Hakikat her geçen gün daha geniş kesimlerde kabul görüyor. Dünya genelinde artık güzel ahlâkın İslâmî ve insanî değerlerin çok daha geniş kesimlerde karşılık bulduğunu gözlüyoruz. Hak ve doğru insanlığın aslî gerçekliğine ve fıtrî haline daha yakın olmalıdır. Muhtemelen her insanın özünden gelen ve fıtratından kaynaklanan ses, hakkın ve doğrunun yanında yer alacaktır. Ancak hak çoğu zaman siyasî güçlerin ve benlikle bağlantılı hallerin uzağında daha çok şeffafiyete yakın bir kavram gibidir.
Hakkın etkisi ve yayılımı şeffafiyet tecellisine en belirgin şekilde, mazhar hava ve suyu andırır. Hava ve su etkileri zahiren çok belirgin olarak gözlenmediği halde sessiz ve derinden bütün varlıkları kuşatacak fıtrî özelliklere sahiptirler. Su, bütün dünyanın dörtte üçünü, insanın yüzde altmışını teşkil ettiği halde bu durum zahiren çok belirgin değildir. Hava, hayatımızın en önemli unsurlarından biri olduğu halde çoğu zaman varlığını dahi hissetmeyiz. Nefesimizi rahatlıklla alamadığımız anlarda havanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlıyoruz. Sosyal alanda da hak, benzer bir şeffafiyet hali göstermektedir. Hakkın galibiyeti çoğu zaman savaşlarla değil barış zamanları ve ruhlara nüfuz ederek olmuştur.
Hepimizin içinde doğruya ve iyiye bir meyil var olduğu toplumların genel sükûn halinden anlaşılmaktadır. Her fıtrat özünde doğrunun yanında güzelliklere meyilli olmalıdır. Ancak toplumun genel yapısı ve gelenekler, kültür yapısı zaman zaman insanı fıtratının sesinden uzaklaştırmaktadır. Bozulmamış her fıtratın, hakkın ve doğrunun yanında yer alması gerektiği insanlık tarihinin ortaya çıkardığı açık gerçeklerdendir.
İnsanlık tarihine bakıldığında, insanlara en büyük değerleri katan ve insanları özünden ve derinden etkileyen hakikatler büyük siyasî güçlerin değil, inançları ve değerleri ile insanları özde etkileyen samimî fertlerin ve toplulukların eseri olmuştur. Toplumlara asıl yön veren maddî güç ve para değil, inanılmış değerler olmuştur. Bu değerler bir tür şeffafiyetle sosyal yapıları derununa inerek etkilerler. Nitekim Asr-ı Saadette dünyevî hiçbir güç olmaksızın başlayan hareket artık insanlığın bütün katmanlarına ve derinliklerine nüfuz etmiştir.
Bu durum önümüzdeki yıllarda siyaset ve teşahhusattan uzak ve şeffafiyete mazhar Risâle-i Nur hakikatlerinin döneminin geldiğine bir işaret olmalıdır. Her türlü siyasî ve coğrafî sınırların eşyayı ve insanları parsellemesinden uzak bir yapı olan bu hareket, çok kısa bir süre sonra bütün dünyayı etki alanına alacak gibidir. Teşahhusata mazhar siyasî hareketler engellenebilir, çünkü bu mazhariyetle kendi alanlarını sınırlamışlar ve menfaat çatışmalarının hedefi olabilecek konuma gelmişlerdir. Oysa şeffafiyete mazhar bir hakikati siyasetle ve maddî güçle engellemek mümkün değildir. Çünkü ortada hedef olarak algılanabilecek, parsellenmiş bir alan ve mücadelesi verilen bir benlik yoktur. Yaşanan son olaylardan sonra hakka yönelen insanlık, Risâle-i Nur’a muhakkak ulaşacak veya yavaş yavaş yayılan hakikatler bütün maddî engelleri nuraniyeti ile aşacak ve ruhları derinden etkileyecektir. O halde bizlere düşen vazifeler çok büyük ve insanlık için çok önemlidir.
Memleketimizin azametli fakat bahtsız oluşuna yol açan en önemli sebeplerden biri gereksiz konuların zihinleri fazlasıyla meşgul etmesi ve asıl meselelere harcanacak enerjinin zayıflamasıdır. Şu an hepimizin temel vazifesi bahtımızın açılması ve ülkemizi maddî terakkisi ile ila-yı kelimetullah noktasında eski şevketine kavuştuğu günler için sözlerimizle ve fiillerimizle duâ etmektir.
Dünyevî konumlar yalnızca günlük yaşantının darlığında izafi bir anlam ifade etmektedir. O yüzden bir konuda kimin ne düşündüğünden ve söylediğinden çok, varlığın asıl sahibinin ne dediği önemlidir. Sonucu belirleyecek de O’nun hükmüdür. Bu yüzden varlığın geneli karşısında aciz ve zayıf olan ve bu durumlarını hiçbir dünyevî makam değiştirmeyen insanlar birbirine dayanmalı hoşgörü, esneklik ve anlayışla hayatı ve sosyal ortamları kendilerine zehir hükmüne geçirmeden Kadir-i Külli’şey’e dayanmakla yarınlarından emin olmanın tarif edilmez huzurunu bütün insanlık olarak hissetmelidirler. Gelecek yıllar küresel Asr-ı Saadetin, yani dünya genelinde insanî ve İslâmî mânâların yayılımına zemin hazırlayacak tarzda ilerlemektedir. Barış içinde bir dünya herkesin herkese tahammül edebildiği bir algı ile ancak mümkün olur. Bu mânâ hakkın galip olduğu ve her ferdin bu zeminde birlik algısının kalplere yerleştiği gün açığa çıkacak gibidir.
Umut ve şevk veren diğer bir durum da siyasî gelişmelerin de manevî gelişmeleri hızlandıracak şekilde gelişiyor olmasıdır. Bu dünya genelinde yaşanacak huzur dolu günlerin müjdecisi olarak algılanmalıdır. Bundan sonraki dönemde Nur talebeliği ve Risâle-i Nur hizmeti geniş çapta düşünülmeli ve hedefler bu mânâya uygun olarak planlanmalıdır.
Bu anlamda kaldırılacak yükün altına girecek her ele ihtiyaç olacaktır. Bundan sonra dünya geneline ulaştırılacak hizmet, geniş çaplı ittifakları gerekli kılacaktır. Bundan sonrası ayrışmaların değil ittifakların ön planda tutulduğu ve ağır sorumluluğun ve insanlığın ihtiyacı olan mânâların onlara ulaştırılması için dâvâya gönül vermiş herkesin güç birliği yaptığı zamanlar olmalıdır. Aksi halde hakikate aç olan insanlığın sorumluluğu hepimizin hesabını güçleştirecektir.
10.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|