Osmanlı Devletinin son dönemine hükmeden İttihad ve Terakki Partisi’nden bu yana geçen son yüzyıl içinde çok büyük olaylar yaşanarak geliniyor. Kendisine muhalif olanları fâili meçhul cinayetlerle ortadan kaldıran İttihad ve Terakki Partisi çok kötü bir gelenek başlattı. Osmanlı devletinin çökmesine sebebiyet veren bu partinin bozuk kısmı, Cumhuriyet tarihi boyunca çok kanlı olaylara ve ihtilâllere sebep oldu. 1960 ihtilâli, 1971 muhtırası, 1980 ihtilâli ve 28 Şubat post modern darbeleri de hep o geleneğin devamıdır. Demokrasiden hiç hazzetmeyen, temel hak ve hürriyetleri hiçe sayan, milleti güdülecek bir sürü gibi gören ve ülkenin gerçek sahipleri olarak kendilerini bilen bu zihniyet; güya devletin yüce menfaatleri için her türlü zulmü, zorbalığı ve kan dökmeyi mübah olarak görmektedir.
1970’li yıllarda adını kontrgerilla olarak duyduğumuz, NATO ile bağlantılı olarak bildiğimiz, İtalya’da Gladyo olarak tanımlanan, mafya teşkilâtlarıyla içli dışlı ve devletin her tarafına uzanan bu dehşetli zihniyet, 3 Kasım 1996 yılındaki Susurluk olayıyla kuyruğundan yakalandı, fakat bir şekilde elden kaçırıldı. 13 Haziran 2007 tarihinde Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen 27 adet el bombasıyla bu ejderha kuyruğundan tekrar yakalandı. Bir buçuk seneyi aşkın bir zamandan beri ortaya çıkan tablo, gerçekten dudak uçuklatan cinsten oldu. Hükümetler yıkıp, yerine yeni hükümetler kurduran bu ejderhanın yedi başlı bir canavardan farkı olmadığı görüldü. Ergenekon dâvâsı diye izler takip edildikçe, bu zihniyetin, devletin her tarafına ahtapot gibi yayıldığı müşahede ediliyor. Emekli generallerden muvazzaf subaylara, eski YÖK başkanından bazı profesörlere, siyasetçisinden bir kısım sivil toplum örgütlerine kadar içinde hepsi var. Gölbaşı ve Yenikent’te yapılan kazılarda ele geçirilen mühimmât, el bombaları, lâv silâhları, on binlerce mermi, fâili şimdiye kadar meçhul kalan on yedi bin beş yüz cinayet olayları, bizlere “Ne oluyoruz?” sorusunu sorduruyor. Ele geçme ihtimaliyle köprü altlarına, tarlalara, sağa sola atılan bomba ve silâhlar da işin cabası. Bakalım bu işin sonu nereye varacak?
İtalya hükümeti bu gayr-i meşrû derin yapılanmadan ancak altı yılda kurtulabildi. Temiz Eller Operasyonu başarıyla neticelendi. Faili meçhul cinayetlerin çoğu aydınlatıldı. Gladyonun beli kırıldı. Fakat, bu iş tamamen bitti mi? Sanmıyorum. Çünkü, insan unsurunun olduğu her yerde mutlaka böyle sorunlar olur. Şeytanın arkadaşları çoktur.
Asıl önemli olan ise, bir tarafından yakalanmış olan Ergenekon Terör Örgütü’yle ilgili operasyona, sonu nereye kadar dayanırsa dayansın devam edilmesi ve bir takım pazarlıklar veya korkutmalar sebebiyle vazgeçilmemesidir. Temennimiz ve duâmız budur. Zira, bu kadar fâili meçhul cinayetlerin kanı yerde kalmamalı ve bundan sonra olabileceklerin önü alınmalıdır. Hâkim ve savcılar, bu yürekliliği göstermelidir. Siyasî irâde de bu cesaretliliğin arkasında dik durmalıdır.
Bir başka husus ise, her topluluğun az veya çok çeşitli isimlerde mutlaka bir Ergenekon’u bulunmasıdır. Zekâvet-i betrâdan gelen şeytânî bir zekâ veya nefsânî duygular, o topluluğun ahengini, tesânüdünü, birlik ve beraberliğini tahrip eder. Görüntü ve niyet ne olursa olsun, sonuç o topluluğu birbirinden soğutuyor ve ayırıyorsa, orada bir Ergenekon var demektir. Siyasî partiler, dernekler ve sivil toplum örgütlerinde zamanla oluşan ayrışmalar, tesâdüfen ortaya çıkan olaylar değildir. Her olayın yazılmış bir senaryosu, plân, proje ve uygulaması vardır. Bediüzzaman Hazretleri meâlen “Birbirine benzeyen ağaçları ayırt eden meyveleridir” der. İtaat ve istirahati değil, ihtilâf ve zararı netice veren her hareket bir nev'î Ergenekon’dur. Onun için lâfa değil, neticeye bakarak değerlendirme yapılmalıdır.
21.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|