Kardavi’nin çağdaş Şiî dailiğine ve tehlikelerine temas eden ve hedef alan El Mısrî el Yevm Gazetesine beyanatının yankıları bitmek bilmiyor. Adeta etki ve tepkileri çığ gibi büyüyor.
Kardavi’nin açıklamalarının Sünnî dünyada yansımalarını iki kategoride özetlemek mümkündür. İhvan’ın da içinde bulunduğu (Suriye İhvanı istisna) ve meseleyi siyasî zaviyeden okuyanlar Kardavi’nin açıklamalarını erken ve en azından zamansız buluyorlar. Önceliğin ve uyarıların İsrail’e teksif edilmesini istiyorlar. İkinci grup ise siyaseti arka plana alıyor ve ilkeleri öne koyuyor ve meseleyi akidevî bir zeminde ele alıyor.
Vahid Abdulmecid gibi yazarların temas ettiği gibi, madalyonun iki yüzü var. Meseleye Muhammed Selim Avva, Fehmi Huveydi, Tarık Bişrî gibi siyasî zaviyeden yaklaşanlar İran’ın gücüne güç katıyorlar. Buna mukabil meseleye prensipler veya Şiî-Sünnî zaviyesinden bakanlar da Vahid Abdülmecid’e göre, Şiî Arapları ülkelerine yabancılaştırıyorlar ve dolayısıyla yine dolaylı olarak İran’ın ekmeğine yağ sürmüş oluyorlar. Dolayısıyla meseleye siyasî öncelik vermek de mezhebî öncelik vermek de kimilerine göre risk unsuru taşıyor.
Aslında iki yaklaşımın da bazı endişeleri beslediği doğrudur. Bundan dolayı aslında İran’ın siyasî veya jeostratejik veya jeopolitik emellerine âlet olmak da sonuçta Şiî eğilimleri güçlendirdiği gibi doğrudan Şiî kitleleri tahrik etmek de benzeri sonuçları doğurabilir. Bıçak sırtı bir durum. Dolayısıyla burada tehlike olan Şiîliğin İran’ın tarihî emellerinin aracı olmasıdır. Kimileri tam bu bağlamda tarihi yeniden hortlatmayalım diyorlar. Halbuki, tarihte kalmak ne kadar yanlışsa tarihi unutmak da o kadar tuzaktır.
Şimon Peres Araplara, ‘Gelin tarihi unutalım ve maziye gömelim’ derken kendileri tarih izi üzerinden binlerce yıl sonra devletlerini kurmuşlardır. Dolayısıyla burada en dakik yaklaşım Muhammed Mehdi Şemseddin gibilerin temsil ettiği yaklaşım idi. Ama Şia içinde bu yaklaşımın sözcüsü kalmadı veya zayıfladı. Bu yaklaşım, Şiileri, Hizb-i İran’dan uzak tutmak olarak tanımlanabilir. Hizb-i İran Şiiliği İran’ın emellerinin hizmetine sokan bir anlayıştır. Sözgelimi, İran Devrimine kadar Irak’lı Şiîler Baas partisinin belkemiğini teşkil ediyorlardı. Sadun Hammadi gibi. Esad’ın da Truva atı olarak kullandığı Suriye Baas’ı gibi. Ama ne zaman İran devrimi kopmuştur ve ardından Şiî kitleler yavaş yavaş aynı zeminde buluştukları Sünnilere yabancılaşmaya başlamışlardır. Şiilik çerçevesinde saflaşmaya başlamışlardır. Bu yabancılaşmanın ikinci kademesi de Hizb-i İran’ın kontrolü altındaki İran’da ikamet eden siyasî Şiî hiziplerin Amerikan tanklarıyla Irak’a dönmeleriyle gerçekleşmiştir. Bilâhare Irak’ta yaşananlar ve ölüm mangaları ve Lübnan’da son olarak Hizbullah’ın Beyrut saldırısı Şiî-Sünnîler arasındaki psikolojik derinliği arttırmıştır. Zaten Kissinger ve Martin Indyk gibiler ABD’nin Irak’ı kontrol edebilmesi için Şiî-Sünnî ihtilâfının körüklemesini ve bilhassa Kissinger, ABD’nin İslâm dünyasının dominant gücünü temsil eden Sünnîliğe karşı İran’ı öne çıkarması gerektiğini tavsiye etmiştir. Çünkü Sünnîlik İslâm âleminin ortak bölenidir.
