Bir derenin kenarına otur da
Ömrünün geçişini seyret...
Hâfız-ı Şirâzî
ayat, Yüce Rabbimizin bize bahşettiği en büyük nimeti ve emaneti...
Hayatı yaşamanın iki yolu var. Biri, her şeyi bir mû'cizeymiş gibi yaşamak, diğeri hiçbir şey mû'cize değilmiş gibi delicesine yaşamak.
Hayatı değerli kılan ne o zaman? Hayatın hakkını vermek çabası. Hayatın uzunluğu ya da kısalığından çok, Yüce Yaratanımızın istediği bir şekilde yaşanması, onu anlamlı kılmaktadır. Zor olan, kahramanca ölmek değil, kahramanca yaşamaktır. Rabbim, azmedenin yardımcısı. Yeter ki, ümidiniz ve şevkiniz kanatlansın, gayretiniz azalmasın. Hiç ummadığınız anda, bir kapı açılır, bir yol gösterilir. Yollar ki, Allah’a çıkar, içimizdedir. Belki de o, sessizlikte gizlidir.
...
Sessizlik gece gibi örter her şeyi...
Sessizlikte pek çok güzellik gizli...
Hani her bataklıkta bir çiçek, her yoklukta bir varlık, her üzüntüde bir sevinç vardır ya işte öyle bir şey.
Sessizlikte de pek çok güzellik gizli. Hemen bulunmayan ama sabırla elde edilebilen bu hazineyi insan, biraz gayretle keşfedebilir. Biz de bu fırsatı yakalamak için yollara düşeriz bazan.
...
Bir grup arkadaşla beraber zaman zaman kırlara çıkarız. Rüya gibi, ferah fahur bir mekândır gittiğimiz yer. Yeşilin her tonu orada, sanki renkler müzesi. Sanki cennetten bir köşe. Her cins ağacın yer aldığı bu geniş ormanlık alanın içinde bir de sürpriz vardır. “Huzur gölü” adını verdiğim küçük bir göl...
Daha gelir gelmez dönme sancısı tutar... Nimetin zevâli elemdir ya. Kıvrandırır hemen.
Biliyorum burayı çok özleyeceğimizi. Hatta eve döndüğümüzde; ‘Niye şehrin gürültüsüne mahkûmuz? Niye dört duvara hapsolmuşuz?’ diye söyleneceğimizi de biliyorum.
Biliyorum görevimi. Omuzumdaki yükün ağırlığını biliyorum. Bunu burada duyup, uyanıyorum şükür ki. Dünyaya gelmekten gayem bu değil miydi? Nasıl da unutmuşuz yürüyüp giden günlerin içinde. Nasıl da unutmuşuz. Yollarda yorgun bir yolcuyuz. Şimdi uzat ellerini, dilemenin zamanı, istemenin vaktidir. Ver Allah’ım ver, ümitler ver, doğsun içime günlerin görmediği güneşler. Ümitler ver. Ver Allah’ım ver.
...
Yaşamak sevmekse, yarısı da ummaktır. Ümit dalga dalga yayılır. Uyanır içimdeki o güzel insanlığım. Yaradanıma olan kulluğum uyanır. Tomurcuğunu patlatmaya durmuş bir gül gibi uyanır. Gözlerim sessizce gülümser. Ey Rabbim, yüreğim günebakan gibi sana yönelik. Ümitler kaynaşır içimde. Oysa çok ağır uykulardayız şehirlerde. Bereket ümit içimde büyür de büyür. Ana gibi, acı tadını duyar doğurmanın.
Her şeyin kıymetini yaşarken bilmeli insan. Bunu öğreniyoruz hayattan. Yapmak istediğimiz o kadar çok iş var ki, hangi birine yetişebiliriz? Ne yaparsak yapalım, ne yaşarsak yaşayalım, hep elde bir hasret kalır.
Sessizlik alıp götüremediğimiz bir şey olsa gerek. Onun için severiz, özleriz sessizliği ve şaşırırız karşısında. Nerede o eski filmlerde yere kulağını koyup da, sesleri dinleyen Kızılderili kardeş, nerede şimdicek? Şehirlerde bir karış toprak kalmadı artık, kulağını koyup da dinleyecek. Her yer asfalt, her yer beton, teyemmüm edecek toprak kalmadı. Kırlarda yaşadığımız şaşkınlığı, Kızılderili kardeş şehirlerde yaşamıştır her halde. Bununla ilgili bir öykü de var:
Bir gün New York’ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar. Gruptan biri Kızılderilidir.
