ormal şartlarda, normal bir insan kendisine menfaati olan işleri tercih eder. Kolay dururken zora, fayda dururken zarara yönelmez. Doğru dururken yanlışı tercih etmez. Az bir menfaat için bile, çok zahmetlere katlanır, onu elde etmeye çalışır. Göz göre göre kendisini zarara sokmaz. Kısacası, insan menfaatini sever.
İnsan fıtratında bu temâyül olduğu halde, bu zamanda bakıyoruz, bir çok insan, bilerek ve düşünerek, kendi hür iradesi ile zararlı yolu tercih ediyor. Bu durum, “teammüden adam öldürmek” gibi bir suçu hatırlatıyor. Akılsız hayvanlar bile, kendisine yasaklanan bir bölgeye girdiğinde, çobanın bir taş atmasıyla oradan çıkar ve daha fazla canının yanmasını istemez. İnsan ise, gelecekte çok canı yanacağını bildiği halde, yasakları ihlâl eder, görevini ihmal eder, zararsız yol dururken zararlı yolda bile bile gider. Sanki basireti bağlanmıştır. Bu durum, akılları hayrette bırakacak bir insan davranışıdır.
Müsbet ilimle meşgul olanlar, insan psikolojisi üzerine çalışmalar yapanlar, insandaki bu yanlış tercihin sebeplerini ortaya çıkarıp, çare üretmekten âciz kalmışlardır. Tabipler kendileri aynı derde düçâr olduklarından, hastaların derdine derman olmaları mümkün olmamaktadır. En basit bir örnek olarak, sigara alışkanlığını verecek olursak, sigaranın zararları üzerine konferanslar verip halkı bundan korumaya çalışan bir doktor, kürsüden iner inmez kendisi bir sigara yakar. Paketler üzerine yazılan “Sigara öldürür” yazıları da, tiryakiler için bir anlam ifade etmez.
Sigara tiryakisi gibi bir de günah tiryakileri var ki, yaptıklarının yanlış ve günah olduğunu bile bile yanlış yapmaya devam ederler. Meşrû daire keyfe kâfi olduğu halde, gayrımeşrû dairelerde keyif ararlar. Önlerinde bâkî elmas gibi hakikatler dururken, âdi cam parçaları olan fâni ve faydasız mallara el uzatırlar. Çok defa da bu yanlış tercihi, akıl ve iradelerini kullanarak yaparlar.
Pervaneler, ateşin etrafında dolaşırken cezbeye gelip kendilerini ateşe atarlar. Işığın cazibesi, ateşin yakıcılığını unutturmuştur. Harareti fark ettikleri zaman da iş işten geçmiştir. İnsan da günah işleyip azabı ve gazabı hak ederken, kendi kendisini ateşe atmaktadır. Pervane kendisini ateşe atar ama, neticede o bir böcektir. Akıl ve muhakeme gibi duygulardan mahrumdur. Ama akıl, fikir ve idrak gibi nimetlere sahip olan insanın, kendi iradesi ile ateşi tercih etmesi, hayret verici bir davranıştır.
Bediüzzaman Hazretleri de insanların bu yanlış ve zararlı tercihlerine hayret ederken, bunun sebep ve sonuçları kendisine ihtar yoluyla bildirilir. O da kendisine bildirilen bu ibretli dersi bizlere ders vermek üzere kaleme alır.
Bediüzzaman, bu asrın hassasını ve hastalığını teşhis ederken şöyle der: “Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını bâkî elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.” (Kastamonu Lâhikası)
Dünya hayatı ne kadar parlak ve cazibeli olsa da, neticesi fenadır, zevaldir. Bir gün sona erecek, parlak ve güzel görünen hayat aynası kırılacak, basit bir cam parçası haline gelecektir. Ahiret hayatı ise, hem bâkî, hem nimetleri sonsuz, mahiyeti mükemmel, hem güzellikleri muhteşemdir. Basit bir cam parçası olan dünya hayatının yanında, bâki bir elmas gibi parlamaktadır. İşte insan, çok defa bu bâki elmas yerine, âdi cam parçalarını tercih ederek onları eline alır, bağrına basar. Bu durum, bu zamanın büyük bir hastalığı olarak insan hayatını zehirlemektedir.
İnsanın kırılacak bir cam parçasını bâkî elmaslara tercih etmesinin sebeplerini Bediüzzaman Hazretleri şöyle izah ediyor: “Nasıl bir uzv-u insânî hastalansa, yaralansa, sair âzâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede derc edilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbapla yaralanmış, sair letâifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.” (Kastamonu Lâhikası)
Demek ki bu zamanın cazibedar fitneleri, çok dehşetli bir hâl almış. İctimâî hayat çok süslü fakat sinsi, pek meraklı fakat sonu elem olan cazibesi, insan fıtratındaki insanî ve vicdanî duyguları yaralamış, onlar da hakikî vazifelerini yapamaz hale gelmişler. Onun için insan, nefsinin peşine takılıp bir pervane gibi kendisini fitne ateşine atabiliyor.
Cenâb-ı Hak, her derdin devasını, her hastalığın çaresini yaratmıştır. Bu asrın insan fıtratını yaralayan müthiş hastalığı için de, müşfik bir reçete göndermiştir. Nasıl ki insan basit bir hastalığı için hemen doktora ve hastaneye koşuyor, derdine çare arıyorsa, fıtratı yaralandığında, kalbî bir hastalığa yakalandığında da bir tabibe koşmalı, derdine derman aramalıdır.
Bu asrın müthiş hastalığına karşı, müşfik bir reçete olan Risâle-i Nur karşı koyabilir. Bazı hastalıklara karşı vücudumuzun direncini arttırmak için aşı yaptırdığımız gibi, asrın hastalığına karşı da kalbimize iman aşısı yaptırmak sûretiyle kendimizi bu müthiş marazdan koruyabiliriz. İman aşısı ise, Kur’ân’ın bu asra bakan âyetlerinin i’câz’ından terkip edilip hazırlanmış olan Risâle-i Nur eczalarında mevcuttur.
“Öyleyse, her şeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.”(Kastamonu Lâhikası)
06.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|