ın azamet ve heybeti ise onları ürkütür ve korkutur. Onların azamet-i İlâhiyeden korkularında bir lezzet bile vardır. Onlar, İlâhî sevgi içinde zevklenirken aynı zamanda bir korku da yaşarlar. Yani onlar korku ve muhabbet arasında denge içindedirler. Yüce Allah’ın kendilerine verdiği bir kuvvet ve ilim sayesinde temkin sahibidirler. Bunun dışındaki hal ve tavırların içine girmezler.
Çünkü onlar bilirler ki Allah, bütün sıfatlarında kemal sahibidir; hiçbir sıfatında eksiklik yoktur. Rahmet ancak ilmin genişliği kadar olur. Nitekim ilim de İlâhî kudretin genişliği kadardır. Mü’minler Kur’ân’da işittikleri Yüce Allah’ın Âlîm ve Kadîr sıfatlarını müşahede edince, O’nu yakinen tanıdılar. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Ey Rabbim! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır.” (Gâfir, 7)
Ayrıca Yüce Allah’ın şu âyetinden de bu gerçeği anladılar: “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (A’raf, 156)
Ümit ile korkunun dindeki yeri
Yüce Allah bir kudsî hadiste şöyle buyurmaktadır:
“Ben, rahmet ve affetmeye, ceza vermekten daha yakınım.“
Bir hadiste: “İnsanlara Rableri hakkında konuştuğunuz zaman onlara korkutucu ve zora sokucu şeyler konuşmayın,” (Tabarani; Heysemî) buyurulmuştur.
Hz. Ali (r.a.) gerçek âlimin, insanları Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe sevk etmeyen ve Allah’ın azabından da emin kılmayan kimse olduğunu söylemiştir.
Yüce Allah, Hz. Davud ve diğer bazı peygamberlerine şöyle vahyetmiştir:
“Beni seviniz, beni sevenleri seviniz ve beni insanlara sevdiriniz.”
Hz. İbrahim (a.s.) demiştir ki:
“Ya Rabbi seni sevmek ve seni sevenleri sevmek anlaşıldı. Ama seni insanlara sevdirmek nasıl olur?” diye sordu. Yüce Allah:
“Beni onlara güzel şekilde anın, nimetlerimi ve ihsanımı kendilerine anlatın! Çünkü onlar benden ancak güzelin ve iyiliğin meydana geleceğini bilmelidirler,” buyurdu. (Ahmed, Müsned)
Yezîd er-Rakkaşî, Enes’ten (r.a.) şunu nakleder: Peygamberimiz (a.s.m.) bir defasında:
“Size, peygamber ve şehit olmadıkları halde, peygamber ve şehitlerin bile onların Allah katındaki makamlarına gıpta ettikleri kimseleri haber vereyim mi?” diye sordu. Sahabeler: “Onlar kimlerdir?” diye sordular. Allah’ın Rasûlü (asm):
“Onlar Allah’ı kullarına, kulları da Allah’a sevdiren insanlardır,” buyurdu.
Hz. Enes diyor ki, biz:
“Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ı kullarına sevdirenleri anladık. Ama kulları Allah’a sevdirenler bunu nasıl yaparlar?” diye sorduk; Allah’ın Rasûlü (a.s.m.):
“Onlara Allah’ın sevdiği şeyleri emreder, haram kıldığı şeylerden de onları uzaklaştırırlar. Bu durumda insanlar kendilerine itaat ettiği zaman Allah onları sever,” (Beyhaki) buyurdu.
Ebân b. Ayyaş ruhsatlardan ve ümitten çok söz eden biriydi. Vefat ettikten sonra birisi onu rüyada gördü; Ebân ona şunları anlattı:
“Yüce Allah beni huzuruna çağırdı ve: “Seni benim hakkımda konuşurken bu kadar ruhsata (genişliğe) sevk eden şey neydi? buyurdu. Ben: “Ey Rabbim! Benim gayem seni kullarına sevdirmekti,” dedim; o zaman Yüce Allah: “Seni mağfiret ettim,” buyurdu.
Bir haberde şöyle nakledilmiştir:
“İsrailoğullarından birisi insanlara zorluk çıkarıyor, onların Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesiyordu. Yüce Allah kıyamet günü o adama diyecek ki: Ben de bugün seni rahmetimden ümitsiz bırakıyorum.” (Beyhaki)
.....
Allah’ın rahmetine güvenmenin ve Yüce Allah’a karşı güzel düşünce içinde olmanın gerekli olduğu konusundaki rivayetler sayılamayacak kadar çoktur. Zaten biz de bu konudaki bütün delilleri toplamayı hedeflemedik. Onların bir kısmını zikrederek çoğuna işaret ettik ve akıl sahiplerine bir kapı aralamış olduk.
Ümidi yanlış değerlendirenler
Kerim olan Rabbimizin teşvik ettiği ibadetleri şevkle yapmak ve Rahim olan Allah’ın dâvet ettiği şeyleri yapmada yarışmak da ümidin bir gereğidir. Fakat insanların günah içinde yaşayıp ve hatalara dalarak İlâhî affı ve mağfireti ummaları ve Allah’ın keremini beklemeleri, âlimlere göre ümit sayılmaz. Bu bir aldanmak, Allah’tan gafil olmak ve ilâhî hükümleri bilmemektir. Böyle yapanları Allah tehdit etmiştir ve onlara mağfiretini vadetmemiştir.
