Mahiyeti bilinse...
İnsan türü, iktidar kavgalarını, entrikaları, makam-mevki kıskacındaki çatışmaları, kişisel hırslarla oluşan gruplaşmaları nedense seviyor.
Milât öncesi Roma döneminde meşhur Sezarlar ve Brütüslerin öne çıktığı sayısız çatışmalarda tutun da Osmanlı öncesi Bizans’a değin; hepsinde kavga ve gürültü vardı.
Tarihteki “İslâm” ülkeleri de aynı süreçleri yaşamışlardır. Emevilerden Osmanlılara kadar iktidar eksenli hakimiyet kavgaları, hatta cinayetler saymakla bitmez.
Ancak tarihin en kanlı yıllarını toplasanız; 20. yüzyılın günahlarıyla boy ölçüşemez. Üstelik duyguların yerini “pozitivizm” gibi güya “akılcı ve düşünsel” felsefeye devrettiği bu asırdır 20. yüzyıl...
Komünizm ve Faşizm gibi her türlü kurumsal diktatörlükler ile “Kemalizm”, “Nasırizm”, “Esadizm” gibi kişisel diktatörlükler cirit attığı 20. asır...
Artık 21. yüzyıldayız; her türlü tabuya, putperestliğe, doğmaya, akıl dışılığa, mantıksızlığa son verme zamanı değil mi şimdi?
20. yüzyılın başımıza belâ ettiği kişilerden, adamlardan, madamlardan, politikacılardan, komutanlardan kurtulma zamanı çoktan geçmedi mi?
Zaten tabulaştırılanların, doğma haline getirilenlerin “Tarihsel” konumlarında, yakından incelenmesi bize onların mahiyetlerinin ne kadar korkunç ve dehşetli olduğunu göstermeye de yetecektir.
Onların çocuklukları, yetişme biçimleri, zaafları, insan olma özellikleri tek tek bilinse…
Peki, bu insanların mizaç ve karakterleri yönetim biçimlerini etkilemez mi? Hitler anne sevgisi başta olmak üzere her türlü sevgi ortamından uzak büyümüştü. Dikkat edin, istisnasız bütün diktatörler benzer sorunlar yumağında yetişmişlerdir. Dağılmış aileler başta olmak üzere diğer psikolojik sorunlar…
Peki, kişisel özellikleri böylesine derinden yaralı insanların yönetim biçimleri sağlıklı olur mu? Davranışları sorunsuz ve dengeli olabilir mi? Karakterleri olgun ve gelgitlerden uzakta kalabilir mi? En yakınında bulunan insanlarla bile gerçekten “samimî” olabilir mi? Bırakın düşmanlık yapanları, kendisine dost olmayanlara bile hayat hakkı tanır mı?
Böyle bir insanın kişisel özelliklerini örtbas etmek için ne yapmalısınız? Tek çareniz vardır: Tabulaştırmak. Onu zaaflardan uzak, peygamberlere bile nasip olmayan “günahsız”lıkla sunarsınız topluma ve uyutursunuz kitleleri uzunca yıllar. Hasbelkader halk uyanıp da sorgular diye bir de “Koruma” kanunu çıkarırsınız.
Ne olur sonra? Yüz yıllık bir zamanı sevgi-korku ekseninde buharlaştırıp tarihe gömersiz.
Oysa tarih yeni başlamadı. İnsan türü de dünyaya yeni gelmedi. Gerçeklerse onu örten en kalın perdeleri bile delip geçer ve kendini gösterir.
Sevgi de korku da kanunla sağlanamaz. Onlar insan kalbinin en tabiî ritimleridir.
Unutulmasın; en adi sevgi ve en adi korku kanun zoruyla sağlananlardır, bilinmeli…
“Ne örümcek ne yosun / ne efsane ne füsun / Kâbe Arab’ın olsun / Bize Çankaya yeter!” diyenler zaten maddî-manevî yüklerini tutup bu dünyadan göçüp gittiler.
Hıristiyanların bile “Tanrının oğlu” tezinden vazgeçip, İsa Peygamberi bir “peygamber ve bir insan” olarak kabul ettikleri bir devirde yaşıyoruz artık.
Tarihte yerini alan bütün yönetenlerin olduğu gibi, “Mustafa”nın da mahiyeti bilinmeli artık.
Can Dündar’a bundan dolayı kızıyorlar işte!
|
B. SAİT ÇİFTÇİ
04.11.2008
|
|
ALINAN EĞİTİM İYİ İŞ BULMAYA YARIYOR MU?
