Peygamber Efendimize (asm) sorulmuş: “Allah’ın en râzı olduğu amel hangisidir?” Bir seferinde “Allah yolunda yapılan cihaddır”, diğer seferinde “Allah için kılınan namazdır” buyurmuş.
Cihad, Allah katında böylesine değerli ve makbul bir ibâdettir. Ancak, cihad denildiğinde çoğu zaman Allah yolunda yapılan savaş akla gelmektedir. Halbu- ki, cihad çok daha geniş bir kavramdır. Asya Nur Kültür Merkezinde yapılan haftalık risâle seminerleri dizisinde, Yönetim Kurulu üyemiz Ali Vapurlu “Bediüzzaman’a göre cihad kavramı” seminerini takdim etti. İki saate yaklaşan program sonunda, gelmesi muhtemel bütün sorular cevabını bulmuştu.
Bir savaş dönüşü “Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” hadisini söyleyen Peygamber Efendimize sahabeler “Ey Allah’ın Resulü! Savaştan daha büyük cihad olur mu?” diye sorduklarında “Nefisle yapılan cihad en büyük cihaddır” buyurdu. Yine “Senin en zararlı düşmanın iki göğsünün arasındadır” diyerek, nefsin en büyük düşman olduğunu nazara verdi. Bediüzzaman Hazretleri de “Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekberle mükelleftir” ifâdelerini kullanır. Sahabe-i Kiram son nefeslerine kadar nefisleriyle aslanlar gibi mücadele etti. Onlar, düşmanla savaşırken bile ibâdetlerini terk etmediler. Bedir Muharebesinde ölüm kalım savaşı yapılırken, sahabelerin bir bölümü savaşıyor, diğerleri sünnet olan cemaatle namazı edâ ediyor, onlar cepheye koşarken ötekiler cemaatle namaz kılmaya koşuyorlardı. Sahabe mesleğinin bu asra bir yansıması olan Risâle-i Nur mesleğine mensup olanlar, nefisle cihad etmenin en müessir bir yolu olan günlük risâle okumalarını mutlaka icrâ etmeli ve oruç ibâdetinin nefse vurulan en büyük darbe olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır.
Hâricî düşmanla yapılan cihad, küçük cihaddır. Bu da, dâhilî ve hâricî olmak üzere ikiye ayrılır. Hâricî cihad da biri silâhla, diğeri iknâ ile yapılır. Silâhla yapılan cihad, farz-ı kifâyedir. Düzenli ordularla yapılır. Bu da, müdafaa sadedinde olur. Durduk yerde başka devletlere savaş açılmaz. İslâm tarihi buna şahittir. Celâleddin-i Harzemşah gibi bütün sebeplere müracaat edilir, netice Allah’a bırakılır. Nasıl ki o zat “Ben, Allah yolunda cihad etmekle vazifeliyim. Galip etmek, mağlûp etmek Allah’ın vazifesidir. Onun vazifesine karışmam” demiştir. Hem de harp hukukuna riâyet edilir. Kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, hayvan ve ağaçlara zarar verilmez. Birinci Cihan savaşında Ermeni çocuklarına dokunmayıp âilelerine iâde eden Bediüzzaman, bu sayede binlerce Müslüman çocuklarının Rus ve Ermeniler tarafından katledilmesine mâni olmuştur.
Zamanımızda ise, hârice karşı cihad iknâ tarzındadır. Zira, Üstadın dediği gibi “Medenilere galebe çalmak iknâ iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbâr ile değildir.” Kur’ân’ın elmas kılıçları hükmündeki iknâ delilleriyle onlara İslâm dini anlatılmalıdır. Kırkın üstünde dünya diline tercüme edilen Nur Risâleleri bu hakikati gösteriyor ve binlerce yabancının İslâm dinine girmesine vesile oluyor.
Avrupa’yı ikiye ayırarak, Hıristiyanlığın din-i hakikisinden aldığı feyizle, san'at ve terakkiyâta ve insanlığın refahına çalışan birinci Avrupa ile dost olmak; dinle barışık olmayan felsefeyi eline alarak insanlığı sefalete sürükleyen ikinci Avrupa ile fikren mücadele etmek gerektiğini söyleyen Bediüzzaman, gerçekçi bir yaklaşım sergilemektedir. Dinsizliğe karşı ittifak mânâsında olan NATO ve Avrupa Birliği, bu hakikatin tecessüm etmiş hâlidir. Nasıl ki, NATO’nun üyesiyiz, öyle de, bunun gibi daha bir çok maslahatlar için Avrupa Birliğine üye olmak da lâzımdır. Aynı zamanda, dünyanın barış ve dengesi için İttihad-ı İslâm denilen İslâm Birliğini de tesis etmek gerekmektedir. Zira, yine Üstadın ifâdesiyle “Bu zamanın en büyük farz vazifesi, İttihad-ı İslâm’dır.”
Dahilde maddî cihad katiyen mümkün değildir. Zira, Kur’ân bizi bundan men etmiştir. “Birisinin hatâsıyla başkası günahkâr ve mesul olmaz” âyeti bunu net bir şekilde ifâde etmektedir. Mesleğimiz müsbet harekettir. Âsâyiş ve emniyetin mânevî muhafızları olmak durumundayız. Bediüzzaman’ın, Şeyh Said İsyanına bulaşmaması ve kendi îkazlarıyla Van ve civarı illerin bu isyandan uzak durması bunun delilidir. Dahildeki cihadla, hâriçteki cihad arasındaki büyük farkın mutlaka fark edilmesi lâzımdır. “Cihad yapıyorum” diye siyasal İslâm mânâsındaki yaklaşım da doğru değildir. İslâm dininin terörizm, radikalizm ve fanatizmle hiçbir alâkası yoktur. Yanlış örneklerle İslâm mahkûm edilemez. İstiklâl Savaşımız ise, hâriçten gelen düşmanlara karşı, dâhilde hürriyet, namus ve vatanımızı koruma savaşıdır.
Dahilde ancak mânevî cihad yapılabilir. Bediüzzaman bunu “Millet, irşâd ve tenvir edilmelidir” ifâdeleriyle özetler ve “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, mârifet ve ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” diyerek gerçek düşmanları ve mücadele tarzını ortaya koyuyor.
Seminer sona erdiğinde yüz elliden fazla katılımcı fevkalâde memnun olmuştu.
18.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|