GEÇTİĞİMİZ dönemlerde TV ekranlarında hep gülümseyerek hatırladığımız iki tip vardı: İtilmiş ve Kakılmış. Temizliğe gidip evdeki tembel kocasına para yetiştirmeye çalışan, buna rağmen dayaktan kurtulamayan Bayan Kakılmış kocasını ahbaplarına “Kısaca ‘it’ diyebilürsünüz!” diyerek tanıtır, hıncını alırdı kendince.
Evet aile içi şiddet sadece bizim toplumumuza has bir olay değil. Eğitimli, eğitimsiz, kadın, erkek, çocuk, genç, ihtiyar demeden bütün fertleri içine alan bir insanlık problemi. “Güçlü olan haklıdır, zayıfı ezer” zalimâne prensibinin hayvânî bir tezahürü.
Geçtiğimiz günlerde bir Hocaefendi eşinden dayak yiyen kadınların karate ve judo gibi sporları öğrenmesini, erkek bir vuruyorsa kadının iki vurmasını tavsiye edince medyaya bol malzeme çıktı.
Şurası bir gerçek ki, “şiddet her zaman şiddet doğurur, ateş söndürmeye körükle gidilmez”. Eşinden tokat yiyen kadının karşılığı aynı cinsten olursa, galeyana gelmiş öfke çok daha büyük patlamalarla tezahür edecektir. Bu da ailede cehennemvârî sahneleri gündeme getirecektir.
Şefkat dininin temsilcisi rahmet Peygamberinin (asm) aile yaşantısı gözler önündedir. Mü’minlere tavsiyeleri de ortadadır. O eşlerini ve dostlarını hiçbir hareket ve sözle küçük düşürmez, her zaman özenle ve hoşgörüyle davranırdı.
Sabır ve emekle tıpkı bir çiçeği yetiştirircesine özenle kendi özümüze, eşimize, çocuklarımıza yaklaşmamız gerekiyor ki ailelerimiz cennetten bir köşe, dış dünyanın tahribatlarından korunabileceğimiz bir sığınak olabilsin.
Karate, judo, tekme ve tokada değil, sabır, şefkat, muhabbet ve hoşgörüye ihti-yacımız var!
Hele de bu asrın insanları olarak!
Bir aile hikâyesi
RAHMETLİ babacığımın aile tarihine ait tatlı tatlı anlattığı o kadar çok hikâyecik vardı ki, bu da onlardan bir tanesi işte. Yaklaşık 150 yıl öncesine ait…
Osmanlı Devletinin hasta adam olarak tanımlandığı dönemlerde bile kadınların hukuku noktasında ne kadar titiz olduğunun en canlı delillerinden bir tanesi bu hikâyecik benim için.
Babamın babaannesi büyük dedemizle evlenmeden önce ilk evliliğini köyünden bir gençle yapar. Ne var ki, karısını çok seven bu genç, asabî mizaçlı ve küfürbazdır. Sinirlendiğinde öyle sözler sarf etmektedir ki, büyük babaanneyi adeta hasta etmektedir. Kızının haline daha fazla göz yumamayan babası onu alır ve şimdi Elazığ Osmanlıdaki adıysa “El Aziz” olan şehre götürür, Kadıya çıkarlar ve durumu anlatırlar. Kızı sorgulayan Kadı Efendi, damadı da çağırır ve savunmasını dinler. “Küfürbazım, ama eşimi seviyorum” itirafları işe yaramaz. Kadı şer’î hükümler gereğince evliliği bitirir. Büyük babaannemiz de çocuksuz bir dul hanım olarak ikinci evliliğini, yine dul bir bey olan büyük dedemizle yapar.
Değil elle, dil ile dahi şiddet uygulamak boşanma sebebi olmuştur.
TV’de aile içi şiddet tartışmaları konusunda uzmanları dinlerken hatırladığım yaşanmış bu ibretli hikâyeciği aktarayım istedim.
Şefkat dininden beslenmiş “Gelinliğinle çıktın, kefeninle gelebilirsin!” demeyen, kızının hukukuna duyarlı bir baba, adaletli bir Kadı Efendi ve değer verildiğinin bilincinde olan, yaşadıklarını torunlarına anlatan şuurlu bir Osmanlı hanımı...
Osmanlının son dönemlerinden düşündürücü bir kare…
Tarih yargılar
BEDİÜZZAMAN Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’in tesettür ile ilgili âyetlerini tefsir ettiği için kullandığı iki cümle yüzünden 1935’te Eskişehir Mahkemesinde yargılanır, talebeleriyle birlikte 11 ay hapse mahkûm edilir.
Mahkeme safahatını değerlendirirken kullandığı şu ifadeler ne kadar da ilginçtir: “…Müellifinin mahkûmiyetine sebep gösteren bir mahkeme kendini ve hakimlerini ebedî mahkûm eylemiş.”
Geçtiğimiz günlerde başörtüsü konusunda Anayasa Mahkemesinin gerekçeli karar açıklamalarını dinleyip de Bediüzzaman’ın yıllar önce söylediği bu sözleri hatırlamamak mümkün mü?
Evet tarihe intikal eden her bir yanlış, aradan asırlar geçse de yeniden yeniye yargılanır ya insanların zihinlerinde. İşte Anayasa Mahkemesinin bu son kararı da, tartışılacak, yargılanacak.
Yetmiş yıl önce gerçekleşen Eskişehir Mahkemesi savunmalarını okurken, yargıyı nasıl yargılıyorsa zihinler, gelecek yıllarda AYM’nin kararları da yargılanacak.
Zira doğru söyleyen tarih hakikate en güzel şahittir.
02.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|