Okuldan işe geçiş ile ilgili kilit soru, Türkiye’de gençlerin edindiği eğitim ve becerilerin iyi işler bulabilmeleri için onları yeterli derecede hazırlayıp hazırlayamadığıdır. Eğitim seviyeleri yükselmektedir. Ancak hâlâ uluslar arası standartlara göre düşüktür ve cinsiyete ve bölgelere göre önemli farklılıklar mevcuttur. İlköğretimde neredeyse evrensel bir kapsama oranına ulaşılmış, ortaöğretim okullaşma oranında ise önemli bir artış meydana gelerek 1998’deki yüzde 53’lük brüt oran 2007’de yüzde 87’ye ulaşmıştır.
Okullaşma oranları hem kızlar, hem de erkekler için yükselmiş olmasına rağmen, kızlar erkeklerin oranını yakalayamamıştır ve ortaöğretim seviyesinde okula kayıt yaptırma ihtimalleri çok daha düşüktür. 2007 yılında erkekler için yüzde 96 olmasına rağmen kızlar için yüzde 77. Türkiye’de lise mezuniyet oranları son on yıl içerisinde önemli bir artış göstermiş ve 1995’teki yüzde 37’den 2005 yılında yüzde 48’e ulaşmıştır. Ancak, bu artışlara rağmen, mezuniyet oranı yüzde 82’lik OECD ortalamasından ve Meksika dışındaki diğer orta gelirli OECD ülkelerinden hâlâ çok düşüktür.
Türkiye’deki 20–24 yaş grubu gençler arasında lise eğitimini tamamlayanların oranı Avrupa standartlarına göre hâlâ düşüktür. Eurostat verilerine göre, 2006 yılı itibariyle bu yaş grubundaki gençlerin sadece yüzde 45’i lise eğitimini tamamlamış iken, AB–27 ülkelerinde bu oran yüzde 78’dir. Bu gösterge için belirlenen Lizbon hedefi yüzde 85’dir.
Cinsiyet görüntüleri Türkiye’de de farklılık göstermektedir. AB–27 ülkeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde genç kızlar (20–24) genç erkeklerden biraz daha yüksek bir lise tamamlama oranına sahip iken (yüzde 81 – yüzde 75), Türkiye’de bu fark çok daha geniştir ve erkeklerin lehine bir durum söz konusudur – erkekler için bu oran yüzde 52 iken, kızlar için sadece yüzde 39’dur. Türkiye’de eğitim durumu bölgelere göre de önemli değişiklikler sergilemektedir –doğu illerinde özellikle kızlar için okullaşma oranları ve eğitim durumları çok daha düşüktür…
Eğitimin kalitesi bir sorun olmaya devam etmektedir; genel ortalamalar düşüktür ve öğrencilerin büyük bir oranı uluslar arası standartlara göre başarısız öğrenme sonuçları kaydetmektedir. 15 yaşındaki gençlerin matematik, okuma ve fen bilimleri alanlarındaki öğrenme sonuçlarını gösteren 2006 PISA sonuçlarının yayınlanması ile birlikte, eğitimin kalitesi ile ilgili yeni deliller ortaya çıkmıştır. Diğer OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye başarısız bir görünüm sergilemektedir ve ortalama başarıda sondan ikinci sırada yer almaktadır (2003 sonuçları ile aynı). Benzer gelir düzeyine sahip ülkeler ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin ortalama başarısı nispeten daha iyi görünmektedir. Ancak yine de gelir düzeyine göre beklenebilecek seviyeden daha düşüktür.
Daha prestijli ortaöğretim kurumlarına kayıtlar sekizinci sınıfın sonunda uygulanan Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS) ile kontrol edilmektedir. Bu stresli sınav, ilköğretimde daha iyi hazırlanan ve daha iyi dershane eğitimine erişimi olan çocukların daha prestijli liselere girebilmeleri anlamına gelmektedir. Sınava girmeyen veya iyi puan alamayan öğrenciler genel devlet liselerine veya daha az prestijli meslek okullarına gitmektedir. Bu katı sistem bu yolun değiştirilmesini neredeyse imkânsız kılmakta ve eğitime erişim ve eğitim sonuçları bakımından giderek artan eşitsizliklere yol açmaktadır.
Katılımcı İşgücü Piyasası Anketlerine katılan gençlerin yüzde 40’ından fazlası, eğitimde yetersiz hazırlığın veya anlamlı olmayan eğitimin gençlerin okuldan işe geçişte karşılaştıkları en önemli zorluk olduğunu belirtmektedir. Yüksek öğretim ile ilgili olarak Dünya Bankası tarafından yapılan çalışma (2007) bunu bir sorun olarak teyit etmektedir; Türkiye’deki şirketlerin yüzde 40’ından azı yerel veya bölgesel üniversitelerin öğrencilerin şirketlerin ihtiyaç duyduğu becerileri verdiğini ve şirketlerin ihtiyaç duyduğu alanlarda eğitim verdiklerini belirtmektedir. Çalışma, işverenlerin ihtiyaç duydukları beceriler ile çoğu öğrencinin yüksek öğretimi tamamladıklarında sahip olduğu beceriler arasında bir uyuşmazlık olduğunu vurgulamaktadır. Diğer birçok ülkedeki işverenler gibi, Türkiye’deki şirketler de özellikle İngilizce olmak üzere yabancı dil becerileri, bilgisayar becerileri, analitik beceriler ve sosyal, davranışsal ve iletişimsel beceriler bakımlarından taleplerini karşılayamamaktadırlar. Ayrıca birçok mezunun uygulamada deneyimi olmadığını da belirtmektedirler.
