Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, görevi devralırken yaptığı konuşmada Atatürk için “Türk ordusunun ve ulusunun ebedî başkomutanı ve lideri” ifadesini kullanmış olmasını şöyle eleştirmiştik:
“İslâma ve diğer semavî dinlere göre, ‘ebedîlik’ sadece Allah’a ait olan bir sıfattır. Yaratılmış fânilere izafe edilemez. Yaratılmışların en üstünü kılınan Peygamberimiz (a.s.m.) için dahi kullanılamaz.” (“Yanlış sözler” yazımız, 4.9.08)
Başbuğ, 10 Kasım mesajında da Atatürk’ü “ebedî başkomutan” olarak niteleyip şöyle demiş:
“Atatürk’ün çağlar ötesine uzanan engin düşünceleriyle ölümsüzleştiğine inanıyoruz...”
Önceki mesajında hem orduyu, hem milleti ilzam edecek bir üslûpla “ebedî başkomutan ve lider” olarak vasıflandırdığı Atatürk için bu kez ordu ve ulus kelimelerini es geçip yalnızca “ebedî başkomutan” ifadesini kullanması, eleştirimizle irtibatlı bir anlam taşıyor mu, bilmiyoruz.
Ancak “ebedî” sıfatındaki ısrarını gerekçelendirmek istediğini hatıra getirecek tarzda “çağlar ötesine uzanan düşüncelerle ölümsüzleşmek” gibi bir ifadeyi telâffuz etmesi dikkatimizi çekti.
Ve bizde, bunun da ayrıca tahlil ve eleştirisi gereken bir yaklaşım olduğu kanaati hâsıl oldu.
Bir defa Atatürk hangi “çağlar ötesine uzanan düşünce”yi ortaya koydu? Var mı böyle birşey?
Objektif “Atatürk uzmanları,” onun yeni fikirler üreten bir ideolog değil; pozitivizm ve materyalizm gibi felsefî akımlardan ve uygulamada da özellikle Fransız ihtilâlinden fazlasıyla etkilenmiş bir tatbikatçı olduğunu ifade ediyorlar.
Onun adına ortaya konulan Kemalizm veya Atatürkçülük “ideoloji”sinde de rivayet ve yorumun bini bir para. Atatürk’ün devirlere göre değişen ve çoğu zaman çelişen konjonktürel beyanlarından, bütünlük arz eden derli toplu bir fikir sistemi çıkarmak mümkün değil zaten.
Onun için bilhassa son dönemde “Hangi Atatürk?” ve “Hangi Atatürkçülük?” soruları çokça sorulmaya başlandı. Kemalizm ve Atatürkçülük adıyla ortaya atılan karmaşık ve çelişkili fikirlerin de “gerçekteki Atatürk”ü anlamayı engelleyen bir perde oluşturduğu dahi ifade edilmekte.
Can Dündar’ın “Mustafa” filmi etrafında koparılan yaygara da bu kargaşanın taze bir örneği.
Bu kargaşanın içinden çıkabilmek için üretilen “Onun en önemli özelliği akıl ve bilimi rehber edinmesidir” yorumunun da “çağlar ötesine uzanan düşünce” ifadesindeki anlamı karşılayabildiği söylenemez. Çünkü akıl ve bilim, hele vahiyden koparsa, bırakın çağlar ötesine uzanmayı, mum gibi kendi dibini bile aydınlatamaz.
Atatürk’ün vahiy karşısındaki duruşunu ifade ettiği sözlerinden birinin, “Biz ilhamımızı gökten indiği sanılan kitaplardan değil, hayatın gerçeklerinden alıyoruz” şeklinde özetlenebilecek cümlesi olduğunu hatırlamak, konunun zihinlerde daha da aydınlanmasına yardımcı olabilir.
Bir fâniye “ebedîlik” atfetmek için ihdas edilen “ölümsüzlük” düşüncesinin de aslı esası yok.
Çünkü ölüm gerçeği ortadan kaldırılamadığı sürece “ölümsüzlük”ten bahsedilemez. Kişi dünyada ne kadar kudretli ve “çok büyük işler” başarmış olursa olsun, mutlaka ölümü tadacak.
Geride bıraktığı eserlerle adını yaşatma ve vücuda getirdiklerini “ilelebed payidar kılma” düşüncesi ise, ahirete imanın yokluğundan veya zayıflığından kaynaklanan boşluğu güya doldurabilmek için icad edilmiş bir fanteziden ibaret.
Bu düşünce, kişi fâni ise de, dünyanın sonsuza kadar bâkî kalacağı varsayımının bir ürünü.
Ama bizim inancımıza göre bu dünya da Yaratıcı tarafından takdir edilen zamanı dolduğunda, üzerindeki bütün hamulesiyle birlikte, kopacak kıyametin tahribatına maruz kalacak ve akabinde sonsuz âlemde ebedî bir hayat başlayacak. Sonsuzluk ondan sonrası için geçerli.
M. Kemal’in ölümden sonraki âleme ve oradaki sonsuz hayata inanmadığı halde “ölümsüzleştiği”nden söz etmenin anlamı ve mantığı ne?
15.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|