"Gerçekten" haber verir 09 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

İslam YAŞAR

BİR ŞAİRİN DOĞUŞU (2)



(Yahya Kemal Yılı vesilesiyle)

ahya Kemal’in Paris’ten dönüşü, fiilen olduğu kadar san’at ve şiir açısından da memlekete ve memleketin aslî değerlerine, şairin tabiriyle mektepten memlekete dönüştür.

Millî tarih şuuru gibi millî edebiyat anlayışını ve hâlis şiir zevkini de Paris’te kazanan Şair, Fransız tarihçilerinin yanı sıra şairlerin ve yazarların kendi edebiyat tarihlerine bakış açılarını da örnek aldı.

Fransız şairi Mallarme’in “Fransız gençleri şiir san’atını öğrenmek istiyorlarsa Paul Verlaine’in şiirlerini ezberlesinler” sözünden hareket ederek şiir san’atını öğrenebilmek için Divan şiirini çok iyi bilmesi, onun bir dönemini ve bir şairini kendine rehber ittihaz etmesi gerektiğini anladı.

Ne var ki, bu anlayışla memlekete döndüğünde yeni edebiyat meraklılarının hâlâ eski telâkki edilen edebiyatı horlamakla meşgul olduklarını, hatta biraz daha ileri giderek yeni nesillere unutturma gayreti içine girdiklerini görünce şaşırdı.

“Kendi medeniyet eserlerini her bahsinde olduğu gibi bu şiir bahsinde de bizim milletimiz kadar inkâr düşmanlığına uğramış bir unsur yoktur” diyerek bu hamakat karşısındaki hayretini dile getirdi.

“Yeni Edebiyat” tabirinin çıkmasından sonra eski ve hakikî edebiyatı ruhu çıkmış bir cesede benzeterek, edebiyatta yapılması gereken yeniliğin, eski edebiyatı zamanın dili ve zevki ile canlandırarak yeniden terennüm etmek olduğunu ortaya koydu.

“Eski Türklerin manevî bir hayatı varken bir edebiyatı vardı. Yeni Türklerin ancak manevî bir hayatı olursa edebiyatı olur” gibi ifadelerle edebiyatın, san’atın ve hayatın ancak mâneviyatla var olabileceği hakikatini anlatmaya çalıştı.

Edebiyat hareketlerinin içinde şiir bahsine hususî bir yer veren Şair, Türk şiirinin tarihî gelişmesini inceleyince milletin manevî ve siyasî hayatı ile edebiyatı arasında sıkı bir bağın olduğunu gördü.

“Şiirimiz, milletimizin Anadolu’daki teşekkülüyle beraber başlar, o kadar eksidir. Şiirimizin gerçi hiçbir zaman ufukları o kadar geniş olmadı. Bunun sebebi ise öteden beri devletçi bir millet olmamızdır” diyerek Türk şiirinin tarihini, meziyetini ve zaafını tesbit etti.

Buna rağmen yine de eski Türk şiirinin diğer san’at dallarından daha başarılı olduğunu fakat Avrupalıların da Batı mukallitlerinin de o şiirin dünyasına giremedikleri için anlayamadıklarını ifade etti.

San’atının hududunu ve yazacağı şiirlerin muhtevasını tesbit ederken bu tarihî gerçekleri nazara alan Yahya Kemal, devletini sevmekle birlikte devletçi bir anlayışla san’atın, hassaten şiirin gelişemeyeceğini gördü.

Devleti koruma veya güçlendirme iddiasıyla yapılan bütün hareketlerin her şeyden önce san’ata, edebiyata ve şiire müdahale ettiğini, dolayısı ile de devletin, milletin geleceğine zarar verdiğini anladı.

Çünkü her türlü fikir ve düşünce gibi san’at, edebiyat ve şiir de ancak hürriyetin hakim olduğu ictimai zeminlerde doğup inkişaf edebilirdi. Bu hakikat tarihin hiçbir devrinde değişmemişti.

