Bediüzzaman’ın İhtiyarlar Risâlesi’ne başlarken zikrettiği âyetleri bilirsiniz belki. Meryem Sûresi’nin ilk âyetlerini yani. İnsanı derin düşüncelere sevk eden, duygulandıran, insanın kalbine ümit tohumları saçan bu âyetlerde Hz. Zekeriya’nın (as) aşağıdaki duâsı zikredilir:
“Bu âyetler, kulu Zekeriya’ya Rabbinin rahmetini zikretmek içindir. Hani o Rabbine gizlice niyaz ederek demişti ki: Ey Rabbim, artık benim kemiklerim yıprandı, başım ihtiyarlıkla tutuşup saçlarım aklandı. Sana ettiğim duâlarımda da, ey Rabbim, ben hiç mahrum kalmadım.” 1
Dünyayı sarsan kapitalizm krizinin insanları tedirgin ettiği şu günlerde, acziyetini hissetmesi açısından bu duâ daha farklı anlamlar düşürüyor insanın zihnine. Zira, zaaf ve aczin derecesi nispetinde rahmetin cilveleri gösteriliyor. İnsanın duâlarından mahrum kalmaması için, aczini bilmesi gerekiyor. Ancak ne yazık ki, materyalist düşünce, insanın Allah ile olan bağını zayıflattığından beri, kalplerdeki tevekkül ve itimat bir anlamda buharlaştı. Bir yazarın ifadesiyle, bu gaddar ve münkir anlayış, rızkı temin etme sorumluluğunu da insanın zayıf omuzuna yükledi. Bu anlayış doğrultusunda, her şeyi kendisinin elde ettiğini zanneden ve Rezzakı Hakikî’ye olan güvenini kaybeden zihinler, gemiye yükünü bırakmayıp omuzunda taşıyan sersemler gibi zayıf düşüyor, geçim derdi altında eziliyor. Gelen her dalgada, en ufak sallantıda, korkudan tir tir titriyor. Aç bir insanı, bir ekmekle doyurabilirsiniz ama açlık korkusu çekeni bir fırın ekmekle bile doyuramazsınız. Önce bu korkuyu yenmek gerekiyor. Zira aczini hissettiği oranda mutludur insan, fakrını hissettiği oranda zengin.
Yahya bin Muaz’a sorarlar:
- Fakirlik nedir?
- Fakirlikten korkmaktır, cevabını verir.
Zenginliği sorduklarında da şu cevabı verir:
- Allah’a güvenmektir.
Maddî zenginliği ne kadar çok olursa olsun, eğer fakirlikten korkuyorsa, o insan fakirdir. Allah’a itimat eden ve kanaat gibi bir hazineye sahip olansa her zaman zengindir. Bizler bu sorgulamayı kendi iç dünyamızda yaptığımızda acaba fakir mi çıkıyoruz, zengin mi?
Peygamber Efendimiz (asm) ‘Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır’ buyurmuşlar. Özellikle son yıllarda hızla dünyevîleşen, kapitalizmi müttefik gibi algılayan, onların silâhıyla silâhlanmak adı altında kapitalizmin vahşî kurallarını, lüks yaşantısını, hatta faiz ve bankacılık gibi sistemlerini bile mübah gören dindar kapitalist kesimdeki anlayışı, bu krizle birlikte daha şiddetli bir şekilde sorgulamanın zamanı gelmedi mi?
Ekonomik krizlerin bir şekilde üstesinden gelinebilir ama ahlâk krizinin üstesinden gelmek o kadar kolay değildir. O yüzden bizler, geniş dünyadaki ekonomik durumdan çok kendi iç dünyamızdaki ahlâkî duruma dikkat etmeliyiz kanaatindeyim. Zira Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslâh edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak cefasını değil, safasını çek. O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme.” 2
Olaylardan dehşet aldığı ve ümitsizliğe düştüğü zaman, Hz. Zekeriya’nın (as) duâsı yetişir insanın imdadına. “Sana ettiğim duâlarımda da, ey Rabbim, ben hiç mahrum kalmadım” der her seferinde. Ne mutlu bu duâdan nasibi olanlara ve mahrum kalmayanlara…
Dipnotlar:
1- Meryem Sûresi, 19:1-4
2- 20. Mektub, Bediüzzaman Said Nursî
05.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|