***
Kardavi’nin açıklamasıya birlikte beliren saflaşmada eski dostları İhvan bile Kardavi’nin Brütüs’ü haline gelmiştir. Mehdi Akif’in yardımcısı Muhammed Habib aynen Vahid Abdulmecid’in tahlilinde söylediği gibi siyasî mülâhazalarla Kardavi’ye karşı çıkmıştır. Bu da Suretani Mutezeddani kitabının yazarı Ebu’l Hasan Nedevi’nin neden Kardavi ile aynı zemini paylaştığını gösterir. Ve yine Nedevî’nin siyaseti öncelememe konusunda İhvan’a nasihatlarını hatırlatır. Kardavi de neden İhvan yerine genel hizmeti öncelediğini anlatırken aynen Nedevî gibi konuşur. İhvan’ın yöntem sapmasına ve doğrudan siyaseti yeğlemesine işaret eder.
Kardavi’nin Brütüs’leri hep siyasî yelpaze içinden çıkarken taraftarları da prensipleri yeğleyenler arasından çıkmıştır. Bu bağlamda, Suud’un parlak davetçilerinden Aiz el Karni ve Selman Avde gibi ‘ılımlı selefiler’ örnek verilebilir. Bununla birlikte, Brütüs’ler münferid kalırken Kardavi’ye kitlesel destek verilmiştir. Müteşeyyi grupların Vatikan’ın İmam-ı Ekber’i diye suçladıkları Muhammed Seyyid Tantavi ‘Şiî-Sünnî kavgası yok’ derken Ezher Âlimler Cephesi tamamen Kardavi’den yana tavır almıştır. Yine Fadlallah’ın Kardavi’yi suçlamasını nakz eder bir biçimde Mısır Vakıflar Bakanı Hamdi Zakzuk da aynen şeyhi gibi konuşmuştur. Yani Şiî dailiği tehlikesini reddetmiştir. Hem Tantavi, hem de Zakzuk liderleri Mübarek’in Arap dünyasında İran cephelerinden bahsettiğini unutmuş görünüyorlar. Son ayrışmada en büyük Brütüs’lerden birisi Kardavi’nin güvenerek yanına ve yakınına aldığı Fehmi Huveydi olmuştur. Şeyhini hedef alan bir yazı kaleme almış: Yanıldın Mevlânâ (olmadı şeyhim). Bunun üzerine Fehmi Huveydi’nin Brütüs’lüğünü hatırlatan yazılar kaleme alınmaya başlanmıştır. Özellikle Hasanzade gibi Hizb-i İran kalemşörlerinin Kardavi’ye Siyonist çocuğu ve Mason evlâdı gibi yakıştırmaları hatırlatılarak ihkak-ı hak adına bu hususlarda Huveydi’nin tek kelâm bile etmediği neredeyse zımnî olarak bu suçlamalara katıldığı nazara verilmiştir. Hatta çok ilginç. Kardavi’yi kral sofralarının konuğu diye küçümseyen kimi Şiî ve müteşeyyiler (Sonradan Şiîleşenler) Katar Şeyhinden Kardavi’yi kovmasını istemişlerdir. Esasen Fehmi Huveydi gibiler kesintili bir biçimde İran devriminden beri teşeyyü dalgasına binmiş, yer yer Hizb-i İran’ın propagandasını yapmaktadır. Sadece Irak’taki ölüm mangalarının ayyuka çıktığı sıralarda işgalciye karşı cihad yerine yatıştırma ve işbirliğini seçen Hizb-i İran’ı zaman zaman eleştirmiştir. Başta Gannuşi de, Fehmi Huveydi çizgisinde olmasına rağmen zamanla Kardavi çizgisiyle bütünleşmiştir.
03.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|