Allah’ın rahmetine güvenme ile ilgili haberler, aldanmış insanların aldanmışlığını arttırır. Günahlarının örtülmesi ve nimetlerin devam etmesi istidraç içinde olanların zararını çoğaltır. Öte yandan bu haberler, tövbe eden sadıkların ve doğruların ise derecelerini arttırır; ihlâs sahibi muhabbet ehlinin de gönlünü hoş, gözünü aydın eder. Allah’ın rahmeti, kerem ve haya sahibi insanların sevinci olur; günahlardan korunan ve vefa sahibi olanlara huzur ve rahatlık verir. Ümit ile onların şerefli halleri daha güzel hâle gelir; hayaları artar, üzüntüleri gider ve akılları sıkıntıdan kurtulur.
İnsanlara karşı iyi ahlâklı olmak, onlara sabırlı davranmak, kusurlarını affetmek, her işte idare yolunu tutmak ve bütün bunları Allah’a yaklaşmak ve ilâhî ahlâk ile ahlâklanmak, onların sevabını Allah’tan beklemek. O’nun vaat ettiği müjdelere ermeyi arzulamak ve Allah Rasûlü’nün (asm) sünnetine tabi olmak için yapmak, gerçek ümidin gerekli kıldığı işlerdendir.
Ayrıca kötü arzuları terk etmek, sapıklığa götüren şehvetlerden uzak durmak ve bunları yaparken Allah’ın yüce hazinelerinden/rahmetinden bir şeyler beklemek de ümit içinde yer alır.
Humeyd yoluyla gelen bir haberde Enes (r.a.) şöyle demiştir:
“Rahman olan Allah’ın arşının karşısında bir köşk vardır. Hz. Cebrail (a.s.) oraya varınca secdeye kapanır ve: ‘Yâ Rabbi, bunu hangi peygamber, hangi sıddık ve hangi şehid için hazırladın?’ diye sorar; Allahu Teâlâ: ‘Bunu kendi arzularını bırakıp, benim arzularımı tercih edenler için hazırladım,’ buyurur.
Devamlı itaat içinde bulunmak ve her hâlde hakka uygun hareket etmek de ümidin, Allah’ın rahmetine güvenmenin gerektirdiği bir hâldir. Bunu yapabilen insan Kerim Mevlâsından büyük nimetleri ve kıymetli manevî hediyeleri bekler. Çünkü Yüce Allah’ın onun güzel zannı sebebiyle bunları kendisine vereceğini bilir. Bu konuda Hz. Peygamber’in (asm) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Allah’tan bir şey isteyeceğiniz zaman büyük şeylere gözünüzü dikin, O’ndan Firdevs Cennetini isteyin. Çünkü Allah için hiçbir şey büyük değildir.” (Buhari; Müslim; Ahmed)
Başka bir hadiste ise şöyle buyurmuşlardır:
“Çok isteyiniz ve yüksek dereceler isteyiniz. Çünkü siz çok cömert ve ikram sahibi olandan istiyorsunuz.” (İbni Hibban; Taberani)
.....
Ümit hâli, insandaki sağlık ve zenginlik gibidir. Bir kısım insanların kalbi sıhhat ve zenginlikle kendisini toparlar, onlarla neşesini elde eder ve güzel işleri başarır. Onun hayrı bunlardadır. Bu konuda Allahu Teâlâ kudsî bir hadiste şöyle buyurmuştur:
“Bazı kullarıma sadece zenginlik iyi gelir; onu fakir yapsam dini mahvolur. Bazı kullarıma sıhhat iyi gelir; onu hasta yapsam hastalık onun dinini bozar. Ben kullarımın işlerini ilmimle tedbir ediyorum. Ben onların durumunu çok iyi bilmekteyim.” (İbn Kesîr; Heysemi)
Bu hadiste anlatıldığı gibi; Allah’ın kullarından bazılarına sadece reca (ümit) hâli uygun düşer ve onların kalpleri ancak ümit ile istikametini kazanır. Bu kimsenin muameleleri ancak hüsnü zan ile güzel olur. Bu durumda ümit, o insanın Allah’a giden yolu olmuş olur. Kul onunla ilâhî bilgiye ulaşır. Kulun kalbi Allah ile olur ve huzur bulur.
Şunu da hatırlatalım ki ümit yolu, kulun Allah’a giden yoludur, fakat havf (ilâhî korku) yolu ondan daha yakındır, kulu Allah’a daha fazla yaklaştırıcıdır. Bunun gibi; zenginlik ve sağlık Allah’a giden iki yoldur, fakat acizlik, fakirlik ve hastalık da insanı Allah’a yaklaştıran en kısa bir yoldur. Allah her işinde galiptir; her hükmünü yerine getirendir.
En doğrusunu yine Yüce Allah bilir.
Not: Daha geniş bilgi için Bediüzzaman Hazretlerinin 7. Söz ve 24. Söz’ün 5. Dal’ına ve ayrıca Ebu Talib el-Mekkî, Kalplerin Azığı, cilt 2, eserlerine bakılabilir.
22.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|