Dünya, sonuçlarının henüz kestirilemediği küresel bir krizle boğuşurken Marks’ın kapitalizmin çökeceğine dair öngörülerinden hareketle, eski Marksistlerin köhnemiş fikirleri yeniden cilâlama çabalarıyla karşılaşmaya başladık bile. Şimdi “Kapital” okuma zamanıymış.
Şüphesiz Marks’ın kapitalizmin sonunu öngören yüz elli yıllık öngörüsünü destekleyen küresel ekonomik krizin antitezi, bu fikrin sahibinin iddia ettiği gibi Komünist Manifesto’da gizli değildir. Marks her şeyi bilmiş ve insanlığın yaralarına merhem olabilecek bir sistemi de önerebilmiş değildir. Meselâ; insanlık tarihini sosyolojik olarak belli devrelere ayırırken bile sınıfta kalmıştır. Ayrıca, bu konuda en doğru tesbiti Said Nursi’nin yaptığını söylemek mümkündür. “Beşerin edvâr-ı hamsesi var” diyerek insanlığın geçirdiği devreleri beşe ayıran Said Nursi, bu devreleri: vahşet ve bedeviyet devri, memlûkiyet devri, ecirlik devri, esirlik devri ve malikiyet ve serbestiyet devri şeklinde tanımlarken buna benzer bir sınıflamayı sosyalizmin fikir babası olan Marks da yapmış ve beşinci devrenin “sosyalizm” ve onu takiben “komünizm” devri olacağını söylemiştir. Ancak, doksanlı yılların başında demir perde ülkelerinin başına gelenler, komünizmin çökmesi ve sonrasında gelişen hadiselerle hürriyetçi anlayışların yaygınlaşması Marks’ı tekzib ederken Bediüzzaman Said Nursî’yi doğrulamıştır.
Bugün yaşadığımız kriz; gerçekten insan azgınlığının, insanın değer tanımazlığının, öldürücü hırsının ve sınır tanımaz hazcılığının bir neticesi olarak Kapitalizm’in sonu olabilir. Fena da olmaz hani. Zira Kapitalizmin ya da materyalizmin temel ilkesi Şerif Mardin’in de tesbitiyle “daha isteriz” yahut “more” (daha ver)dir. Bediüzzaman bu durumu “hel min mezîd” (daha yok mu) şeklinde ifade eder. “İnsan, hırs ile bütün dünya ona verilse, ‘hel min mezîd’, diyecek. Hem, hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder.” Dünyanın dört bir yanında insanlık dramları yaşanırken, milyonlarca insan açlıkla boğuşurken para baronlarının insanları iliklerine kadar kemirecek bir düzeni devam ettirebilmeleri elbette ki mümkün değildi. ABD’de büyüklüğü ile herkese kafa tutan ve diğer ülkelere borç para verebilecek kadar zenginleşen Lehman Kardeşler gibi finans kuruluşlarının üst düzey yöneticilerinin aylık altı ile kırk milyon dolardan başlayan maaşlarıyla azgınlaştıkça azgınlaşmaları elbette ki Gayretullaha dokunacak ve cahiliye asrının modern versiyonu bu tokadı hak edecekti.
Geçenlerde Papa’nın yaşanan finans krizini “ilâhî bir ikaz” olarak yorumlaması ve her şeyi maddiyatta arayan bir anlayışın yanlışlığına dikkat çekmesi aslında çözümün de adresini göstermekte, Kapitalizm ve Marksizm gibi beşeri sistemlerin insanlığı özlediği huzura kavuşturamayacağını ilân etmekteydi.
Gerçek şu ki, hayat prensiplerini “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” yerine “hodgamlık”la ve görenek belâsıyla “daha yok mu, daha fazla isteriz” anlayışı üzerine kuran toplumlar, “daha iyi bir araba, daha büyük ev, daha çok elbise, daha çok para ve lüks bir hayat” istedikçe sosyal buhranların, değişik şekillerde tezahür eden zulümlerin yaşanması kaçınılmaz oluyor. Bu bağlamda Bediüzzaman da bütün beşerî bunalımların, krizlerin, fesatların, rezil ahlâkın, zulüm ve haksızlıkların iki kelimeden kaynaklandığını ifade ederek aynı noktaya dikkat çekiyor. Bunlar, “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” ve “sen çalış ben yiyeyim”dir. Bediüzzaman, bu yıkıcı unsurlara karşı da İslâm’ın zekât müessesesiyle ve faizi yasaklamasıyla yakaladığı denge unsuruna vurgu yapıyor.
Netice olarak, “Ben-biz, uhuvvet-hodgamlık, hırs-kanaat, şefkat-zulüm” karşılaşmalarında insanî potansiyelini ön plana çıkaran insan ya da toplum “erdemli toplum” açısından bir adım öne geçiyor, ideal bir toplumun örneklerini sergiliyor ve huzura kavuşuyor. Böyle bir toplum modelini ortaya çıkaracak bir sistem mevcut mudur? Böyle bir sistemin mevcut olamayacağına dair itiraz edenlere on dört asır evveline bakmalarını öneririz. Orada, kapitalist anlayışın “homo-economicus” olarak tanımladığı, insanlık potansiyelini iktisadî fayda üzerinden değerlendirdiği ve maddecilik hırsıyla bezeyerek “benmerkezci” hale getirdiği insanın “eşref-i mahlûkat” olarak nasıl tanımlandığını ve iki cihan saadetini yaşamaya namzet olarak bu misafirhanede nasıl bir denge sistemi kurduğunu göreceklerdir. Hasılı bu çöküş; fazilete, ahlâka ve adalete dayalı böyle bir dünyayı doğuramayacaksa, durdurun dünyayı; inecek var.
14.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|