|
|
Yine yargı sorunu
‘YİNE’ diyorum çünkü yıllardan beri “Yargı Sorunu” konulu birçok yazı yazdım. Sorun, yine gündemde.
Yargıtay Başkanı Sayın Hasan Gerçeker, “Dönem dönem yargının siyasallaştığı eleştirilerinin yoğunlaştığını ve yargının ülkedeki gerilimin tarafı olduğunu” belirterek diyor ki:
“Hiçbir zaman yargının siyasallaşmasından yana değilim. Ülke belli bir gerginlik içinde. Yargıtay’ı o gerginliğin dışında tutmaya çalışıyorum. Yargının ve yargıyı ilgilendiren diğer sorunların polemiğe girmeden ve siyasallaşmadan dile getirilmesi gerekir.” (Sabah, 28 Aralık 2008)
‘Yargı sorunu’ bu işte.
Merhum Ecevit’in 1970’lerde “Yargı devrimcilerin elindedir” diye ilan etmesiyle veciz ifadesine kavuşmuş bir sorundur bu.
Yargının “tarafsızlığı” konusunda toplumda kaygılar yaratan problem... Gerçeker, devlet kurumları “birbirlerinin görev ve sorumluluk alanlarına müdahale etmemeli” diye de uyarıyor.
YARGIDA KUTUPLAŞMA!
Yargıtay için “tarafsızlık” daha kolaydır ve bir ölçüde daha geçerlidir. Çünkü Yargıtay, vatandaşlar arasındaki hukuki ve cezai ihtilaflara bakar. Yargıtay için sorun, fikir ve inanç hürriyeti gibi ‘siyasi’ davalarda gündeme geliyor.
Fakat Danıştay’ın işi hükümetlerin, Anayasa Mahkemesi’nin işi Meclis’in tasarruflarını iptal etmektir. Dava konuları ‘siyasi’ olduğu için “siyasallaşmaları” daha kolaydır; bu yargıçların “tarafsızlık” konusunda daha özenli olması gerekir.
Bu noktada sorunlar var.
Danıştay eskiden beri siyasallaşmış, daha doğrusu, kararlarında ‘siyasi görüş’ün hayli etkili olduğu bir yargı organı görüntüsü vermiştir. Bu konuda elimde birçok karar ve akademik eleştiri örneği var.
Yargı mensupları arasında örgütlenen YARSAV adlı dernek, kendi görüşüne göre Danıştay’a bir dava açmıştı, açabilirdi elbette... Ama dosyaya Bakan Dava Daireleri Kurulu’ndaki Danıştay yargıçlarının 11’i YARSAV üyesi idi! Karar da YARSAV’ın talebi yönünde çıkmış ama Anayasa Mahkemesi’nden dönmüştü.
Bu tür görüntülerin artması yargıya güveni daha da zedeler. Yargıdaki farklı görüşler adeta 1970’lerde polisteki Pol-Der, Pol-Bir kamplaşması gibi bir kutuplaşmaya yol açarsa felaket olur!
ANAYASA MAHKEMESİ
Anayasa Mahkemesi’ne gelince, kararlarında “kurucu devlet elitlerinin ideolojisi”nin etkili olduğunu artık hukuk profesörleri de ifade ediyor.
Son olarak, mahkemenin kendi içinde ortaya çıkan kutuplaşma görüntüsü daha da kaygı vericidir.
Anayasa Mahkemesi, belde belediyelerin “22 Mart 2008” gününden itibaren 60 günde dava açabileceğini karara bağlamıştı. Danıştay bu karara uymadı, “6 Aralık” diye yeni bir tarih tespit etti.
Başkan Haşim Kılıç, mahkemesinin kararını savundu; buna karşılık Başkanvekili Osman Paksüt liderliğindeki grup Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ı suçladı!
Ama bu grup “22 Mart 2008” ve “6 Aralık” tarihlerinden hangisinin geçerli, hangi kararın bağlayıcı olduğuna hiç değinmedi! Bu temel hukuki soruna hiç değinmedikleri için de “gruplaşma” görüntüsü oluştu!
Elbette hâkimlerin farklı hukuki görüşleri olur ama bu görüş farkları “hukuki kanaat farkı”nı aşarak siyasi bir tavır, bir kutuplaşma, hele de yargı içinde örgütlenme görüntüsü verirse, mülkün temeli olan adalete saygı ve güven büsbütün sarsılır!
