Biyolojik sistemler ile sosyal sistemler arasında çok büyük bir yakınlık var. Gerek ortaya çıkış, gerekse gelişim süreçlerine bakıldığında biyolojik yapılar ve sosyal yapılar birbirine çok benziyorlar. Sosyal yapıları da oluşturan unsurlar biyolojik yapılar olduğuna göre, sosyal yapıları geniş ölçekli biyolojik yapılar şeklinde tanımlayabiliriz.
Kâinatın şu an kabul edilen oluşum teorilerine göre, Büyük Patlama öncesi var olduğu düşünülen ilk atom gibi, insanın oluşum basamaklarının başında da bir ilk hücre yer alır. Bu hücre, ilk atomun patlamasıyla kâinatın büyüyüp gelişmeye başlamasına benzer şekilde bölünerek büyüyüp gelişmeye (proliferasyon) ve bazı hücreler nihaî insan bedeninde görev alacakları organa göre başkalaşmaya, farklılaşmaya (diferansiyasyon) başlarlar. Bu gelişim sürecinin sekizinci gününde, bu bölünme ve başkalaşma ile hücreler; ektoderm, endoderm ve mezoderm adı verilen tabakaların oluşumu başlar. Sonra bu tabakaların her biri, insan bedenini oluşturacak azalara göre, daha ileri düzeylerde uygun zamanda ve uygun şekilde trilyonlarca kez bölünür ve başkalaşır.
Bu işlemler mükemmel bir intizamla ve aksaksız yürür. Başlangıç basamaklarından birinde, çok küçük bir aksaklık ileride büyük sonuçlar doğurur. Meselâ, bölünme ya da başkalaşmadaki çok küçük bir gecikme, kolu, bacağı, beyni olmayan bir insan oluşumunun sebebi olabilir. İnsanın en gizemli ve çok az anlaşılabilmiş bir organı olan beyin ve onun içinde en üst düzey fonksiyonları yürüten merkezi sinir sistemi ektodermal orijinlidir ve gelişimin üçüncü haftasının ortalarında nöral tabaka (neural palate) şeklinde ortaya çıkar. Bu sinir hücrelerini oluşturacak şekilde farklılaşmış bir tabakadır. Bu tabakanın iki kenarı birbirine doğru bükülmeye başlar; orta hatta bu kenarlar birleşerek nöral tüp (neural tube) adı verilen boru benzeri bir hale dönüşür.
Bu tüpün bir tarafı baş, bir tarafı da kuyruk kısmı olarak adlandırılır. Baş kısmı beyni, kuyruk kısmı omuriliği oluşturur. Başı oluşturacak tüp kısmı, genişler ve küreselleşir, kuyruk kısmı, ise uzayarak omuriliğin oluşmasına hizmet edecek şekilde gelişir. Tüpün kuyruk kısmının kapanmasındaki bozukluklar; ileride, “bel açıklığı” şeklinde bilinen (spina bifida) hastalığına, baş kısmının kapanmasındaki aksama beynin oluşmaması anlamına gelen (anensafali) hastalığına yol açar. Baş kısmı yaklaşık 25’inci günde, kuyruk kısmı ise 27’inci günde kapanır. Omuriliği oluşturan kuyruk kısmı daha sonra beden hareketlerinde etkili olarak motor nöronları oluşturacak bazal tabakadan derideki duyu hissini sağlayacak sistemi oluşturacak olan tabakadan ve bu ikisi arasındaki bağlantıları sağlayacak taban ve çatı tabakalarından oluşmaktadır.
İnsan beyninin gelişim sürecinde son noktaya gelindiğinde artık girus adı verilen kıvrımlarla genişlemiş iki yarım kürenin oluşturduğu bir yapı haline dönüşür. Bu iki yarımküre arasındaki bağlantıyı korpus kallozum denen bölüm sağlar. İki yarımküre arasındaki bütünleşme ve küreselleşmenin bir şeklidir bu. Beynin bütün üst düzey fonksiyonları ve en komplike fonksiyonlardan olan konuşma ve iletişim bu alanlarda sağlanır. Primer işitme alanında kodlanmış olarak gelen ses sinyalleri (kelimelerin kodları) Wernicke alanı adı ile anılan korteks bölümünde yorumlanır. Buna cevap olarak söylenilecekler yine Wernicke alanında belirlenir. Sonra Broca alanı adı verilen korteks bölgesine nakledilir. Bu nakil arcuate fasikülleri ile olur. Daha sonra Broca alanından ağız, yüz kaslarına belirlenen kelimeyi söylemek için gereken motor sinyaller aktif hale geçirilerek gönderilir. Bu milyarlarca sinir hücresinin sinaps adı verilen bağlantılar ile mükemmel entegrasyonu sonucunda ortaya çıkan bir işleyiştir. Daha sonra, fertler arası konuşma, yazı, elektronik iletişim gibi yollarla entegrasyon oluşur ve insanlığın kolektif korteksi ortaya çıkar. Korteksler, hafızalar, limbik sistemler entegre olarak büyük bir beyin oluşturur gibidirler. Bu durumu Teilhard De Chardin şöyle ifade etmektedir: “İnsanlaşmanın belirmesiyle karmaşıklık, bilinç dalgası, Andropoid’ler soyunu izleyerek Kâinat için tamamen yeni bir alana ve bölünmeye nüfuz etmiştir. Bu düşünce alanı, düşünce bölünmesidir. Bu boğaz aşıldıktan sonra, karmaşıklık-bilinç dalgası (On de de complexite-Conscience) daha önceleri de bir yeni yüksekliğe çıkmayı denediği zamanlar yaptığı gibi tekrar ıraksak gidişli ışınlardan yani, insan zoolojik grubunun ışınlarından oluşan bir demet görünümünü almıştır. Fakat bir önceki bölümün sonlarında gördüğümüz gibi, bundan böyle bu ışınlar psişik bakımdan yakınsak bir ortamda yayıldıklarından, kendi aralarında yaklaşmaya ve kaynaşmaya eğilim göstereceklerdir. Böylece bir toplumsallaşma atmosferinde (onun etkisi ile değilse eğer) Homo Sapiens adı verilen ilerleyicilikte ün salan bir grup doğmuştur.