İnsan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin araçlarının çıkardığı gürültü ve de araçların korna sesleri arasında yolda ilerlerken, Kızılderili adam arkadaşlarına kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve böceği aramaya başlar.
Arkadaşları ise bunca gürültünün arasında cırcır böceği sesi duymanın mümkün olmadığını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip, yollarına devam ederler. Aralarından yalnızca bir tanesi, onunla birlikte cırcır böceğini aramaya başlar.
Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür. Arkadaşı da arkasından takip eder. O kadar binanın arasında birkaç tutam yeşilliğin içinde gerçekten bir cırcır böceği bulurlar.
Arkadaşı şaşkınlık içinde Kızılderili’ye sorar:
“Senin insanüstü güçlerin mi var? Bu sesi nasıl duydun?”
Kızılderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyler ve arkadaşına:
“Şimdi beni izler misin?” diye ricada bulunur.
Beraberce karşı kaldırıma geçerler.
Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayıp atar. Pek çok insan bozuk para sesini duyup, ceplerinden para mı düştü acaba diye sesin geldiği yöne doğru bakar.
Bunun üzerine, Kızılderili arkadaşına döner ve:
“Gördün mü?” der. “Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin.”
...
İbretli bir ders. Tam da bizi ve hâlimizi anlatan incelikli bir öykü. Her ne ise...
Biz yine kendi öykümüze, o huzur gölümüze dönelim.
Buradaki manzaranın seyrine gerçekten de doyum olmaz. Hiç kımıldamadan dakikalarca durabilirim. Öylece hayran hayran izlerim. Ceylan yüreğim heyecandan hop hop der. Rüzgârı, bulutları, ağaçları... havada uçuşan kuşları, isimler verdiğim eğri büğrü tepeleri, sakin gölün üzerinde akıp giden ördekleri ve o bembeyaz nilüferleri seyrederim.
Sessizliğin sesine dikkat kesilirim. Dinlerim ve dinlenirim. Buranın doya doya tadını çıkarırım. Bol bol huzur toplarım. Şehre dönünce lâzım olacak. Temiz havayı ciğerlerime çektikçe, her nefeste yenilenirim. Burada yeniden doğarım.
“Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz” sözünün kıymetini anlarım. Birkaç saat de olsa, mekân değişikliğinin üzerimizdeki etkisi çok fazla. Hele de su; gamı, kederi alıp götürür. Bırakın manzarayı, kokuların bile varlığını, çeşitliliğini hissedersiniz. Temiz hava ve oksijen alınmayınca, beynimizin ve dolayısıyla düşüncemizin faaliyeti de duruyor, donuklaşıyor. Burası, Allah’ın dünyası. Burada yeniden doğarım ve tazelenirim. Rabbime el açıp, gönül dolusu duâlar ederim:
“Allah’ım biz insanları ne kadar çok sevdiğini ve bunu ayan beyan belli ettiğini burada daha iyi anlıyorum. Kalbimizin istediği ne varsa, istemeden her şeyi vermişsin. Bizi ebedî Cennetle ve her güzelliğin kaynağı olan güzel isimlerinle ve cemâlinle mutlu eyle. Bu arzuyu, bu iştiyakı burada tam hissediyorum. Duâmızı, kereminle, lütfunla kabul eyle. Kalbimizdeki bu sevinci, ebedî bir sürura çevir. Bize burada tattırdığın numunelerin asıllarını, membalarını göster. Sessizlikte gizli güzellikleri görmeyi, duymayı nasip eyle... Âmin”
...
Son söz:
Şeytanın yarını çok, insanın yarını yok!
Allah’ım, Kur’ân’ın dâvetine uyup da tefekkürünü inceden inceye yapan kullarından eyle.
Hz. Ali’ye (ra) “Âlim kimdir?” diye sorarlar. “Âlim” der, “Kur’ân’ın önüne hiçbir şeyi geçirmeyendir.”
Evet; “Elde Kur’ân gibi bir mû’cize-i bâkî varken, başka bürhan aramak aklıma zâid görünür” diyen bir Üstadımız Bediüzzamanımız var.
O halde her müşkilimizi, her derdimizi onunla ve eserleriyle aşmayı nasip eyle Allahım...
15.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|