Aman dikkat...
Milliyet, 29.12.2008
|
Taha Akyol
30.12.2008
|
|
BİLİYOR MUYDUN AMCA!
Şöyle bir dengecilik var: “Hamas da füze attı”.
İster ABD ve İsrail’le birlikte “sadece terörist” deyin... İster “seçim de kazanmış, siyasi ve askeri bir hareket” deyin. Bu Gazze’nin ne olduğu gerçeğini değiştirir mi?
Gazze’nin “İsrail’e karşı iktidarsız” Birleşmiş Milletler dilindeki adı bile “işgal altındaki topraklar”. Kimin işgali? Hamas’ın mı!
Bir zamanlar, Hıristiyan Arapların da dahil olduğu “milliyetçi” Filistin hareketi karşısında “İsrail’in teşvikiyle” oluşmuş Hamas’ın mı, yoksa İsrail’in mi? Yıllarca Gazze, işgal altındaki topraktı ve düne kadar Gazze abluka altındaki topraktı. İnsanların, kadınların, çocukların, yaşlıların açlık ve sefalet mezarına canlı canlı koyuldukları topraktı.
“Terörizm”, “masum insanlara da saldırı” tanımıyla özel mana kazanır, değil mi?
Bir örgütün “teröristliği” en çok bununla vurgulanır. Peki, bir devlet “masum insanlar”a, kadınlara, okul çocuklarına, bebeklere füze ve bomba ile saldırdığında nedir?
İsrail böyle bir saldırıyla nedir!
“Denge cambazları” sanki “iki eşit”ten bahseder gibidir. Bir tarafta “onlarca yıldır işgal altında”, yıllardır abluka altında, yoksulluk ve açlığa sıkıştırılmış, kimliği, kişiliği, insanlığı aşağılanmış bir halk... Bir tarafta dünyanın dört bir yanından da destek alan, nükleer silahlı, denizaltılı, savaş uçaklı, haşin ordulu bir devlet.
Üstelik, tarihin önemli anlarında “halkının karşıtı ve ona vuran, kıran” ne olmuşsa, ona dönüşmüş bir devlet. Belli topraklarda hayat hakkı mı tanınmamışmış kendi halkına; aynen öyle hayat hakkı tanımayana dönüşmüş bir devlet.
Belli ülkelerde ayrımcılığa, aşağılanmaya, ırkçılığa, kırıma, soykırıma mı tabi olmuş halkı; kendini o zalimliğe adamış bir devlet.
Etrafındaki devletler tarafından ablukaya mı alınmış; yerinden yurdundan ettiği, topraklarını işgal ettiği bir halkı ablukaya gömen bir devlet.
Tarih boyunca dini, milliyetçi, etnik şiddete maruz kalmış bir halk mı; işte aynen dini, milliyetçi, etnik şiddetle bütünleşmiş bir din ve ırk devleti.
Hem de...
Bizatihi terörle, terörizmle, sabotaj ve suikastlarla kurulduğu, toprak genişlettiği halde şimdi köşeye sıkışmış, yoksul, aç, aşağılanmış bir halkı terörizmle suçlayan ve her saldırıya eşitsiz, orantısız saldırı değil, katliamla misilleme yapan bir devlet.
Buradan, bakmayın “kardeş mardeş” ağızlarımıza, kına yakmış kınamalarımıza, bize de ciddi bir utanç düşüyor.
Bir kere; “İsrail savaş, saldırı, katliam makinesi”ne ciddi para, cesaret ve cüret akıttı bizim “demokratik laik hukuk devleti”.
Siyasi iktidarlar ve Silahlı Kuvvetler, tankla, helikopterle, uçakla para ve imkân akıttı o çarka.
Utanmadık, çoluk çocuğu bombalayan İsrail uçaklarına pistlerimizi açtık. Hislerimizi açtık. Histeriye kucak açtık!
Şimdi, daha da rezili şu:
Ya, Başbakan’ın sandığı gibi, aldatıldık...
Ya da kendimizi kandırdık...
Daha da beteri, devlet eliyle halkımızı aldattık.
