Diş ağrısını Cehennem azabına benzetirler. Kızımın dişi ağrıyor. Ailece geceyi ayakta geçiriyoruz; bir an evvel sabahın olmasını diliyorum, evlâdımı bu azaptan kurtarmak ve bir an önce dişçinin kapısını çalmak için dua ediyorum. Çocuklarımız, canpârelerimiz… Yeter ki çocuklarımız ağlamasınlar, acı çekmesinler.
Gece yarısı açtığım televizyonda İsrail’in Gazze’ye girdiği haberiyle sarsılıyorum. Anlaşılan o ki, günlerce insanlık dışı görüntülerin altına imzasını atan İsrail son darbelerinden birini indirmeye hazırlanıyor. Bombalar ard arda patlıyor. Kızımın havaî fişek zannettiği görüntüler salkım bombalarına ait. Birer havaî fişek görüntüsüyle Filistinli çocukların, onlara siper olmaya çalışan anne-babaların üzerine yağan bombalar bunlar. Korkudan tir tir titreyen masum çocuklar, kana bulanmış minnacık bedenler, yürekleri dağlayan acı görüntüler geliyor ekranlara. Alıştığımız görüntüler artık bunlar; ama vicdanım soramadan edemiyor: Ya bu çocuklar kimin? Cevabı bulmak yerine, birkaç kanal daha gezindikten sonra uyumak için televizyonu kapatıyorum.
Sahi, biz Müslüman’ız değil mi? “Müslümanlar bir vücudun azaları gibidir” hadisi nerede, benim bu vahşeti kanıksamış halim nerede? Bir babanın kanlar içindeki minik yavrusunu bağrına basarak dünyayı inlettiği feryatları nerede, benim “yazık yahu”dan öteye gitmeyen isyanım nerede?
Beş milyon altın karşılığında Filistin’de ikamet etme serbestliği isteyen Yahudileri, “Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmıştır. Bu vatan bana ait değil milletime aittir. Bir karış toprağı dahi satmam” diyerek yanından kovan Abdülhamid hassasiyeti nerede, “Olmert bizi de kandırdı, arayacaktım, aramıyorum” savsaklayıcı tavrıyla benim Başbakan’ım nerede? Beş on milyonluk nüfusuyla batılda sebat eden, dünyayı dize getiren Yahudiler nerede, “Bütün Müslümanlar kardeştir” ilkesini ayaklar altına alan bir buçuk milyarlık İslâm âlemi nerede? Edward Said’in bir oryantalist olan louis Mossignon’dan aktardığı, “Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahv oldu, artık hiç bir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun bir hale geldiler” diyerek tarif ettiği Müslümanlarız artık. Genetiğiyle oynanmış Müslümanlar. Bizden öncekilerle en büyük farkımız bu olmalı.
Filistinli çocuklar Abdülhamid’in de çocuklarıydı, o yüzden yanaşamadılar. Filistinliler bizim kardeşlerimizdi, o yüzden yan bakamadılar. Biz, Filistinlilerin kardeşleriydik, o yüzden Çanakkale’de takıldılar. Biz kardeştik, hakikaten bir vücut gibiydik, bir uzvumuz rahatsızlandığında bütün vücudumuz aynı acıyla yanardı. O yüzdendi cihana hükmedişimiz. Şimdi umursamazız, adam sendeciyiz. “Zaten Araplar bizi arkamızdan vurmamış mıydı? Hem, onlar kendi içlerinde bile anlaşamıyorlardı. Hep Hamas’la El Fetih’in yüzündenmiş olanlar. Hamas rahat dursaymış böyle olmazmış. Yaptıklarının cezasını çeksinlerdi işte.” Vicdanı kemiren sorulardan kaçış yolları bunlar. Bilmem mahşerde işimize yarar mı?
Nizamü’l Mülk’ün meşhur sözüdür. “Küfr ile dünya durur, zulm ile durmaz.” Zulm elbette ki devam etmeyecek. Bu zulmü durduranlar, durduracak olanlar keşke Müslümanların uhuvveti olsa. Cenab-ı Hakk’ın gazabına uğramadan keşke üzerimize düşeni yapabilsek.
Filistin, ateşle imtihanımızdır artık. Filistin sıradan bir öykü değildir. Müslümanlığımızın; Müslümanlıktan öte insanlığımızın sorgulanışıdır.
06.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|