Şehirlerin de ruhu ve kimliği var. Coelho romanlarında kişisel menkîbeden bahsetmekte. Aslında kişilerin menkîbeleri olduğu gibi şehirlerin de nesillerin de menkîbeleri var. Aliya Sempozyumu’nda Şaban Ali Düzgün, Batılıların ‘her nesil kendi testinden geçer (kendi kaderini yaşar)’ dediklerini aktardı. Şehirler de kendi kaderlerini yaşarlar. İstanbul’un vasıflarını anlatan onlarca ismi var. Bunlardan birisi de ‘cami şehir’. Cami şehirden selatin camilerini kastettiğimizi sanmayın. O camilere havi olduğu gibi kendisi de cami bir şehirdir. Derleyen, toplayan, cem eden, ana gibi bağrına basan ve kaynaştıran bir şehir. Uçların arasını bulan bir şehir. O, bu anlamda yatay bir asırdır. Cami şehir demek; uçların arasındaki ortak şehir demektir. Doğu-Batı arasında merkezdir. Uçlar ancak onda biraraya gelebilir ve buluşur, kaynaşır. Onda uçlar ortadan kalkar ve itidal noktasını bulur. Aliya İzzetbegoviç’in ‘Doğu-Batı Arasındaki İslâm’ kitabı üzerinden bir uyarlama yapacak olursak; ‘Doğu ile Batı Arasında İstanbul’ diyebiliriz. Dara’nın memleketi İran rafizî veya mutezilî, Roma Katolik veya ikinci-üçüncü Roma Protestan, ama İstanbul hep Ortodoks ve hep Sünnî. Yazar Sadık Yalsızuçanlar irfanî ekolü temsil eden ve Ekberiyye’nin temsilcilerinden İsmail Hakkı Bursevi’den İstanbul’un manevî misyonu ve boyutuyla alâkalı bir tesbit aktardı: Cami şehir. Dolayısıyla İstanbul şehirlerin kutbu’l aktabıdır, İstanbul bir şahıs sureti kazansa, bir şahısta dirilse ve canlansa ve tecessüm etse o Zülkarneyn olarak veya İskender olarak anılırdı. Bunun için İstanbul şehirlerin anasıdır. Mekke ve Medine şehirlerin ruhu İstanbul ise kalbi ve kalpgâhıdır. Bundan dolayı olsa gerek bu şehrin ebedi hayranlarından Napolyon, ‘Dünya tek bir devlet olsaydı onun başkenti İstanbul olması lâzım gelirdi’ demiştir.
***
Bu ayıran değil buluşturan ve birleştiren şehir Aliya İzzetbegoviç Sempozyumu’na da evsahipliği yaptı. Aliya İzzetbegoviç, Doğu ile Batı arasında üçünçü bir tezi yani sentezi savunuyor. İstanbul ise Doğu ile Batı arasında üçüncü bir tezi yani sentezi temsil ediyor. İşte Aliya İzzetbegoviç’in terennüm ettiği senteze ve birliğe giden yol İstanbul’dur. İstanbul siyasetin ekvator çizgisidir. İslâm nasıl ifrat ile tefrit arasında veya menziller arasında üçüncü bir menzili yani vasatiyeti temsil ediyorsa İstanbul da coğrafya ve siyasî coğrafya olarak böyledir. Doğu’nun ve Batı’nın eridiği ve buharlaştığı ve anlamını kaybettiği günümüzde İstanbul’un anlamı ve silüeti yeniden diriliyor ve yükseliyor. Bunu anlamak için Nusret Özcan gibi İstanbul’u solumak gerekir. İstanbul İslâm’ın bahtı ve talihidir. Ramazan nasıl ayların camii ise İstanbul da medeniyetlerin bileşkesi, camii ve beşiğidir. Onda toplanır, onda dürülür.
***
Merhum İsmail Hakkı Bursevi irfanî bakışıyla isabet etmiş ve İstanbul’un manevî misyonunu keşfetmiştir. Burası Roma İmparatorluğuna evsahipliği yaptıktan sonra cihanın en güçlü İslâm devleti olan Osmanlı’ya da aynı şekilde payitahtlık yapmıştır. Roma burada Hıristiyanlaşmış ve Rusya gibi coğrafyalara ve dünyaya yayılmış ve dağılmıştır. Önce Hıristiyanlığın sonra da İslâm’ın yayılma ve neşriyat merkezidir. Sonra gelmiş yed-i beyzaı İslâm’a teslim olmuştur. İstanbul müheymin ve cami bir dinin cami bir şehridir. Bugünkü esareti itizal kutuplarının (ayrıştırıcı kenarlar) merkeze olan baskısından ileri geliyor. O baskı kalktığında ve inkitaya erdiğinde merkez gücünü tekrar toparlayacak ve ikilik ortadan kalkacaktır. İtizalî kutuplar eridiğinde İstanbul’un gücü yeniden ortaya çıkacak ve Ankara’ya verdiği ödünç rolünü geri alacaktır. Ne zaman İstanbul, Ankara’dan rolünü geri alırsa o zaman İstanbul perdelenmiş olan camiiyetine yeniden kavuşmuş olacaktır. Bu İstanbul’un küresel rolünü geri kazanması demektir. Dersaadet yani saadetin kimyası olan veya İmam Gazali’nin deyimiyle ‘kimya-yı saadet’ olan İstanbul, bir Üsküdar çocuğu olan Aliya’yı da bağrına basmıştır.
13.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|