Çünkü, bu saldırı hazırlığını uzun süredir yaptığı anlaşılan “gitti gidecek” İsrail Başbakanı, katliam emrini vermeden hemen önce Ankara’da idi. Bu, tarihimizin en ciddi utançları arasına girdi. Ya, elini yine kana bulamaya hazırlanırken Ankara’da yalan söyledi, gaz aldı, gaz verdi...
Ya da, daha beteri, ne yapacaklarını söyledi ve gitti! Her halükârda, okulda sabahçı öğlenci değişimi yapılırken öldürülmüş o çocukların, belki iki eli değildir yakamızda ama, bir sorusu uçup gider Ankara’ya: Bizi öldüreceklerini biliyor muydun Amca!
Not: Çocuk deyince; “Çocuk katili” her kökenden çıkabiliyor. İşte Afganistan’da da belki okuldaki ABD’li askerleri hedefleyen bir bomba... 7 ölüden 5’i öğrenci!
Sabah, 29.12.2008
|
Umur Talu
30.12.2008
|
|
İsrail’in terörle mücadele aldatmacası
İsrail’e göre HAMAS terörist bir örgüttür. Filistinliler ise HAMAS’ı seçimle iktidara getirdiler.
Filistinlere göre asıl terörist İsrail devletidir. Gerçek nedir diye sorarsanız, gerçek nereden baktığınıza göre değişebilir. İsrail devletinin ABD’nin desteğini arkasına alarak, bugün dünyada insanlık suçu olarak görülebilecek birçok saldırısı, cezasız ve yaptırımsız kalıyor.
Önceki gün füzelerle Gazze’yi bombalayan, sivil asker gözetmeden saldırıya geçen İsrail iki yüzden fazla Filistinliyi öldürdü. Bombalarla yaşamını yitirenlerin yarısının okullarından evlerine dönen öğrenciler olduğu ortaya çıkınca, vahşetin boyutları daha iyi anlaşılıyor.
İki yıl önce bir grup gazeteci bir davetle İsrail’e gittik. Hemen her düzeyde İsrail yetkilisiyle görüştük. Her görüşmenin sonunda, İsraillilerin dışarıdan göründüğünden çok farklı bir ruh hali içinde olduğunu fark ediyordum.
İsrailliler, her an Filistinlilerden gelecek bir saldırının endişesini yaşıyorlardı. Saldırı ve kuşatılmışlık korkusu yaşamlarını zehirliyordu. Daha önce varlıklarını tanımadıkları Filistinlilerin bağımsız bir devlete sahip olması gerektiği noktasına kadar gelmişlerdi.
Ancak bunu nasıl yapacaklardı? Kendi içlerindeki öfke ve tepkiyi nasıl bastırabileceklerdi? Çünkü HAMAS, Filistinlilerin en radikal örgütüydü ve karşılıklı şiddetin tırmandırıldığı ortamda Filistin’deki daha ılımlı rakiplerini alt etmiş, Filistin içinde iktidarı ele geçirmişti.
Filistin tarihini yakından izleyenlerin yorumuna göre, HAMAS’ın yükselişini sağlayan bizzat İsrail’di. Bunu yalnızca şiddeti tırmandırarak yapmamış, aynı zamanda Filistin içindeki çözüme daha yatkın ılımlı örgütleri hedef alarak da yapmıştı.
***
Gazze’nin önceki gün İsrail tarafından vahşice bombalanması bir acımasızlığın örneği olduğu gibi aynı zamanda bir siyasi çaresizliğin yansımasıdır. İsrail’e egemen olan “güç bizim elimizde, ABD bizim arkamızda, para bizim elimizde, o zaman biz Filistinlileri istediğimiz gibi yola getiririz” düşüncesi, tarihi gelişme içinde aslında iflas etti.
İsrail gibi zengin, silahlı örgütlenme bakımından gelişmiş bir ülke, yoksul Filistinliler karşısında çaresiz durumda. Bunu bir haftalık İsrail gezimiz sırasında net bir şekilde görmüştük. Gazze’ye atılan bombaların da İsrail’e ‘intihar bombacılar’ı olarak geri döneceğini kim yadsıyabilir?
İsrail devleti, yüzlerce Filistinliyi bombalarla öldürüp, aç susuz bırakıp çıldırtırken, bundan başarılı siyasi sonuçlar elde edebilir mi? Onlarca yıllık deney edemeyeceğini kanıtladı. Filistin sorunu, İsrail’in dünyaya anlatmak istediği gibi yalnızca bir ‘terör sorunu’ değildir. Filistin sorunu, bir milli sorundur. Ortadoğu’nun kadim halklarından Filistinliler, yıllardır Ortadoğu’da yersiz yurtsuz oradan oraya sürülüyorlar.
