Şimdiye kadar hep askerlere izafeten gündeme gelen “AB yasaları elimizi kolumuzu bağladı” sözünü kendisine de atfeden haberleri İçişleri Bakanı Atalay derhal yalanladı.
İlgili bakanlar “Güvenlik gerekçesiyle özgürlüklerden fedakârlık yapılamaz. Güvenlik-özgürlük dengesini mutlaka gözetecek ve koruyacağız” beyanlarını sıkça tekrarlamaya başladılar.
Ve Başbakan “Demokrasiden geri dönüş yok” taahhüdünde bulunma ihtiyacı duydu, ama...
Aktütün saldırısından sonra askerlerin bir kez daha masaya getirdikleri yetki taleplerinin, adı konulmamış bir OHAL’e dönüşü netice vermesinden duyulan endişeler giderek kuvvetleniyor.
Konu, geçen hafta toplanan Terörle Mücadele Yüksek Kurulunda görüşüldü. Taleplerin bir kısmına hükümetin yeşil ışık yaktığı belirtildi.
Diğer taleplerin de bugün yapılacak toplantıda ele alınarak nihaî karara varılması bekleniyor.
Hükümet cenahı “OHAL’e geri mi dönülüyor?” istifhamlarını hep “Öyle birşey yok. OHAL’e sıcak bakmıyoruz. Askerin de o yönde bir talebi söz konusu değil” cevabıyla karşıladı.
Ama ortaya çıkan işaretler, OHAL adını telâffuz etmeden, o sistemde yürürlükte olan bazı uygulamalara dönülmek istendiğini gösteriyor.
Hakim veya savcı izni olmadan araç ve üst arama, gözaltı süresini uzatma gibi taleplerin hükümetçe ya kabul edildiği veya edilecek gibi göründüğü yönündeki haberler bunun işareti.
Bu atmosferde, hükümetin şimdilik karşı çıkıyor ve direniyor görüntüsü verdiği diğer maddelerde de askerin dediği olursa sürpriz olmaz.
Kaldı ki, Güneydoğu’daki mevcut durumu ve fiilî işleyişi bilenler, aslında OHAL’in sadece kâğıt üzerinde kalktığı, ama gerçekte ve uygulamada hiç kalkmamış gibi sürdüğü kanaatinde.
Eğer hakikaten öyle ise, “OHAL kalktı mı, geri mi dönüyor?” tartışmasının da anlamı yok.
Gelinen noktada hükümetin asıl sıkıntısı, bir taraftan AB’nin yönelttiği “Reformlar durdu” eleştirilerine karşı öyle bir durumun söz konusu olmadığını savunmaya çalışırken, böyle bir ortamda “OHAL’e dönüş” olarak algılanan taleplerle karşı karşıya kalmasının getirdiği sıkışıklık.
Onun için ısrarla “OHAL’e dönüş yok” demeye devam ediyor; ama askerin yetki taleplerine de “perakende” yöntemiyle birer birer yeşil ışık yakıyor. “Gözaltı süresi İngiltere’de bizden daha fazla” gibi savunmalarla da altyapı oluşturuyor.
Ve istenen yetkilerin kanunla değil, yönetmelik değişiklikleriyle iade edileceği söylenmekte.
Oysa iadesi istenen yetkilerin çok daha fazlasıyla mevcut olduğu ve uygulandığı dönemlerde terörle mücadelenin başarılı olmak şöyle dursun, terörün daha da azdığı, bazı emniyet yetkilileri tarafından da dile getirilen acı bir tesbit.
Sadece güvenlik, asayiş ve “savaş” mantığıyla yürütülen politikalar çözüm olsaydı, bugün terör diye bir sorunumuz bulunmaması gerekirdi.
Çünkü PKK terörünün ilk kez su yüzüne çıktığı 1984’ten bu yana geçen çeyrek asır boyunca hep bu politikalar geçerli oldu. Operasyonlarda 30 bine yakın terörist öldürüldü, ama dağlarda hâlâ teröristler cirit atıyor. Başbakanla Genelkurmay Başkanının yaptığı açıklamalara göre, 1999’da dağdaki terörist sayısı ne ise şimdi de o.
“Örgüte katılımları önleyememek, devlet olarak en büyük başarısızlığımız” itirafında bulunan ve geçtiğimiz günlerde sivil strateji uzmanlarıyla görüşmesinde işin bu cihetini de gündeme getiren Org. Başbuğ’un, özellikle bu noktada yoğun bir çare arayışı içinde olduğunu sanıyoruz.
Ama yetki iadesi taleplerinin, bu arayışla çeliştiğini düşünüyoruz. Çünkü terörle mücadelede aktif görevler üstlenmiş, operasyon yönetmiş emniyet yetkilileri dahi “Mevcut yasal çerçeve terörle mücadeleye engel değil” görüşündeler.
Terörist takibi için, geçmişte kötüye kullanılan ve şimdi de suiistimale müsait yeni yetkilere değil, hukuka saygılı bir kararlılığa; terörle mücadele için de daha çok demokrasiye ihtiyaç var.
14.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|