Sistem demek, düzendir, disiplindir, intizamdır, berraklıktır, önünü görmektir ve de güven demektir.
Kâinatta mükemmel bir sistem var. Canlı olsun, cansız olsun bütün mevcudât, kendilerine yüklenen ve ancak İlâhî olmakla tarif edilebilecek muazzam bir program ve sistemin içerisinde hareket etmektedir.
Adl isminin tecellîsindedir sistem.
Rab isminin yansımasıdır sistem.
Rahmet isminin izahıdır sistem.
Rububiyet sıfatının dairesinin gereğidir sistem.
Hâkimiyetin düsturudur sistem.
Hakîmiyet hükümlerinin gereği ve umdesidir sistem.
Gecede güvendir, gündüzde itimattır sistem.
Keyfîliğin zıddı ve panzehiridir sistem.
Her türlü problem ve tıkanıklığın adı ve çözümüdür sistem. Kızmamanın, kızdırmamanın esası ve usûlüdür sistem.
Sistem hakka teslimiyet ve inkıyadın adıdır.
Sistemde şahıslar vardır ama şahsa endeksli olamaz.
Güneşin doğması da, batması da o yüksek sistemin gereğidir.
Yağmurun yağması, soğuğun dondurması, sıcağın yakması hep o düzen ve sistemin gereğidir.
Kuşların ötüşü, çiçeklerin açışı, meyvelerin tutuşu ve olgunlaşması bir sistemin gereği ve sonucudur.
Bu sistemi ve düzeni olanca gücüyle bozmaya çalışan tek aykırı varlık maalesef yine bizleriz, yani insan denen yaratık.
Huzur sıkar sanki burnunu insanoğlunun. Rahatında bile sanki rahatsızlık vardır.
İnsanoğlu, şuurlu veya şuursuz olarak kâinattan kopya ettiği birçok güzel şeyin ve dolayısıyla da sistemlerin hem kurucusu, hem de yıkıcısı konumundadır maalesef. Sebebi de gayet açık ve nettir. “Bencil ve egoist” düşünce. Bunun gerisindeki ana sebep ise “felsefik ve materyalist düşünce” sisteminde boğulmadır.
Hayatı sadece “oyun ve eğlenceden” ibaret gören bir sakil, defolu ve arızalı düşünme sistematiği insanlık haysiyet ve şerefini kemiren en büyük bir illet olarak ve kendi kendini vurup mahveden bir bumerang gibi insanlığı bitirme sürecini acımasızca devam ettiriyor.
Bu amansız illetin tesir girdabına yakalanan biz inananlar güruhu da “dünyevîleştik, istikameti kaybediyoruz, niye istediğimiz ve inandığımız gibi yaşayamıyoruz” diyerek boşuna hayıflanıp dururuz.
Çözümün, kafa, kalp ve ruh üçgenindeki İlâhî sisteme her yönde uymaktan geçtiğini nazarî olarak biliriz de; dışardan gelen, semâvî olmayan bu arzî ve felsefik tahakkümün tesiriyle, onun esiri olarak çarpık bir hayat yaşamaya devam eder dururuz.
Fırtınalı bir havada mendireğinden kurtulan pusulasız ve sahipsiz bir gemi misâli dağlarvarî dalgaların savuracağı kuytu limanı çoğu kez arar dururuz. Çünkü fıtrî programımız ve sistemimizin zembereğini dünyevî câzibeler boşaltmıştır. Fıtrî ve öz benliğinin sisteminden kopan zincirleri başka bir sistemin idare ve tatmin etmesi zor değil imkânsızdır.
İnsanlığın saadet ve huzuru, bilinen sistemin bire bir uygulanmasına bağlıdır. İnsanlığı bu tehlikeli uçurumun derin gayyasından kurtaracak tek ve yegâne çare; tarihin şehadetinde, Kur’ânî sistemin, Sünnetî düsturların nuru ve rahmetine rızadır ve onlara uygun hareket etmektir.
Bütün insanlar için geçerli olan ortak hareket sistemi, ilk önce kendi sınırlarında kalarak bire bir güzelliklerin tatbikatına başlamaktır. Kudsî dâvâ sahipleri için paylaşabileceğimiz düşünce ise; aile içerisinde iyi bir eş, sistemli bir aile reisi, dost meclislerinde örnek bir ağabey, samimî bir dost, nazik bir abla, fedakâr bir kardeş, toplum içerisinde de istikametli, dürüst, güvenilir bir ferd olmaktan geçer.
14.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|