İsrail devletinin kuruluşundan bu yana bu sürgün hayatı, Filistinliler için tam anlamıyla bir cehenneme dönmüş durumda. Ortadoğu’ya yaptığımız her gezi, Filistin halkının Lübnan’da, Ürdün’de yaşadıkları sürgün ve çaresizliğin tanıklığına dönüşüyor.
İsrail’in işgali altındaki topraklardaki Filistinlerin durumu da aynı dramın bir başka boyutudur. İsrail’de adam başına yıllık gelir 30 bin dolarlarda seyrederken Filistin topraklarında bu 500 dolar civarındadır.
Yersiz, yurtsuz ve yoksul bir halktır Filistinliler. Komşu Arap ülkelerinin ihanetine uğramaları da bu durumun üzerine tuz biber ekmiştir.
***
Filistin’de yaşananlar, bir insanlık dramıdır. Bu durum, kapitalist dünyanın, bir yoksul ve çaresiz halkı yok sayan, İsrail’deki şiddeti destekleyen siyasetlerinin ürünüdür.
Filistinliler ‘terörist’tir, İsrail de ‘terörle mücadele’ eden meşru bir devlettir. Dünyanın büyük çoğunluğunun dolaylı, dolaysız desteğini aldığı bir ‘meşru’ devlettir. Olay ne yazık ki dünyaya çarpık şekilde böyle yansıtılıyor.
Yıllar önce İstanbul’da bir grup İsrailli aydınla bir yuvarlak masa etrafında buluşmuş ve ‘terörle mücadele’yi tartışmıştık. Türkiye’den bir sinema yönetmeni, demokrasiyi sınırlandırmadan, Filistinlilerin varlığını kabul eden bir yaklaşımla terörle mücadele edilebileceğini savunan İsrailli aydınlara, ‘siz terörün ne olduğunu bilmediğiniz için böyle konuşuyorsunuz’ demiş ve hepimiz kendisine iddialarının komik olduğunu hatırlatmıştık.
İsrail’in içinde de sorunu ‘terörle mücadele’ ile sınırlamak isteyen egemen anlayışa karşı, bunun bir siyasi ve sosyal sorun olduğunu söyleyenler itiraz ediyorlar.
İnsan hakları savunanların, İsrail’in saldırgan siyasetlerini eleştirenlerin İsrail’de de başının derde girdiğini biliyoruz.
İsrail’in Gazze’ye yaptığı insanlık dışı saldırı, sorunu ‘terörle mücadele’ içine hapsetmek isteyenlerin marifeti...
Buradan bir sonuç elde edilemeyeceği de belli... İsrail’i yönetmek isteyen ‘şahinler’, Filistin’deki şiddet eğilimi tırmandırmayı tercih ediyorlar...
Bu açmazdan bizlerin de çıkaracağı dersler olabilir... Ne dersiniz?
Radikal, 29.12.2008
|
Oral Çalışlar
30.12.2008
|
|
‘İsrail aslında OBAMA’ya saldırdı!’
Ankara’daki ‘uzman dostumuzun’ sesini bir kez daha ‘kaygı dolu’ duymak keyif kaçırıyor.
Barack Obama’nın Amerikan Başkanlığı seçimi sürecinde ‘yeni İran politikası’ geliştireceğini ısrarla ifade etmesi ve Türkiye’nin arabuluculuğunda sürdürülen Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinin gölgesinde son aylarda bir hayli neşeli olan ses tonu, yerini belirgin bir durgunluğa bırakmış...
‘Bu bir katliam’ diye başlıyor söze, devamı çok önemli: ‘İsrail’in yaptığı bu katliamın hedefi Filistin değil, doğrudan, Amerikan Başkanı Barack Obama ve onun yeni politikaları...’
Zaten strateji dediğimiz ‘şey’ bu değil mi... Bir şeyin görünen yüzünün ötesindeki derinlikleri yakalama sanatı... İsrail, Gazze’ye saldırarak aslında, nasıl Obama’ya saldırmış oluyor?..
