Zaman zaman yazılarını yayınladığımız, son olarak Ramazan sayfamızda eski Ramazan hatıralarını okuduğumuz Osman Zengin, geçen hafta “İnat ettim, 3 km. yürüdüm, gazetemi buldum” başlıklı bir yazı göndermiş. Muhteva itibarıyla bu köşeye daha uygun düşeceği mülâhazasıyla buraya
alıyoruz:
Aslında bu “inat” kelimesini pek sevmem. İnat etmeyi de sevmem. İnat, hayra ve hayırlı bir işe pek sebep olmaz çünkü. Ama bazan hayırlı işlerde kullanmak, istihdam ve kanalize etmek de mümkün bu hissi. Mü’min bir kardeşine küsmek, onu görünce inadın her türlü yolunu kullanmak yerine, meselâ sigara veya daha başka muzır birşeyi terk etme hususunda veya Üstadın dediği gibi hakta sebat maksadıyla inat etmek güzel birşeydir.
Gerçekten, ben bu gazete konusunda; daha doğrusu gazetem, Yeni Asya’m konusunda biraz inatçıyımdır. Neşir hayatına başladığı günlerden bu tarafa gazetesini aksatmadan alanlardanım Allah’a şükür. Hem ben, elden dağıtılma şeklinde hiç gazete almadım biliyor musunuz? Gazetemi hep bayiden almışımdır. Eğer bulunduğum beldedeki bana en yakın bayide gazetem yoksa, muhakkak onun getirilmesini sağlarım. Burada da tabiî, gazetemin reklamını yaptığımın farkındayım aynı zamanda. Hatta gazete bayilerinden dahi—eskiden müvezzi denirdi—Yeni Asya’yı tanımayanlar vardı. O vasıtayla onlar da tanıyordu. Bazı yerlerde de hiç unutmam, bayiler benim gazetemi şöyle bir okuyup, göz atıp öyle bana veriyorlardı. Ayrıca da bazan gazeteyi geç alıyor ve diğer gazetelerle birlikte askıya çıkarttırarak gelen-geçen tarafından okunmasını sağlıyordum. Çarpıcı manşet veya sürmanşetlerimiz çok kimsenin dikkatini çekiyordu.
Tabiî, son yıllarda bakkal ve marketler de gazete satmaya başlayınca, bu hususlar biraz değişti. Ve apartmanımızın kapıcıları sabah ekmeğiyle beraber gazetemi de erken saatte kapımıza bırakmaya başladılar. Yani, ekmek torbasının içinde bir gazete, bir de ekmek bulunuyor her sabah. Daha önce oturduğum sitenin Bulgaristan göçmeni olan bir kapıcısı vardı: Hüseyin Amca. Başörtüsü meselesinin hararetli olduğu zamanlarda o da marketten gazeteyi eve getirene kadar yolda okuyarak geliyordu. Bir gün “Breh, breh, bu senin gazeten de başörtüsünden başka birşey bilmez mi be? Hep başörtüsü, hep başörtüsü…” demişti de beni çok güldürmüştü. Ben de durumu izah etmiştim ona.
Dedim ya. Bu gazete benim için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Sabah ekmekle beraber gelen gazeteme, kahvaltıdan önce şöyle bir açar bakarım. Kahvaltıdan sonra da detaylı okurum. Yani anlayacağınız, ekmeği yemeden önce gazete okuyorum çoğu zaman. Bayiden alınca, çok nadir aksama oluyor. Elden dağıtımda ise ikide bir aksıyor ve gelmeyen gazeteyi edinmek için fazladan gayret sarf etmek gerekiyor. Bu yüzden, gazetesini elden dağıtımla alıp da bu çeşit aksaklıklardan şikâyet edenlere yakınlarındaki marketten almalarını, o zaman istisnaî haller dışında aksama olmayacağını söylüyorum.
Geçen Ramazan’ın son Pazar günü bu istisnalardan biri yaşanmış, bizim markete gazete gelmemişti. Yaklaşık 1 km. uzaktaki başka bir markete birkaç tane geldiğini biliyordum. Kalktım, oraya gittim. Aradım, bulamadım, marketin yetkilisini çağırtıp ona sordum. Birkaç tane geldiğini ve kalmadığını ifade etti. Ama ben öyle kolay pes etmeyecektim. O civarda gazete bulana kadar gezecektim. Sonra, aklıma o civarda oturan bir arkadaşıma sormak geldi. Telefon açarak sordum nereden gazete aldığını. Yaklaşık 500 metre ilerideki bir bayiden aldığını söyledi ve oraya gittim. Gerçekten de orada buldum Yeni Asya’yı. Yürüyerek, gidiş-geliş 3 km. yol kat etmiştim, inat etmiştim, ama gazetemi de bulmuştum Allah’a şükür.
Bazılarına belki basit birşey gibi gelebilir bu anlattıklarım. Ama benim için çok mühim şeyler bunlar. Abarttığımı sanmayın. Ne yapayım, benim de özelliğim bu işte. Her sabah gazetemi görmek, hayatımın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bundan da çok memnunum.
13.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|