Balkanlardan bahsederken değinilmesi gereken en önemli meselelerden birisi de Osmanlı eserlerinin sahipsizliğidir.
Osmanlı ruhunun ve bizim varlığımızın maddî nişaneleri şüphesiz ecdadımızın bu topraklara bırakmış olduğu eserlerdir. Camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, çeşmeler vs. ne yazık ki bir çoğu gerek komünizm dalgasında gerekse son yaşanan savaşta yerle bir olmuş, tarümar edilmiştir. Bu şüphesiz kasıtlı yapılmış ve Osmanlı ve İslâm izi bu topraklardan silinmek istenmiştir. Şimdilerde ise savaşın izleri yavaş yavaş silinirken ve yaralar kabuk bağlarken bir yandan da bu eserleri bu izleri yeniden diriltmek gerekmektedir. Türk devletinin ve başka girişimlerin bu yönde bir dizi çalışmaları olduğunu görmek bizleri sevindirdi açıkçası. Ancak meselâ İpek gibi bir şehirde sadece ve sadece 2 adet camimizin ayakta olduğunu görmek bizi derinden üzdü ve yaraladı. Halbuki anlatıldığına göre daha evvel bu bölgelerde şairin deyimiyle “çil çil kubbeler” bulunmaktaydı. Hani Necip Fazıl, Sakarya’nın türküsünde demişti ya:
“Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?”
Evet artık ne o şanlı akıncılar var, ne de kimsecikler çil çil kubbeler serpmiyor.. Lâkin onların torunları olan bizler en azından onların mirasına sahip çıkabilmeliyiz. Bundan böyle bizim bu topraklarla olan ilişkimizde en temel amacımız bu mirasa sahip çıkmak olmalıdır.
BOSNA OSMANLI ÜLKESİ
Kosova’nın her tarafını bu şekilde hatıralarla dolaştıktan sonra Bosna Hersek’e gittik. Bosna Hersek’te de Osmanlı eserlerini araştıracak ve bunlardan ayakta olanları yahut onarıma ihtiyaç duyanları tesbit edip, fotoğraflayacaktık. Bosna Hersek şüphesiz Kosova’ya nazaran çok daha büyük bir ülke olduğundan burada işimiz daha uzun ve zordu. Nitekim sadece Saraybosna’nın Başçarşı mevkiinde onlarca Osmanlı eseri bizleri bekliyordu. Aslında Saraybosna’nın dört bir tarafı camiler, medreseler, tekkeler, hanlar vs. ile dolu. Bu bakımdan Bosna Hersek Osmanlı ülkesi olma özelliğini ileri derecede muhafaza ediyor denilebilir. Tabiî ki bu durum eskiden, bilhassa savaştan önce çok daha yaygınmış. Ancak eserlerin ekseriyeti bu dönemde yakılıp, yıkılmış, şimdi ise ilgi bekliyor.
Bosna Hersek’e giden herkes zaten Saraybosna’dan haberdardır. Bir de Mostar bilinir. Ancak bunların haricinde meselâ bir Yayçe ve bir Travnik şehirleri de görülmeye değerdir. Özellikle şelâleleriyle meşhur olan Yayçe şehri turistik olması hasebiyle ve Travnik ise tam bir Osmanlı şehri olması dolayısıyla muhakkak ziyaret edilmelidir. Nitekim Travnik’te bize yardımcı olan Bosnalı bir genç de Osmanlı’ya ve dolayısıyla Türkiye’ye olan hasretlerini anlata anlata bitirememişti. Bosna Hersek’te bir de Mostar’a 30-40 km mesafede Poçitel diye bir Osmanlı köyü bulunmaktadır. Bir dağın eteğinde yer alan Poçitel, tam anlamıyla eski Osmanlı köylerinin tipik bir örneğidir. Kalesi, camisi, hamamı, medresesi, hanları ve çarşısı ile ve daha da önemlisi çok iyi korunmuş olması sebebiyle mutlak surette görülmesi gereken yerler arasındadır.
Bosna Hersek bilindiği üzere bir Boşnak-Hırvat Federasyonu’ndan ve Sırp Cumhuriyeti’nden oluşmakta. Öyle ki, yolda giderken birdenbire “Sırp Cumhuriyeti’ne hoşgeldiniz” tabelâsıyla karşılaşmanız işten bile değil. Bu öyle enteresan bir hegemonya mücadelesine dönmüş ki, yol işaretleri ve levhalarının şekli ve kullanılan alfabe bile birden değişebiliyor. Evet Sırpların bolca yaşadığı bölgelere geldiğiniz zaman tabelâlar birden Kiril alfabesine dönüyor ve siz de yolunuzu bulmakta zorlanıyorsunuz. Yol demişken gerek Kosova’da gerekse de Bosna’daki yol şartlarının oldukça olumsuz olduğundan bahsetmek gerekmekte. Duble yollar yok denecek kadar az olduğundan çok kısa bir mesafeyi bile saatler süren yavaş bir yolculuk sonunda kat edebiliyorsunuz. Dolayısıyla asla ülkelerin küçüklüğüne bakarak, çok rahat bir şekilde bir yere ulaşabileceğinizi düşünmeyin.
