Bir yılın bitip yeni bir yılın başlamasından çok, yılın son ayı Aralık’ın gelişi ve gidişi etkiler beni… Başlangıcı ve sonu birlikte aralar ve kavuşturur aralık; ayrılığı ve vuslatı yakın eder, uzak ve yakını bir arada tutar… Çekirdek ile meyve arasında gider gelir, ara yollar açar aylarla yıllar arasında, köprüdür aralık; altından çok zaman sular akar…
Aralar olmasa aralıksız uçlarda kalınır mı; hep sevinç hep üzüntü, hep coşku, hep bezmişlik, hep lezzet, hep elem, hep emel, hep bitmişlik, hep ümit, hep ümitsizlik; illâ ki değil, birbirini bağlayan ara yollar, ara bakışlar, ara değişimler; illâki aralıklar var ve illâki olacak…
Akılla kalp arası, ruhla beden arası, duygu ile düşünce arası, nefisle vicdan arası, dünya ile sema arası; aralıksız gidip gelmeler, karşılıklı bakışmalar, durmayan dönüşümler…
Elektronla çekirdek arasında aralık olmasa atom nasıl semaya kalkar, yerle gök nasıl var olur? Ayla dünya, dünya ile güneş ve diğer gezegenler, yıldızlar arasında aralık olmasa çiçekleri koklayabilir, kelebekleri seyredebilir, toprağa basıp etrafı temâşâ ile yürüyebilir miydik? Gün gündüzle aralanmasaydı hangi güzellik bize gülerdi?
Harfler arasında, kelimeler arasında, cümleler arasında aralık olmasa, mânâ kitabı nasıl okunur? Aralıklar hiç de boşluk değil; iki mekânı, iki zamanı, iki mânâyı birbirine bağlayan bağlar, köprüler…
Yılın bitimi Aralık ayı, son değil, yeni başlangıçlara yakınlık muştusu; gün batarkenki doğum müjdesi, ölümle diriliş arasındaki berzah… Ne yılın bitimi üzülmeye değer, ne de yılın gelişi sevinmeye; zaman şuursuz akan bir nehir; ona renk ve âhenk veren ona kattığımız şuur, anlayış, bakış, nehirde yürürken kendimizi seyredişimiz…
Bu yıl kötü geçti, gelecek yıldan umudum yok demeleri, zamanı bütün aralıklarıyla fark edememe, bir boyuttan, bir kesitten bakan dar ve donuk bakıştan dolayı… Bir şeyler biterken, yeni bir şeylerin başladığını bilememe; kaybetmelerin aynı zamanda yeni kazanımlar hazırladığını hissedememe hissizliği…
Aralıklar, aralıksız düşünme, fasılasız sevme, devamlı direnme dilimleri, o yüzden severim aralıkları ve senenin “şeb-i arus”u Aralık ayını… Gün batarkenki doğum, ölürkenki diriliş, ayrılıktaki vuslat gibi gelir aralık; her aralık gelişine hüzünle sevinç aralığında kalır, bir yanım eksilirken bir yanımın tamamlandığını hissederek düşünürüm… Üşürken sıcaklığı hisseder, üzülürken sevinirim; hayatla ölüm arasındaki aralık, ömür, aralıksız akarken…
Harfler kelimeleri, kelimeler satırları, satırlar sayfayı aralayarak doldurdu, bu yazı “şeb-i arusu”na erdi… Ömür sayfası kapanmadan hayatın her aralığını hissederek ve ne söylediğini dinleyerek geçirmek; zamanın eskitemediği ve eskitemeyeceği gerçek…
17 Aralık “Hamdım, piştim yandım” diyen Mevlânâ’nın “şeb-i arusu”, onu hangi aralıktan seyretmeli; hamlık, pişmişlik, yanmışlık… Acaba hangi aralıktayız, yoksa aralıksız mıyız?
30.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|