“Ukrayna’da 25 yıl boyunca yaklaşık 40 genç kız ve kadının ölümü ve tecavüzüyle suçlanan Ukraynalı Serhiy Tkach, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ukrayna’nın Dnipropetrovsk Şehri’ndeki dâvâda söz alan Tkach, ‘100 kişinin ölümünden sorumluyum. Ben idam edilmesi gereken bir hayvanım’ dedi. Eski bir polis memuru olan Tkach’ın yüzünden 10 suçsuz kişi aynı suçlamalarla hapse atılmıştı.” (25 Aralık 2008)
Bu itiraf fıtrî ve vicdânî adaletin tezahürüdür: Suç, vicdan, kalp ve ceza arasındaki denge sağlanamazsa ve adâlet yerini bulmazsa, beşere rahat ve huzur yoktur.
Eğer kısas olmazsa, idam olmazsa, vicdanları teskin etmek mümkün olmadığı, hak yerini bulmadığı gibi, gelecek cinâyetleri de önlemek mümkün değildir.
“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp, adâlet-i İlâhiye nâmına hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, ‘maddî ve mânevî kıyametler başlarına kopacak; anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler’ diye kalbe ihtar edildi.” (Hutbe-i Şâmiye, s. 83)
Şâyet kısas yerini bulmazsa, cinâyetler, hapisler, mahkemeler, vicdanların tatminsizliği, suç işleme nisbetleri de katlanarak devam edip gidecektir.
Bu dünya imtihan ve tecrübe meydanıdır. Herkese, hareketlerinde fırsat eşitliği verilmektedir. Görüyoruz ki, iyiler, iyiliklerinin karşılığını, kötüler ise kötülüklerinin cezasını tam görmeden gidiyor. Gerçi, burada da kısmî bir adâletin tezahür ettiğini müşahede ediyoruz.
Kâinatta cereyan eden her hâdisenin altında bir adâlet ışığının parlaması, yüce Allah’ın Adil-i Mutlak olduğunu gösterir. İlânihaye adaletten mahrumiyet, bu adâletin aslına zıttır. Öyle ise, adâletin tam tecellî edeceği başka bir diyar var. Öyle ise, hesabın, mizanın kurulacağı adâlet divanı, haşir meydanı ve âhiret diyarı gelecektir.
Dünyada, her ihtiyaç sahibinin ihtiyâcı olan rızık, yiyecek ve giyecekleri, vakti vaktine ve ölçülü bir şekilde verilmektedir. Bitkilerden hayvanlara, hayvanlardan insanlara kadar... Öte yandan, mazlûmların en büyük arzusu ve isteği, haklarının iâde edilmesi ve zâlimlerin cezalandırılmasıdır. En basit fıtrî meyil ve istidatlara dahi cevap veren Mucîb-i Mutlak olan Allah, elbette mazlûmların hakkını zalimlerden almak üzere âhireti, mizanı ve Cehennemi kurarak adâletini ve vaadini yerine getirecektir.
Bu itiraf bir şey daha göstermektedir: Had ve ceza İlâhî emir ve Rabbânî adâlet namına icrâ edildiği vakit hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki lâtifeleri müteessir ve alâkadar olurlar... (Hutbe-i Şâmiye, s. 82) Yâni, Allah’ın emir-nehiy ve adaleti adına verilmeyen cezalar caydırıcılıktan uzak ve tesirsizdir. Çünkü, beşer kanunu ile cezâ alan der: “O da benim gibi bir beşerdir. Yaptığı kanunlarla beni veya yakınımı cezalandıramaz!” Ama, Allah’ın kitabı ve elçisinin mübarek ağzından çıkan cezâlara “Şeriatın kestiği parmak acımaz” kaidesince teslim olur.
Evet, İslâm milletinin ferd, toplum ve dünya hayatının saadeti de yalnız İslâm ve şeriat hakikatleriyle olabilir. Aksi halde, adâlet mahv; emniyet yerle bir olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder, iş yalancıların dalkavukların elinde kalır. (Hutbe-i Şâmiye, s. 79.)
06.01.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|