‘Obama, seçim kampanyası ve sonrasında sürekli, Oval Ofis’e oturduğu andan itibaren, dünyadaki tüm sorunlara ‘görüşmeci’ ve ‘uzlaşmacı’ bir politika ile yaklaşacağını, yeni dönem politikalarının daha ‘demokrat’ düzeyde olacağını söyledi. Yani George W. Bush’un ‘tek yanlı kararlara’ ve ‘oldu bittilere’ dayanan, güvenlik kaygılarını ön plana çıkartan politikalarından, biraz, Bill Clinton dönemi politikalara yönelme işaretlerini verdi. İsrail’in bu saldırısı, şimdi, Ortadoğu’daki tüm cepheleri etkileyecek, uzlaşmacı güçler, görüşme arayışları yerlerini çatışma ve askeri çözümlere bırakacak. İsrail özellikle, Amerikan-İran ilişkilerinin yumuşamasını istemiyor. Bu nedenle, Ortadoğu’da bu katliamı yaratarak, muhtemel tüm uzlaşma yollarını kapatmış oldu. Barack Obama’nın önüne ise, kanlı bir hesaplaşma içinde bir dünya, yükselen güvenlik kaygıları ile dolu bir bölge koydu. Bundan sonra Obama yönetimi istese de istemese de, uzlaşmacı değil, askeri çözümleri ön planda tutan ‘Bushvari’ bir politikaya zorlanacak...’
BÖLGEYİ NASIL ETKİLER
‘Uzman görüşüne’ göre, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği bu katliamdan sonra ortaya çıkabilecek yeni Ortadoğu portresi şöyle:
1. Saldırı, Türkiye’nin aracılığında süren Suriye-İsrail görüşmelerinin dinamitlenmesidir.
2. Bu nedenle, Ortadoğu gerginliği çok yakında Lübnan’a da sıçrayacak, bu ülkede bir dönem Türkiye’nin aktif katkılarıyla önlenmiş çatışmalar alevlenecektir.
3. Bu gelişmeler doğrultusunda Suriye-İran ittifakının soruna dolaylı da olsa askeri müdahalesi kaçınılmazdır. Bunun sonucunda İsrail-İran cepheleşmesi bir kez daha tırmanacaktır.
4. Gazze’de patlayan bombalar, aslında Obama döneminde yaşanılması büyük olasılık olarak görülen Amerikan-İran yumuşamasının tam orta yerinde patlamıştır.
TÜRKİYE’Yİ NASIL ETKİLER
5. Bu gelişme sonucunda, özellikle Irak topraklarında İran’ın yumuşamakta olan müdahalelerinde yeniden tırmanma, bunun sonucunda da komşumuzda yeni istikrarsızlıklar yaşanması kaçınılmazdır.
6. Ama, asıl olarak bütün bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’yi, 2009 yılında zora sokacak gelişme, İsrail’in ‘Gazze provokasyonu’ ile tırmanacak Amerikan-İran gerginliğidir. Biz, yıllardır bunu önlemek için büyük çaba gösteriyoruz. Gerilim tırmanırsa Obama kadar biz de zor durumda kalacağız.
TÜRKİYE NE YAPABİLİR...
Ankara’daki uzman dosta göre dünya ve Ortadoğu, 2009 yılında bunun tam tersi bir süreci Türkiye’nin aktif katılımıyla yaşabilirdi:
‘Suriye-İsrail görüşmelerinde ilerleme sağlanabilir, bununla bağlantılı olarak İran, uluslararası camiada kabul gören bir noktaya çekilebilir, bu iki ana gelişmenin Irak, Filistin ve Lübnan cephelerine son derece olumlu ve yumuşak etkileri olabilirdi. Ama, İsrail’deki politikacılar bunun tam tersini tercih ettiler. Sayın cumhurbaşkanı ve başbakanın Gazze saldırısının ilk gününde sert tepki göstermeleri bu görüşlere dayanıyor. Bizim bu noktada yapacağımız, İran ve Suriye’yi bu provokasyondan uzak tutmak, Kudüs’teki şahinlerin istedikleri gibi hareket etmelerini önlemektir. Eğer bunu başarırsak, hem dünya barışına hem de yeni Amerikan başkanına çok önemli bir manevra alanı ve şans yaratmış oluruz...’
Star, 29.12.2008
|
Ardan Zentürk
30.12.2008
|
|
|
|