Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, İstanbul Alibeyköy’de yaptırılan Dünya Ehl–i Beyt Vakfı Genel Merkezi'nin açılış töreninde yaptığı konuşmanın bir yerinde aynen şunları söyledi: "Avrupa Birliği üyeliği adı altında bizden istenen ilk iş, Atatürk ilkelerinden vazgeçmektir. Atatürk ilkeleri AB normlarına uymazmış. Neresi uymaz? Neresi, hangisi sizin nerenize batıyor?"
Denktaş'ın üslûbu berbat ve itici olmakla birlikte, özellikle ilk iki cümlesinde herhangi bir yanlışlık yok.
AB'ye tam üyelik şartlarının başında Atatürk ilkelerinden vazgeçilmesinin istendiği ve bu ilkelerin AB normlarına uymadığı hususu, öteden beri bilinen bir gerçek. Dolayısıyla, sayın Denktaş da, bilinen bu gerçekleri–hakaretamiz ifadeler ekleyerekde olsa–bir kez daha seslendirmiş oldu.
Ne var ki, bu konuşmada önemli bir nokta gözardı edilmiş oldu. Şöyle ki: Konuşmanın yapıldığı yer, açılışı henüz yapılan Ehl–i Beyt Vakfı Genel Merkezi.
Dolayısıyla, yapılan konuşmaların ağırlığını da Ehl–i Beyt merkezli konular teşkil etmeliydi. Ama, maalesef öyle olmadı. Sayın Denktaş tuttu, hiç gereği yokken Atatürk ilkelerini kendi normlarıyla bağdaştıramayan AB'ye çattı.
Oysa, aynı AB üyesi ülkelerinde Dünya Ehl–i Beyt Vakfının birçok şubesi ile pekçok üyesi bulunuyor. Üstelik, vakfın faaliyetlerine de herhangi bir müdahalede bulunulmuyor. Bu önemli gerçekleri, Ramazan ayında bizimle aynı masada iftar yemeğine katılan ve aynı zamanda bu vakfın genel başkanı muhterem Fermanî Altun'dan bizzat dinledik.
O halde, törende yapılan konuşmalarda şu realite dile getirilebilirdi: Ehl–i Beyt ile herhangi bir zıtlaşma noktası tesbit edilemeyen AB normlarının Atatürk ilkeleriyle bağdaşmadığı ileri sürülüyor. Yani, Ehl–i Beyt hakkında herhangi bir itirazı olmayan AB, Türkiye'nin bu birliğe tam üye olabilmesini ise, Atatürk ilkelerinden vazgeçilmesi şartına bağlamış bulunuyor.
Hasılı, acı olsa da, bildiğimiz gerçekleri olduğu gibi yansıtmak durumundayız. Hiç olmazsa, ne kendimizi, ne başkasını kandırmış, yahut yanıltmış gibi bir duruma düşmemek için...
Uzun sözün kısası Haider'in hızı
Avusturya'nın aşırı ırkçı kesimin lideri Jörg Haider, trafikte yaptığı aşırı hız sebebiyle kaza geçirdi ve 58 yaşında öldü.
Hayder, vaktiyle politikada da (1999 genel seçimlerinde) aşırı hız yapmış, hatta birinci parti olup iktidara bile gelmişti; ancak, Avrupa'nın genel siyasî trafiğini altüst ettiği gerekçesiyle geri adım atmak ve iktidardan uzaklaşmak mecburiyetinde kalmıştı.
Yani, hızlı gitmek ona hiçbir yerde fayda getirmedi.
Üniversiteli kapkaççılar
İzmir Balçova’da bir genç kızın çantasını zorla alarak kaçmak isterken yakayı ele veren iki zanlının, üniversite öğrencisi olduklarının anlaşılması, bazılarını hayretten şaşkına döndürdü.
Zanlıların, "Biz bu işi maddî sıkıntılardan dolayı yaptık" şeklindeki itirafları ise, bazılarını değil, başta harçlı/paralı eğitim meddahları olmak üzere, hepimizi ve herkesi derinden derine düşündürmeye yeter de artar bile...
Tarihin yorumu 14 Ekim 1973
Millî selâmet, demokratik felâket
Askerî muhtıra sonrası (12 Mart 1971) ilk genel seçimler yapıldı.
14 Ekim 1973'te yapılan milletvekili genel seçimlerinin neticesi, üye sayısı itibariyle parlamentoya şu şekilde yansıdı: Ecevit liderliğindeki CHP 185, Demirel liderliğindeki AP 149, Erbakan liderliğindeki MSP 48, Bozbeyli başkanlığındaki DP 45, Güven Partisi 13, MHP 3 ve bağımsızlar 6.
Demokrat Partinin devam mahiyetindeki Adalet Partisi, muhtıradan evvel tek başına iktidardaydı. Esasında, 1950 beri hür ortamda yapılan bütün seçimleri Demokratlar kazanmış ve tek başına iktidar olmuşlardı.
1973 seçimlerinde ise, siyasetin bu genel seyri değişti ve Demokratlar çok talihsiz bir duruma düştü. Tek başına iktidar olamadıkları gibi, birinci parti de olamadılar.
Demokrasi tarihimizin Demokratlar açısından dönüm noktalarından birini teşkil eden 1973 seçimlerinin kaderini etkileyen önemli bazı faktörler vardı. Bu faktörlerin başında ise, Erbakan liderliğindeki Millî Selamet Partisi ile AP'den ayrılan Ferruh Bozbeyli başkanlığındaki Demokratik Parti hareketiydi. Demokratlarla aynı sosyolojik tabandan destek alan bu iki siyasî hareketin genel seçimlere katılması, mevcut oy potansiyelini bölüp parçaladı.
Bu tablo ülkeye selâmet getirmediği gibi, Demokratlar için de ayrı bir felâket oldu. Zira, bu bölünme, kelimenin tam anlamıyla başında Ecevit'in bulunduğu CHP'ye yaradı.
Ecevit, günler süren pazarlığın ardından Erbakan'la anlaşarak CHP–MSP koalisyon hükümetini kurdu.
Anarşistlerle kapkaççıları affetmek ve otuz beş senedir sürüncemede olan Kıbrıs meselesini çatallaştırmaktan başka geride hatırlanabilecek hiçbir eser bırakmayan Ecevit'in siyasette prim yapması, işte bu koalisyon hükümetiyle başlamış oldu.
Demokratlar ise, Erbakan ve Millî Görüş versiyonlarının siyasî hayatta etkili olmaya başladığı 1973'ten bu yana, yapılan hiçbir seçimde tek başına iktidar olamadı.
14.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|