Onun için Şair de “Bir ictimaî müddeanın muzaffer olduğu zamanda, yani bir ihtilâl devresinde şiir asla yükselmemiş ve çok kere ortadan kaybolmuştur. Eski, orta ve yeni asırların hiçbirinde, hiçbir ihtilâlde bu kaide şaşmayarak tecellî edivermiştir” diyerek tarihî bir gerçeği ortaya koydu.

Milletlerin ruhu, ancak ilhamını hür zihinlerden alan san’atla, edebiyatla, mûsikî ile teskin ve tezyin edilebileceğinden, Yahya Kemal geliştirmek istediği yeni şiir tarzında kendi milletinin değerlerini temsil edecek fikir, dil ve düşünceyi esas alarak çalışmaya başladı.

Yaptığı araştırmaların ve yaşadığı müşahedelerin neticesinde, tarihî devirler içinde Lâle Devrini, Divan şairleri arasından da Nedim’i örnek alarak insicam içinde işleyen zamanın ve san’atın tadına vakıf oldu.

Kendisinin aldığı edebî tadı bütün milletin de almasını sağlamak ve yeni yetişen nesillerin bediî zevklerini o lezzetle tezyin etmek için yeni şiir tarzını “tad şiir, öz şiir” veya “hâlis şiir” diye adlandırdı.

Lâkin insanların benliklerinde yer almayan ve millete mal olmayan hiçbir şiirin, eserin veya edebî hareketin zamanında rağbet görse de geleceğe intikal edemeyeceğini bildiği için bu tarzı bizzat kendisi tarif etti.

“Öz şiir odur ki, dilde gezer mesel gibi.”

Yaptığı tarife önce kendisi ittibâ etti. Onun zamanında çoğu şair, şiirde şekil ve muhteva itibariyle eskiden yeniye doğru giderken o yeniden eskiye doğru gitmeyi tercih etti.

Hâlis şiirin özelliklerine kendisini son derece bağlı hissettiğinden, bu anlayışı kazanmadan önce yazıp neşrettiği şiirlerini kendi şiiri saymadı. Herhangi bir dergide neşretmediği şiirlerini de yaktı.

Eski edebiyatı, “dilde gezen mesel gibi” herkesin anlayıp zevk alabileceği sade dille ve yepyeni bir ruhla canlandırırken şekil ve âhenk unsurlarını kullanmayı da ihmal etmedi.

Şair kimliğini Avrupa’da kazanmış ve başarısını ispatlamış bir kişinin, Divan edebiyatı tarzında aruz vezni ile şiir yazması o günün şartlarında şayân-ı hayret bir hadise telâkki edildi.

Bu hareketin yeni edebiyat anlayışını halk arasında yaymayı zorlaştıracağını düşünen bazı zamane münekkitleri Şairi, Ziya Paşayı tedâi ettiren bir tabirle “Harabat şairi” olarak tavsif edince onun cevabı gecikmedi.

“Ne harabı, ne harabatiyim,

Kökü mazide olan atîyim.”

Şiirlerine yapılan “Harabat” benzetmesine bu veciz beyitle mukabele eden Şair, aynı zamanda geleceğin, ancak maziye bağlandığı zaman özlenen güzel günleri getirebileceğini, san’atın da bu teâmülün dışında kalamayacağını ve maziye bağlı olduğu nisbette değer kazanacağını ifade etti.

Yahya Kemal “Hâlis şiir” adı ile iştihar eden şiir tarzında sadece Divan edebiyatının şekil ve âhenk unsurlarını kullanmakla kalmadı. Onları Batı şiirinin bazı hususiyetleri ile de zenginleştirdi.

Kendisinden öncekilerin yaptığı gibi kendi zamanındaki bazı şair ve yazarların da Batı tarzı edebî türleri alırken ölçüsüz davrandıklarını, onun için de eserlerinin millete yabancı kaldığını gözardı etmedi.