Öğrencileri belirli bir mesleğe hazırlamaları beklenen meslek liselerindeki ve MYO’lardaki hazırlık, hem bu okullara giren öğrencilerin daha önceki hazırlık seviyeleri hem de bu okulların çoğunda sunulan eğitimin kalitesinden dolayı genellikle yetersizdir. Meslekî eğitimdeki öğrenciler hem diğer öğrencilerden daha dar bir eğitim almaktadır hem de meslekî eğitime çok erken yönlendirilmektedir ve seçtikleri yolu daha sonra değiştirmeleri için hiçbir fırsat sunulmamaktadır.
İş fırsatları ile ilgili bilgi eksikliği ve eğitim ile özel sektör arasındaki sınırlı iletişim geçiş sorunlarını daha da ağırlaştırmaktadır. Katılımcı İşgücü Piyasası Anketlerine katılan gençlerin neredeyse yüzde 20’si iş fırsatları ile ilgili bilgi eksikliğinin okuldan işe geçişteki en önemli sorun olduğunu bildirmiştir… Okuldan işe geçiş süreci Türkiye’de genellikle zor ve uzun süren bir süreçtir. Hanehalkı işgücü anketinden faydalanılarak yapılan analiz çok sayıda gencin okuldan ayrıldıktan sonra işsiz kaldığı dönemler olduğunu ve bir iş bulduklarında da bu işin genellikle kayıt dışı sektörde olduğunu ve maaşlarının nispeten daha düşük olduğunu göstermektedir. Eğitim önemli bir fark oluşturmaktadır, ancak bu geçişin yumuşak olacağının bir garantisi değildir. Ortaöğrenim üzeri eğitime sahip birçok genç, en sonunda işgücü piyasasında kendine bir yer bulmasına rağmen nispeten daha uzun geçiş süreleri yaşamaktadır. Bu süreçte erkeklerin ve kızların deneyimleri oldukça farklılık sergilemektedir; hatta kızların büyük bir oranı hiçbir zaman işgücü piyasasına geçiş yapamamaktadır.
Kaynak:
Türkiye’nin Gelecek Nesillerine Yatırım Yapmak: Okuldan İşe Geçiş ve Türkiye’nin Kalkınması, Rapor No. 44048 – TU, Dünya Bankası Dokümanı, Haziran 2008.
|
MUSTAFA OĞUZ
04.11.2008
|
|
Hayat ve tercihler
MIchael herkesin imrendiği biriydi. Her zaman neşeliydi ve çevresine hep olumlu şeyler söylerdi. Birisi ona nasıl olduğunu sorduğunda, ‘Daha iyi olamazdım’ diye cevaplardı. Tabiî bir motivatördü. Eğer çalışanlardan biri işyerinde kötü bir gün geçirmişse, Michael ona durumun olumlu taraflarına bakmasını söylerdi. Michael’in bu tarzı beni çok meraklandırdı ve bir gün Michael’a gidip sordum: ‘Anlamıyorum! Her zaman nasıl bu kadar pozitif biri olabiliyorsun? Bunu nasıl yapıyorsun?’ Michael cevapladı: ‘Her sabah kalktığımda kendime diyorum ki; bugün iki seçeneğin var. Ya iyi bir ruh halinde olabilirsin ya da kötü bir ruh halinde, seçimini yap. Ben de iyi bir ruh halinde olmayı tercih ediyorum. Kötü bir şey olduğunda, ya kendimi kurban olarak görebilirim ya da bu durumdan bir şey öğrenebilirim. Ben de bir şey öğrenmeyi tercih ediyorum. Ne zaman birisi bana derdini anlatsa, onu sadece dinleyebilir ya da hayatın olumlu taraflarını gösterebilirim. Ben de ikincisini tercih ediyorum.” İtiraz ettim: ‘Hayır bu kadar da basit değil.’ ‘Evet bu kadar basit’ diye cevapladı Michael ve devam etti: ‘Hayat seçeneklerden ibarettir. Gereksiz ayrıntıları bir kenara bıraktığında her durumun bir seçenek olduğunu görürsün. Olaylara nasıl tepki vereceğini sen seçersin. İnsanların senin ruh halini nasıl etkileyeceğini kendin seçersin. Nasıl bir ruh hali içinde olacağını kendin seçersin. Hayatını nasıl yaşayacağın da senin seçimine bağlıdır.’
Michael’in söyledikleri üzerinde uzun uzun düşündüm. Bir süre sonra kendi işime başlamak için işyerinden ayrıldım. Birbirimizle iletişimi kaybettik, fakat hayat hakkında bir seçim yapacağım sırada sık sık onu ve hayata bakış şeklini düşündüm. Birkaç yıl sonra, Michael’in ciddî bir iş kazası geçirdiğini duydum. 18 saatlik bir ameliyat ve yoğun bakımdan sonra, Michael sırtına yerleştirilmiş demir çubuklarla hastaneden taburcu edilmişti. Kazadan 6 ay sonra Michael’i gördüm. Kendini nasıl hissettiğini sorduğumda, ‘Daha iyi olamazdım, yara izlerimi görmek ister miydin?’ diye şakayla karışık cevapladı. Teklifini reddettim, ama kaza esnasında beyninden neler geçtiğini kendisine sordum.
Michael cevapladı: ‘İlk aklıma gelen şey yeni doğacak kızımın sağlığı oldu. Yerde yatarken iki seçeneğim olduğunu düşündüm. Ya yaşayacaktım, ya da ölecek... Ben yaşamayı tercih ettim.’… Michael hem doktorlarının yeteneği, hem de inanılmaz tavrı ve Allah’ın lütfü sayesinde yaşamayı başardı. Her gün hayatı dolu dolu yaşamak için seçme hakkımız olduğunu ondan öğrendim. Hayata olan tavır ve bakış açımız her şeydir. Bu sebeple yarın için üzülmeyin, bırakın yarın kendisi için üzülsün. Her geçen günün kendine yetecek kadar derdi vardır. Kaldı ki, bugün, dün kaygılandığınız yarındır.
|
04.11.2008
|
|
“Bilgisayar bilmeyen kalmayacak” projesi
EĞİTİM AJANDASI
Habİtat için Gençlik Derneği, Vodafone Vakfı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ortaklığında uygulanan “Bilgisayar Bilmeyen Kalmayacak” Projesi, Türkiye’de sayısal uçurumun kapatılması hedefi ile 81 ilde 1.000.000 gence internet tabanlı Avrupa Bilgisayar Yeterlilik Sertifikası (ECDL) eğitimi fırsatı sunmayı hedefliyor. Avrupa Bilgisayar Yeterlilik Sertifikası (ECDL), evrensel özelliğiyle bütün Avrupa Birliği ülkelerinde geçerli olan bir yetkinlik belgesi. Proje, yalnızca sayısal uçurumun kapatılmasına destek vermekle kalmayıp aynı zamanda bilgi ve iletişim teknolojileri alanında istihdam eksikliğini de doldurmayı öngörüyor. Sizler de www.bilgitoplumu.net web sitesine kaydolarak ECDL eğitimlerini alabilir ve bilgisayar eğitiminizde çok önemli bir aşama kaydedebilirsiniz.
|
04.11.2008
|
|
Tebessüm iki insan arasındaki en kısa mesafedir
SÖZ BİRLİĞİ
İKİ hasım arasındaki bir tebessüm, adaveti muhabbete çevirir (Bediüzzaman). Kaybolan gün, hiç gülmeden geçen gündür (Chamfort). Ağlamamak için her şeye gülerim (Beaumarchais). Her ağlamanın elbet bir gülmesi vardır (Kâtibi). Gülerseniz, dünya da güler. Ağlarsanız, yalnız ağlarsınız (Elia W. Witcox). İnsanlar her zaman bir kahraman olamazlar ama her zaman insan olabilirler (Benjamin Franklin). Güler yüzlü olmayan bir kişi, dükkân açmamalıdır (Konfüçyüs). Gülme, yan etkisi olmayan yatıştırıcı bir ilâçtır (Arnold H. Glasow). Gülmeden ölmemek için, mutluluğa kavuşmayı beklemeden gülünüz (La Bruyere). Çiçekler güzel olmak, insanlar ise iyi olmak için vardırlar (Phil Bomsan). Tebessüm sözlere kanat takar… (Jacques Gauthier). İnsanlar size karşı değildirler. Sadece kendilerinden yanadırlar, o kadar (Gerald Fowler). İnsan gülebildiği kadar insandır (Moliere). İnsanlar için en güzel hediye, hiçbir masrafa ihtiyaç göstermeyen tatlı bir gülümseyiştir (Hz. Süleyman). İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür (Dostoyevski). Küçük insanlar küçük şeylere çok kırılırlar, büyük insanlar bunların hepsini görür, fakat kırılmazlar (La Rochefoucauld).
|
04.11.2008
|