OSMANLI’YA HASRET HAD SAFHADA
Bosna Hersek’te de Kosova’daki gibi Osmanlı’ya hasret had safhada. Burada da insanlar Türkiye’ye olan güven ve özlemlerini her fırsatta dile getirmekten çekinmiyorlar. Hatta son Avrupa Kupası’nda karşı karşıya gelen Hırvatistan ve Türkiye maçında Mostar şehrinin iki yakası arasında yaşanan gerilim de bunun en ilginç bir örneği olarak karşımıza çıktı. Mostar’ı bilenler bilir, köprünün bir yakası Müslümanların, öteki yakası ise Hırvatların yoğunlukla yaşadığı bölgeye bakar. İşte maç günü Müslüman Bosnalılar Türk bayraklarını açarken, Hırvatlar ise Hırvat bayraklarını köprüye asmışlar. Bir de maçta Türk tarafı galip gelince ortam iyice gerilmiş ve ufak tefek kavgalar bile yaşanmış. Bu tatsız olay bile bölgedeki Türkiye sevgisini aşikâr olarak göstermeye yetiyor.
Bosna Hersek’te Osmanlı eserlerinin geleceği açısından bahsetmek istediğimiz bir konu daha var ki, bunun da çok mühim olduğunu düşünüyorum. Bosna’da baş gösteren Selefilik akımı Osmanlı eserlerini iyiden iyiye tehdit etmektedir. Zira restorasyon ve tamire muhtaç olan camilerimize güçlü Arap sermayesine sahip olan Selefi Müslümanlar tarafından sahip çıkılınca, bu sahip çıkma ne yazık ki bir nev'î tahrip ve yıkıma dönüşmekte. Vehhabilik ve Selefiliği bu bölgelerde yaymaya çalışanlar, ellerinde para da olunca, eski Osmanlı camilerini restore etmek yerine, baştan yıkıp yerine orijinalitesi olmayan, mimarî anlamda da hiçbir kaygı güdülmeyen modern (!) tarzda eserler inşa etmektedirler. Bu ise hem tarihe, hem de mimarî ve estetiğe vurulan büyük bir darbe olmaktadır. Bu açıdan restorasyon ve tamir işlerine Türkiye’nin ve Türk girişimcilerin sahip çıkması hayatî önem taşımaktadır.
KARACİÇ’İN YAKALANMASI VE KATLİÂMLAR
İlginç bir tevafuktur ki Bosna Hersek’te Srebrenica katliâmının yıl dönümünün idrak edildiği acılı günlerde bir sevinçli haber Belgrad’tan kulaklarımıza çalındı. Sözkonusu katliâmın elebaşlarından olan ve uzun müddettir aranan Radovan Karacic nihayet yakalanmıştı. Bugüne kadar nasıl saklandığı, nerelerde kaldığı da ortaya çıkmış oldu. Tabiî bu müddet içinde onu kimlerin koruduğu ise halen bir sır. Karaciç şu anda Lahey’de yargılanıyor ve hak ettiği kadar olmasa da elbette bir ceza alacak. Geri kalan cezaları ise ahirette sorulmak üzere imhal edilecek. Bu haber elbette Bosna Hersek’te sevinçle karşılandı. Ortalık bayram yerine dönmüştü. Benzer bir manzaraya 30 Aralık 2006 tarihinde Irak’ın başşehri Bağdat’ta Saddam Hüseyin idam edildiğinde de yaşamıştım. Bir Kurban Bayramı sabahı biz Kerkük’teki camiye bayram namazı için gitmeye hazırlanırken Saddam’ın idam görüntüleriyle güne başlamıştık. O zaman da bu olaya sevinenler çoğunluktaydı.
Tabiî ki Karaciç’in yakalanması her şeyin çözüldüğü anlamına gelmiyor. Zira Belgrad hükümetinin bu jesti Avrupa Birliği müzakerelerini hızlandırmak için yaptığı gün gibi ortada. Yani devrede yine çıkar ilişkileri var. Sırbistan Karaciç üzerindeki koruma elini çekecek ve bunun karşılığında da AB vizesi alacaktı. Bu hain pazarlık elbette onbinlerin kanını döken bu zalim insanın suçunu gölgelemeyecek bilâkis zihinlerde daha fazla kazınmasına sebep olacaktır. Nitekim Karaciç yakalandığı gün biz de Zenica’daki otel odamızda CNN’i takip ediyorduk ve Bosnalı devlet yetkilileri, başta cumhurbaşkanı olmak üzere hep daha her şeyin bitmediğinden ve ölen insanların kanının yerde kalmayacağından bahsediyorlardı. Evet bu eli kanlı katiller hak ettikleri cezayı almadan da her şey bitmiş olmayacaktı. Zira Bosnalı Sırpların askerî elebaşlarından Mladiç halen firardaydı. Ve daha da önemlisi bu katliâmların asıl sorumluları belki hiçbir zaman meydana çıkmayacak. Sembolik olarak yakalanan bir kaç isimden ziyade bugün Bosna topraklarını baştan başa kaplayan şehit mezarlıklarında yatan kahramanların hakları tam anlamıyla alınamayacak. Karaciç yakalandıktan bir kaç gün sonra biz de başşehir Saraybosna’ya dönmüş ve hazır gelmişken bu haberi ‘Bilge Kral’ Aliya İzzetbegoviç’e iletmek üzere başşehrin muhkem bir tepesinde bulunan anıtmezarına bir ziyarette bulunduk.
Evet Bosnalılar yüreğini bir nebze de olsa serinleten bu haberle birlikte Bilge Kralı da selâmladıktan sonra, bir dahaki sefere daha kalkınmış ve özgür bir Bosna bulmak ümidiyle bu ülkeden ayrıldık. Geride ise Avrupa’nın orta yerinde AB’ye adım adım gitmeye çalışırken geçmişinden ders alması da gereken bir ülke bıraktık.
— Son —
|