Genel eğilim insan olma ve ardından sosyalleşmenin bir süreç olduğunu kabul etme şeklindedir. Küreselleşme de bu sürecin bir uzantısı olmalıdır. Yani fıtrî bir süreç olarak ele alınmalıdır. Ekonomik krizlerin dahi küresel yaşandığı bir yeryüzünde işleyişler hep küresel boyutta cereyan edecek gibidir. Olumlu ve olumsuz her hal küresel ölçekte karşılık bulacak bir noktaya gelinmiştir. Bundan sonraki süreçte hizmet organizasyonları ve planlamalar yapılırken bu hal dikkate alınmazsa ortaya çıkan tablo karşısında şaşkınlık ve yetersizlik ile yüz yüze gelmek mukadder bir sonuç olacaktır.
Çözüm amacı ile ortaya konmuş bütün yaklaşımların çürüklüğünün gözler önüne sergilendiği bir dünyada artık yeni bir yol arayışı kaçınılmazdır. Marksizm, sosyal demokrasi, kapitalizm gibi her doktrinin çöktüğü bir dünyada artık yeni arayışlar kaçınılmaz olacaktır. İnsanlığın önünde alternatif olarak Kur’ân medeniyetinden başka bir şey de kalmamış gibidir. Bu medeniyetin asra tercümesine namzet olarak Risâle-i Nur dışında bir kaynak pek dikkat çekmemektedir. Risâle-i Nur’un bu mânâya namzet olduğunun en açık delillerinden biri de farklı din ve sosyal unsurlardan herkesin külliyatı rahatlıkla benimseyip onda yer alan düsturları bir hayat tarzına dönüştürmeye yakınlıklarıdır.
İki gün önce İrlandalı Katolik bir aile ile yemek yedik. Bayan Margrett, ’İrlanda’da özellikle gençler arasında Hıristiyan olma duygusu gittikçe zayıflıyor, kiliseye gitmiyorlar. Papazları artık büyük olarak kabul etmiyorlar ve her geçen gün daha fazla dinden uzaklaşıyorlar. Bütün dinlerde durum aynı, yalnızca İslâmiyet her geçen gün yükselen bir din konumunda’ dedi. Bunun sebebini sorduğumda verdiği cevap çok ilginçti. ‘Artık internet ve televizyonlar vasıtası ile gençler bütün dünyadan anında haberdar oluyor ve olup bitenleri daha iyi takip ediyorlar. Artık sadece anlatılanların yeterli olmadığı herkesin daha geniş alanda hakikatin arayışı içinde olduğu bir dünyadayız ve Hıristiyanlık bu şartlar içinde gençlerimizi tatmin etmiyor.’
Bütün bu anlattıklarımızdan ortaya çıkan tablo karşımızda yangının artık dünya ölçeğinde olduğu ve içinde yanan evlâtlarımızın bütün dünya insanları olduğudur. Bu tablo karşısında irkilmek ve kendimize gelmek zorundayız. Artık iç çatışmalar, dar alanlardaki nefsanî meseleler bir tarafa bırakılmalı ve herkes bütün enerjisi ile küresel dünyada Kur’ân medeniyetinin inşasına odaklanmalıdır. Bu alanda ortaya çıkan vazifeler herkese yetecek kadar çok, belki de şu anki yapılanmaların boyunu aşacak seviyededir. Bu sebeple kavga ve çatışma yerine vazife taksimine yönelmeli, bu ulvî ve nuranî dâvânın bütün dünya insanlığına ulaşma mevsiminde artan vazifelerin bu şekilde üstesinden gelinmelidir.
27.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|