“Bence ecnebi şiir ekollerinin esaslarını öğrenmeli, bilmeli; fakat aynen kabul etmek ve tatbik etmek hususunda ihtiyatlı davranmalıdır” diyerek bu sahada çalışmak isteyen edebiyatçılara yol gösterdi.

Aslında Batı medeniyetinin değerleri karşısında takınılması gereken ihtiyatlı tavrın, yalnız şiir ve edebiyat sahasına münhasır kalmaması, her türlü ictimaî hareketlerde de gösterilmesi gerekirdi.

Uzun süre Paris’te yaşayıp Avrupa’nın pek çok yerini gezen Şair. “Ecnebi memleketler bizim için mekteptir. Vatan ise hayattır. Vatana döndüğümüz zaman öğrendiklerimizin bir kısmını unutmalıyız. Ancak bizim hayatımız ve vatanımız için kabil-i tatbik olanları almalıyız” gibi ifadelerde ihtiyatlı hareket etmenin lüzumunu nazara verdi.

Yahya Kemal, ictimaî gerçekleri söyleyip geçmenin insanlar üzerinde fazla müessir olmayacağını; konuşanların, söylediklerini önce kendilerinin yaşayarak örnek olmaları gerektiğini biliyordu.

Onun için Paris’ten döndüğü zaman Türk şiirindeki yabancı unsurları ayıklayarak “Hâlis şiir” adı altında edebiyata kazandırmak istediği tarzı tesis ederken memleketin siyasî ve cemiyetin ictimaî durumu ile edebiyatın geldiği noktayı nazar-ı itibara alma ihtiyacı hissetti.

Yapacağı yeniliklerin hepsini başarı ile gerçekleştirse de halka iyi anlatamadığı takdirde netice alamayacağını düşünen Şair, bilhassa eserlerinde herkesin anlayabileceği bir dil kullanmaya gayret etti.

“Gelmiştir o nâzır-ı yegâne,

Gûyâ bu kelâm içün cihâne.”

Yahya Kemal ismi ve Türkçe kelimesi bir araya geldiğinde, zihinlerde gayri ihtiyarî kendisinin de eserlerinde zikrettiği bu beyit canlanır. Zira o Türkçe’yi, cihana bu lisanı terennüm etmek için gelmişçesine itinalı ve güzel kullanan bir şairdir.

Yahya Kemal, dili kullanmakta gösterdiği hassasiyeti, hududunu tayin etmekte de gösterdi. Kelimelerini seçerken menşe’inden, yerinden ziyade mânâsını, âhengini ve halk arasındaki kullanılışını esas aldı.

“Bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçe’dir. Bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar. Türkçe’nin çekilmediği yer vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendisi gövde ve ruhu Türkçe’dir.”

Her vesile ile dile getirdiği bu ve benzeri ifadelerde vatan, millet, lisan mefhumlarını birlikte değerlendirdi ve milletin bütünlüğünün korunmasında lisanın vatandan daha büyük ehemmiyet arz ettiğini nazara verdi.

Bunu yaparken kendisi örnek olmayı da ihmal etmedi ve sokakta, evde konuşulan, mânâsı herkes tarafından bilinen sade kelimelerle san’at dili tabir edilen mânâ yüklü kelimeleri şiirlerinde birlikte kullandı.

Böylece Divan şiirlerinin diline yakın bir dille şiirler yazarak san’atı halka sevdirirken halkın ruhunu san’at sevgisiyle besleyip insanların idrakine anlayış derinliği kazandırmaya gayret etti.

09.11.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.11.2008) - BİR ŞAİRİN DOĞUŞU (1)

  (26.10.2008) - ÖRNEK ALINACAK BİR HASLET

  (19.10.2008) - FIRTINALAR MEVSİMİ

  (12.10.2008) - PAŞA, GOLF VE İHTİLÂL

  (05.10.2008) - SILA-İ RAHİM SEFERBERLİĞİ

  (30.09.2008) - BİR RAMAZAN BOYUNCA

  (21.09.2008) - Hazin bir Ramazan hatırası

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır