Bahreyn gibi küçük ülkeler ABD ile İran çekişmesinin arasında kalakaldılar.
Buna tam ortasında kalmak demek de mümkün. İkisi arasında ezilmekten adeta ödleri kopuyor. Bundan dolayı Körfez ülkeleri yeni ittifaklarla kendilerini sağlama almaya çalışıyorlar. Seyid Zehra gibi kimi Bahreynli yazarlar aynen bazı Arap ülke liderleri gibi İran’ın nükleer gerekçelerle vurulması halinde bölgede adamakıllı bir karmaşa çıkacağını öngörüyorlar ve bunu engellemenin tek çaresinin İran’ı kendi haline terk etmek olduğunu savunuyorlar.
Peki İran’ın kendi haline terk edilmesi sonucu bölgede nükleer bir güç haline gelmesi durumunda İran uysallaşacak mıdır? Bölge ülkeleriyle ilişkileri daha müspet bir çizgide mi ilerleyecektir? Bu soruyu herkesin kendi zaviyesinden cevaplaması gerekir. Elbette İsrail, Irak ve Lübnan hadiseleri ve İran’ın bu bölgeyle ilgilenmesi yönünün ve hedefinin ne Pakistan, ne Hindistan ne de Rusya gibi olacağını göstermektedir. Dolayısıyla nükleer güç İran’ın ilk yapacağı şey bölgesel bir hegemonya kurmaktır. Bu hegemonya arayışını da birlik arayışı olarak pazarlayabilecektir. İran’ın hayat alanı Ortadoğu’dadır. Çok açıktır ki, İran, Hazar’a da kıyıdaş olmasına rağmen Hazar’ın zenginlikleriyle pek ilgilenmemektedir. Hatta Hazar’a kıyıdaş ülkelerin elbirliğiyle yaptıkları şey burasını Rus nüfuzuna terk etmek olmuştur. Hazar’dan en fazla yararlanan ülke maalesef en az kıyıdaş ülkelerden birisi olmasına rağmen Rusya’dır. Buna mukabil, İran geleceğini güneyde ve Körfez bölgesinde aramaktadır. Saddam’ın 1990 ve 1991 yılındaki Kuveyt macerasından sonra da Körfez, Amerikan hegemonyası altına girmiştir. Dolayısıyla Irak’tan sonra Körfez’de de İran ve ABD hem karşı karşıya gelmekte ve hem de bir şekilde dolaylı olarak partner olmaktadır.
Onların rekabet veya muhtemel işbirlikleri ve birbirleri lehinde veya aleyhinde nüfuz kazanmaları, netice itibarıyla Körfez ülkelerinin istiklâliyetleri pahasına olacaktır. Ve manevra alanlarını kaybetmeleri anlamına gelmektedir. Bundan dolayı KİK ülkeleri, İran ve ABD’nin çekişme alanı olmaktan uzak kalmak istiyor ama hâlihazırda buna imkân da yok. Zira Körfez ülkelerinin en zayıf noktaları güvenlikleri... Askerî güçleri çok zayıf.
*
Bundan dolayı Körfez ülkeleri ilişkilerini çeşitlendirmek suretiyle denge politikası arıyor. Bu bağlamda, aslında hiç alâkası olmamasına rağmen İsrail ve Türkiye’yi de bu denge arayışında Körfez’e dâvet ediyorlar. Türkiye’yi dâvetleri bir yerde kaçınılmaz. Zira bölge ülkesi olarak İran’ın nüfuzunu yayması ve genişletmesi sonuçta Türkiye’yi mecburî olarak denklemin içine itecektir. Türkiye bu denkleme girmemek için bugüne kadar direnmiştir. Saddam döneminde bir şekilde bu dengeyi Irak temsil ediyordu. Ancak 2003 işgaliyle birlikte Irak denklem dışı kalmış hatta potansiyel gücü İran’ın gücüne katılmıştır.
Bu çerçevede Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed El Halife çaresizlikten dolayı kendisine göre yeni bir bölgesel forum veya ittifak teklif ediyor. Araplarla birlikte İran ve Türkiye’yi aynı çatı altında bir araya getirmek istiyor. Bu, 1990’lı yıllarda Şimon Peres’in ortaya attığı ‘Yeni Ortadoğu Projesi’nin daha geliştirilmiş halidir. Peres’in havuzunda Arap ülkeleri ile İsrail vardı. Bu proje yatmış idi. Bush bunu BOP haline getirdi. Bahreyn ise ABD’yi denklemden çıkartıyor. Onun yerine İran ve Türkiye’yi koyuyor. Bu olmayacak duâya amin demek mesabesindedir. Rakip güçleri aynı forumda dengelemeye matuf bu plan zekice gözükmekle birlikte pratikte yürümez. Filistin meselesi çözülmeden İsrail bölgesel bir denklem içinde yer alamaz. Filistin meselesinin çözülmesi ise İsrail’in sonu gibi gözüküyor.
Bu açıdan teklifte bir mantık aramak zor. Bir temenniden ibaret. Zaten Halife de Bahreyn’deki siyasî blokların İsrail’le diplomatik ilişkilere sıcak bakmadıklarını itiraf etmiştir. 60 yıllık İsrail tarihinde İsrail ile diplomatik münasebet kuran ve geliştiren iki ülkeden birisi Mısır diğeri de Ürdün olmuştur. Dolayısıyla bu yapıda İsrail’i bölgesel bir ittifaka ve bloka dahil etmek zor hatta imkânsız gözükmektedir. Bahreyn Dışişleri Bakanı Halife, Arapların İran, Türkiye ve İsrail’le birlikte müşterek bir forumda bir araya gelmesini ve konuşmalarını istemektedir. Bunun yanında Halife, İran ve ABD’nin bölge ile ilgili müzakerelerine kendilerinin de katılması gerektiğini savunuyor ve “arkamızdan neler çevriliyor bilmek hakkımız” mealinde sözler ediyor… Körfez ülkeleri geçmişte Saddam ile ABD’nin çekişmesine kurban gitmişler ve bu yönde İran-ABD rekabeti üzerinden tarihin tekerrüründen endişe ediyorlar.
İran’ı tatmin ederken onu gulyabani haline getirmek de var. Dolayısıyla denge arayışının sebebi İran’ın infiradını önlemek ve kendisine de zarar verecek ihtiraslarının önüne geçmektir. İran’ın ihtirasları aynen devam ederse ABD’nin yıldızı sönmesinden sonra bölgesel savaşlar kaçınılmaz olur. Bu Türkiye ile İran ilişkilerine de gerilim olarak yansır. İranlı yetkililer 1 yıl içinde nükleer güç olacağını söyleyen Baraday’a İsrail’e bakması salık veriyorlar. Ya İsrail’den sonrası için nereye bakmaları gerekir? Körfez ülkeleri kerhen İran’ı KİK zirvelerine dâvet ederken bu yıl bu dâveti yapmamışlardır. Buna mukabil, Türkiye ile KİK arasında stratejik ortaklık anlaşmaları yapılmıştır. Türkiye Kafkaslar’da kendi insiyatifiyle başlattığı Kafkas Paktı veya Forumuna mukabil Körfez’den hiç beklemediği dâvetler alıyor.
05.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|